Manisa’nın Soma ilçesinde yaşanan işçi katliamından sonra bir grup enerji müfettişinin yaptığı araştırma, Türkiye’de son 12 yılda kurulan 52 madenin 36’sının AKP’li vekiller, bakanlar veya yöneticilere ait olduğunu ortaya çıkardı. Mühendisler bu madenlerin en son ne zaman denetlendiğini sorguladıklarında ise ortaya çıkan tablo dehşet vericiydi. Bu madenleri yıllardır kimse denetlememiş ya da denetleyememişti. Çünkü sahipleri büyük yerlerde su başlarını tutmuş kişilerdi.
Manisa’nın Soma ilçesinde yaşanan işçi katliamından sonra bir grup enerji müfettişinin yaptığı araştırma, Türkiye’de son 12 yılda kurulan 52 madenin 36’sının AKP’li vekiller, bakanlar veya yöneticilere ait olduğunu ortaya çıkardı. Mühendisler bu madenlerin en son ne zaman denetlendiğini sorguladıklarında ise ortaya çıkan tablo dehşet vericiydi. Bu madenleri yıllardır kimse denetlememiş ya da denetleyememişti. Çünkü sahipleri büyük yerlerde su başlarını tutmuş kişilerdi. Madencilikte ikbal gören AKP’li yöneticilerin büyük bir kısmı, tepkiden ya da doğacak hukuki sorunlardan kurtulmak için, söz konusu şirketleri yakın akrabalarının üstüne açmışlardı.
Söz konusu araştırma, AKP yöneticilerinin madencilik sektörüne merakının en fazla arttığı dönemin, maden çıkarma ve işletme ruhsatını verme yetkisinin Başbakanlığa bağlandığı dönem olduğunu gösteriyor. Yani özetle bu maden şirketleri Erdoğan’dan icazet alınarak kurulmuş veya el değiştirmişler. AKP hükümeti sayesinde de sorunsuz bir şekilde palazlanmışlar. Son 12 yılda kurulan ve AKP’lilere ait olan 36 madene ilişkin pek çok bilgiye ise ulaşılamamış.
Ne kadar gizli kapaklı tutulsa ve gerçekler gizlenmeye çalışılsa da görünen köy kılavuz istemiyor. Soma’daki facianın hemen ardından AKP hükümetinin pislikleri ortalığa saçıldı. Bedava dağıtılan tonlarca kömürün kaynağı işte AKP’lilerin elinde pıtrak gibi çoğalan bu maden şirketleridir. AKP hükümetinin kendi etrafında yarattığı yeni türedi zenginlerin bir parçasını oluşturan bu maden patronları, işçileri korkunç sömürü koşullarında, ölümüne çalıştırarak çıkarttırdıkları kömürü, taşla toprakla da karıştırıp devlete satmaktadırlar. Devlet ihalelerine çıkılmadan önce, amca, teyze, yeğen vb. adına şirketler kurulmakta, hatta ihaleleri o şirketlerin alabilmesi için ihale şartları özel olarak düzenlenmektedir.
Son yıllarda çok sayıda işçinin katledildiği madenlerin, inşaatların büyük bir bölümünün patronlarının AKP’ye yakınlığı da tesadüf değildir. Azgın bir kâr hırsıyla gözü dönen yeni türedi burjuvalar, işçileri hiçbir güvenlik önlemi almadan köle gibi çalıştırırken, AKP hükümeti buna göz yummaktadır. Yeter ki yandaşların cebi dolsun, yeter ki ekonomik büyüme kesintisiz devam etsin!
AKP’nin “Yeni Türkiye”sinde vahşi kapitalizm
AKP iktidarının ne kadar işçi düşmanı olduğu, Soma’da 301 madenci katledildiğinde bir kez daha açıkça görüldü. Soma’daki katliamdan bir süre önce, madenlerde çalışma koşullarının işçi güvenliği açısından yetersiz olduğu ve denetlenmesi gerektiği yönündeki bir Meclis önergesinin görüşülmesi talebi AKP’li milletvekilleri tarafından reddedilmişti. Çok geçmeden Soma madenciliğin karanlık dehlizlerinden yüzlerce işçinin cansız bedeni çıktı. Başbakan Erdoğan, daha yakınlarının cenazeleri göçük altından bile çıkarılmamış olan madenci aileleri acı içinde beklerken, “Literatürde iş kazası var. Bunlar olağan, bu işin fıtratında var, bunu bilerek gider madenciler oraya” dedi ve hızını alamayıp 18. yüzyıl İngiltere’sinden örnekler verdi. O günlerde Erdoğan’ın müşaviri Yusuf Yerkel’in bir madenci yakınını nasıl tekmelediği henüz unutulmadı. Ölen madencilerin acı ve öfke içindeki yakınlarına devletin gücüne sırtını yaslayarak tekme atan bu adamlar ödüllendirildiler.
Tepki gösterenlere, bu pervasızlığa dur demek isteyenlere ise tazyikli su ve biber gazı ile saldırdılar. Madenci yakınlarının isyan çığlığını bastırdılar. Madenciler sermaye ve iktidar için tehlikeliydi. Çünkü onlar işçiydi. Yani Erdoğan’ın bir ara işçiler için kullandığı tabirle “ayak takımı” idi. Ya bir gün onlar ve onlar gibiler baş olursa ne olur, nasıl baş edilirlerdi? AKP, emekçilerin ve işçi yakınlarının sesini bastırırken, “durmak yok, yola devam” dedi. O ve patronlar yollarına devam ederken, işçiler de maden ocaklarında, inşaatlarda ölmeye ve sakat kalmaya devam ediyorlar.
Her gün fabrikalardan, şantiyelerden, madenlerden ölüm haberleri geliyor. Türkiye’de resmi rakamlara göre her ay yaklaşık 150 işçi, daha fazla kâr etmek isteyen patronların pervasızlığının bedelini canıyla ödüyor. Daha 301 madenci kardeşimizin ölümünün senesi dolmadan, Soma’dan yeni ölüm haberleri geldi. Bunu, Şırnak’tan, Zonguldak’tan göçük haberleri izledi. Bunların dumanı tüterken inşaatlardan ölüm çığlıkları yükseldi. Aslında inşaatlarda ölüm kol geziyordu ama işçilerin her gün birer ikişer ölmesine “haber değeri” atfedilmediğinden burjuva medyada yer bile verilmiyordu. Giderek büyüyen ve çoğalan şantiyelerde daha az maliyetle daha fazla kazanmak isteyen patronların insanlıkla mesaisi yoktu. Pis, güvenliksiz konteynır veya çadırlarda barınmak zorunda kalan işçiler, kışın o çadırlarda çıkan yangınlarda, elektrik çarpmalarında vb. ölüyordu. Sağ kalanlarsa o kötü koşullarda yaşamaya ve çalışmaya devam ediyordu. Sonuçsa birbiri ardına gelen ölümler! Bunun en son örneklerinden biri, Tayyip Erdoğan’ın liseden arkadaşı olan Aziz Torun’un sahibi olduğu Torunlar GYO’nun yaptığı gökdelen inşaatında katledilen 10 işçidir.
AKP hükümetine ve Erdoğan’a 12 yıldır iktidarda olmanın verdiği özgüvenle birlikte, devlet eliyle kurulan rant-peşkeş ilişkisi de, maden şirketleri, orman arazileri, vakıflar, inşaat firmaları, TOKİ vb. ile büyüdükçe büyüdü. Peki mızrak çuvala sığmaz olduğu halde bu pervasızlık nereden kaynaklanıyor? Pervasızdırlar, çünkü karşılarında korkacakları kadar örgütlü bir işçi sınıfı yok. Sendikalar ise tepelerindeki bürokratlar eliyle eylemsizliğe itiliyor.
“Özellikle konfederasyon düzeyindeki sendika yöneticileri sınıftan tamamen kopmuş, hatta sınıfın karşısına geçmiş durumdalar. Bunların her biri bir burjuva partisinden milletvekili olma sevdasındadır. Dolayısıyla, işverenlerin korkacakları, çekinecekleri mücadeleci sendikacılar ve mücadeleci bir sendikal hareket yok gibidir bugün. İşte tüm bu olumsuz faktörler bir araya geldiğinde, işçi-işveren ilişkilerinde patronların eli daha da rahatlamakta ve ortam onlar için adeta dikensiz bir gül bahçesi haline gelmiş bulunmaktadır.
“Bu ortamda burjuvalar ve özellikle de yontulmamış, sonradan görme burjuvalar daha da şirretleşmekte ve işçileri bir insan olarak değil, adeta işleyen bir makinenin dişlileri gibi görmektedirler. İşçileri çok daha uzun süreli iş saatleriyle (günde 16 saat gibi) ve en düşük işçilik maliyetleriyle nasıl çalıştırırım hesabı yapmaktadırlar. Bu da işyerlerinde işçiler açısından ilkel, sağlıksız, güvenliksiz ve iş güvencesi olmayan çalışma koşullarının yaygınlaşmasını, iş kazalarının, iş cinayetlerinin artmasını beraberinde getirmektedir. AKP hükümetinin bu konulardaki duyarsızlığı ve hatta kasıtlı göz yummaları nedeniyle, fabrikalardaki çalışma koşulları işçiler açısından neredeyse 19. yüzyıldaki vahşi kapitalizmin çalışma koşullarını anımsatır hale gelmiştir. Bütün bu koşullar karşısında, işçilerin hak arama mücadelesine girişmeleri, örgütlenmeleri ve eylem yapmaları ise adeta bir küfür gibi gelmektedir sendikasız işçi çalıştırmayı alışkanlık haline getirmiş sonradan görme burjuvalara. Çünkü geçmişten gelen ataerkil sosyolojik kültürlerini hâlâ sürdüren bu burjuva kesimlerin kafa yapısı, «işçi hakları» diye bir kavramı kabul edecek düzeye ulaşmış değildir henüz! Bunların «hak» diye belledikleri şey, kendilerinin takdir buyuracağı yardımlar, gönüllerinden kopan ihsanlar, yani eski çağlardan kalma sadaka kültürüdür hâlâ! Böyle bir kafa yapısına sahip olan burjuvaların fabrikalarında işçiler bir hak arama mücadelesine giriştiklerinde ise, işçilerin bu haklı mücadelesi bir saygısızlık, haddini bilmezlik, kadir bilmezlik vb. gibi gelmektedir o işyerlerinin patronlarına. Onların işçiler karşısındaki bu tepkisel ruh hali, onların derinlerinde yatan, sonradan görmelere özgü hazımsızlığın ve aşağılık kompleksinin de bir dışa vurumudur aslında.” (Mehmet Sinan, Bonapartlaşan Erdoğan ve AKP Burjuvazisi, MT, Kasım 2012 )
İşçilerin ekonomik-sosyal haklarını gasp edip her an ölümle burun buruna çalışmalarına göz yuman AKP hükümeti, geçtiğimiz günlerde çıkardığı torba yasadaki göstermelik bazı hak kırıntılarıyla göz boyamaya çalışıyor. Soma’daki maden faciasında ve sonrasında ortaya çıkan gerçekler, bugünkü örgütsüzlük koşullarında bile ciddi tepkilere neden olmuş ve işçilerin mücadelesi sınırlı da olsa devam etmişti. Bu ve arkasından gelen işçi ölümlerine duyulan tepkinin artma tehlikesi AKP’yi maden işçileri için kısmi iyileştirmeler yapmaya itmiştir. Ancak bunların samimiyetsiz, sahtekârca bir çabanın ürünü oldukları açıktır.
Mecidiyeköy’deki asansör katliamında olduğu gibi artan iş cinayetlerinin herkesçe iyi bilinen sorumlularının gözaltına alındıkları karakollardan her seferinde yüzlerinde sırıtkan bir ifade ile çıkıp lüks yaşamlarına dönüyor olmasına duyulan öfke, timsah gözyaşları dökerek mağduru oynayan ve bir yandan da yüzü kömür karası işçilerin tazminatlarını çalarak madenleri kapatan ve onları işsiz bırakan asalak patronlara duyulan öfke ve tüm bunların ana sorumlusu olan hükümete duyulan öfke birikiyor. Sanmasınlar ki bu öfke kör karanlıklarda kaybolup gidiyor. İşçi ve emekçi kitlelerin içten içe biriktirdiği öfke başka kanallara akmaktan kurtulup kendi çıkarları için topyekûn örgütlü bir güce dönüştüğünde saraylar da yıkılır, saltanatlar da çöker!
link: Derya Çınar, İşçiler Ölüyor, AKP “Durmak Yok, Yola Devam” Diyor, Ekim 2014, https://marksist.net/node/3588
AKP’nin Kirli Savaş Dili
Otoriterleşme Yolunda Yeni Adımlar