Bir eğitim yılı daha gerek eğitim emekçileri gerekse öğrenciler açısından büyük sıkıntılarla açılıyor. AKP, özellikle son hükümet döneminde, eğitimi ticarileştirme ve kendi ideolojisi doğrultusunda şekillendirme çabalarına büyük bir hız verdi. Bu doğrultuda atılan adımların en köklüsü, 2012’de uygulamaya konulan 4+4+4 düzenlemesiydi. Eğitim sisteminde ticarileştirme ve dinileştirme temelinde bir yapısal değişiklik anlamına gelen bu düzenlemeyle, ilköğretim 4+4 yıl olmak üzere ikiye bölünerek imam-hatip okullarının orta kısımlarının yeniden açılması olanaklı hale getirildi, seçmeli ders adı altında din derslerinin sayısı arttırıldı, meslek lisesi öğrencilerinin daha yoğun sömürülmesinin önü açıldı. Söz konusu yasayla, Milli Eğitim Temel Kanununun “ilköğretimin devlet okullarında parasız olduğu”na ilişkin maddesi kaldırılarak, parasız eğitime de sessiz bir darbe indirildi.
“Ders kitaplarını bedava dağıtıyoruz, tüm öğrencilere tablet bilgisayar vereceğiz” türünden propagandalarla emekçileri kandırmaya çalışan AKP hükümeti, neoliberal saldırı politikalarını kesintisiz bir şekilde devam ettiriyor. Devlet okullarına ayrılan kaynakların sürekli olarak kısılması, okulların temel giderlerinin velilerin sırtına yıkılmaya çalışılması, öğretmenlerin sözleşmeli öğretmen haline getirilmesi, çeşitli yöntemlerle özel okulların teşvik edilmesi bu politikanın temel taşlarını meydana getiriyor.
Eğitimde özel sektöre kıyak
AKP, “MEB Stratejik Planı”nda da açıkça ilan ettiği üzere, özel okulların sayısını ve oranını arttırmayı hedefleyen bir stratejik yönelime sahiptir. Üstelik söz konusu planda ifade edilen beklentiye hedeflenenden daha kısa sürede ulaştığı görülmektedir. Bunda önemli bir rolü olan özel okulları teşvik politikasında son noktayı ise, geçtiğimiz günlerde çıkarılan bir tebliğ oluşturuyor.
7 Ağustosta yürürlüğe giren bu tebliğe göre, 2014-2015 öğretim yılında özel okulları tercih edecek olan 250 bin öğrenciye toplam 800 milyon liralık “destek” verilecek. Okul öncesi, ilköğretim ve lise düzeylerindeki özel okullar için verilecek bu “destek”, öğrenci başına 2500 ilâ 3500 lira arasında değişecek. Kuşkusuz bu destek gerçekte öğrencilere değil, sayıları pıtrak gibi çoğalan fakat öğrenci bulmakta zorlanan özel okullaradır. Bu okulların azımsanmayacak bir bölümünün AKP’ye yakın sermaye gruplarına ait olduğunu ise söylemeye gerek bile yoktur.
Okulların yakıt, elektrik, temizlik ve çeşitli sarf malzemeleri gibi en temel ihtiyaçları için gerekli ödeneği bile kaynak yetersizliği gerekçesiyle alabildiğine kısan, aynı gerekçeyle okul, derslik ve öğretmen açığını gidermeyen hükümet, özel okullar söz konusu olduğunda, sermayenin tüm taleplerini emir telakki ederek kesenin ağzını açtıkça açmaktadır. Şimdiye dek vergi indirimleri, arazi tahsisleri ve diğer pek çok yöntemle teşvik edilen özel okullar, şimdi de 1 milyar liraya yaklaşan bir parasal kaynakla ihya edileceklerdir. Özel okullar-hükümet işbirliğiyle kurulan bu tezgâhın mağduru ise emekçiler olacaktır. Devletin verdiği teşviğin üzerine bir miktar daha para ekleyerek çocuklarına özel okullarda daha iyi bir eğitim aldıracaklarını düşünen ailelerin büyük bölümünün, özel okulların para tuzağına kapılmakla kalmayıp, bekledikleri eğitim kalitesini de bulamayacakları açıktır.
Özel okulların ve bu okullara giden öğrencilerin sayısında son yıllarda yaşanan değişim, aslında AKP’nin eğitimi paralı hale getirme politikasının boyutlarını net bir şekilde ortaya koymaktadır. AKP’nin iktidara gelişini izleyen 2003 yılından, 4+4+4 modeline geçildiği 2012 yılına kadar, ilköğretimde özel okulların sayısında %52, bu okullarda okuyan öğrenci sayısında ise %78’lik bir artış görülmektedir. 2012’den sonra ise çok daha büyük bir artış söz konusu olmuş ve özel ilkokulların sayısı 1071’e ortaokulların sayısı 972’ye çıkmıştır.
Özel liseler söz konusu olduğunda artış daha da çarpıcıdır. 2003 yılından bu yana, mesleki ve teknik liseler dışındaki özel liselerin sayısı yaklaşık %120, bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısı ise %103 oranında artmıştır.
Özel mesleki ve teknik liselerin sayısında ise olağanüstü bir yükseliş söz konusudur. Bunda, devletin bu okullara öğrenci başına verdiği parasal desteğin önemli bir rolü bulunmaktadır. 2003-2011 yılları arasında bu alandaki özel okulların sayısı %221 civarında artarken, son iki yılda adeta patlama yaşanmıştır. 2011/12 öğretim yılında bu alanda 45 okul, 4348 öğrenci bulunurken, 2013/14’te okul sayısı neredeyse on katına çıkarak 426’ya, öğrenci sayısı ise 56 bine ulaşmıştır.
Özel okullara yönelimdeki belirgin artışta, 4+4+4 düzenlemesi nedeniyle yaşanan karmaşanın, aşırı kalabalık sınıfların, öğretmen ve altyapı yetersizliklerinin, ve elbette devlet okullarında dibe vuran eğitim kalitesinin büyük bir rolü bulunmaktadır. Tüm bunların bilinçli bir hükümet politikasının sonuçları olduğu ise kuşku götürmezdir. AKP hükümeti, artan öğrenci sayısı karşısında yeni okul açıp öğretmen sayısını ve eğitimin kalitesini arttırmak yerine, “özel sektörden hizmet alacağız” diyerek izlediği politikayı açıkça dile getirmektedir. Özel okulu kaliteyle özdeşleştiren çarpık algının son derece yaygın olduğunu bilen hükümet, özel okul ücretlerinin dörtte birini aşmayan bir destekle ilk elden 250 bin öğrenciyi bu okullara yönlendirerek öğrenci avına çıkan özel okullara can suyu vermeye çalışmaktadır. Hatırlanacağı üzere benzer bir uygulama sağlık sektöründe de yaşanmış ancak gerek emekçilerin gerekse SGK’nın soyulmasıyla sonuçlanan bu uygulama büyük bir hüsranla sonuçlanmıştı. Birkaç yıl içinde aynı durumun eğitim alanında da yaşanması kaçınılmazdır; fakat o zamana dek özel okul patronları çoktan küplerini doldurmuş olacaklardır.
İmam-hatiplere yürü ya kulum
AKP’nin devlet kaynaklarını çekinmeden akıttığı bir diğer alan ise imam-hatip okullarıdır. Türkiye’nin pek çok yerinde, öğrenci ve velilerin itirazlarına rağmen çok sayıda okul (fiziki donanımı ve altyapısı en iyi olan okullar seçilmeye çalışılarak) imam-hatip okuluna dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda, 2002’de imam-hatip liselerinin sayısı 450, öğrenci sayısı 71 bin civarında iken, 2014’te okul sayısı 952’ye, öğrenci sayısı 689 bine fırlamıştır. Asıl sıçramalı artış ise 4+4+4 sisteminin uygulamaya konduğu 2012 yılından itibaren yaşanmış ve iki yıl içinde okul sayısında %77, öğrenci sayısında ise %157’lik bir artış kaydedilmiştir. Üniversite giriş sınavındaki katsayı engelinin kaldırılması ve hükümetin yoğun yönlendirme çabaları, bu okullarda okuyan öğrencilerin oranını %10’a çıkarmıştır.
İmam-hatip ortaokullarının sayısı ise çok daha fazladır. Bu okulların açılmasına olanak veren yasa değişikliğinin ardından 2012 yılında 1099 imam-hatip ortaokulu kurulmuş ve bu sayı bir yıl sonra 1361’e çıkmıştır. Aynı dönemde öğrenci sayısı ise 94 binden 140 bine fırlamıştır.
İmam-hatip okulları, AKP’nin toplumda dindarlığı ve muhafazakârlığı güçlendirerek itaatkâr nesiller yetiştirme projesinin yanı sıra, kendine güvenilir kadrolar yaratma çabasının da çok önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Yaklaşık on yıl boyunca eğitim alanını önemli ölçüde Gülen cemaatinin inisiyatifine bırakan AKP, Cemaat’le arasının açılmasının ardından, canhıraş bir şekilde ipleri kendi eline almaya girişmiştir. Bu amaç doğrultusunda, Milli Eğitim’deki Gülenci kadroları temizlemeye koyulmuş, Cemaat’in kadro yetiştirmekte önemli bir araç olarak kullandığı dershaneleri kapatma kararı almış, halka çocuklarını Cemaat’in okullarına göndermeme çağrısı yapıp kendi tabanına bunu fiilen uygulatmıştır. Ancak AKP, gerek Milli Eğitim’i bir ağ gibi kuşatmış olan Gülenci ekipten boşaltılan yönetici kadroların yerine, gerekse kilit önemdeki diğer devlet makamlarına atayacak güvenilir kadrolar bulmakta ciddi bir sıkıntıya düşmüştür. İşte bu noktada imam-hatiplere, orta ve uzun vadeli bir plan çerçevesinde, kadro yetiştirme yatağı olarak kilit bir rol biçilmiştir.
Geçtiğimiz haftalarda deşifre edilen bir ses kaydı, Milli Eğitim’de işlerin nasıl yürüdüğünün, eğitim politikalarının hangi mahfillerde belirlendiğinin yanı sıra, AKP’nin imam-hatiplere biçtiği rolü de olanca çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. 26 Ağustos 2013 tarihinde gerçekleştirilen bir toplantıya ait olduğu iddia edilen bu ses kaydında, baş aktör Bilal Erdoğan’dır. TÜRGEV mütevelli heyet üyesi sıfatıyla orada bulunuyor gözüken Bilal’in yanı sıra, toplantıda İlim Yayma Cemiyeti, Önder, Ensar Vakfı gibi yandaş sermaye kurumların genel başkanları ve çeşitli düzeylerdeki temsilcileri, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri, İSMEP Müdürü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Emlak Yönetimi Daire Başkanı bulunmaktadır.
Konuşmalardan, aynı kapsamdaki toplantıların “Beşli Koordinasyon” adıyla düzenli olarak yapıldığı anlaşılmakta ve o günkü toplantının gündem maddeleri, açılışı yapan Ensar Vakfı Genel Başkanı tarafından şöyle sıralanmaktadır: Okulların kayıt durumu, derslik durumları, okul yöneticileri, imam-hatip okullarının kendi aralarında derslik tahsisleri, karma eğitim, kılık kıyafet, arsa tahsisi, imar planlaması, okul yöneticileriyle koordinasyon ve atamalar…
Toplantının en çarpıcı yönlerinden birisi, hiçbir resmi sıfatı olmayan birtakım şahısların, Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) üst düzey bürokratlarıymışçasına konuşmaları ve kararlar almalarıdır. Açılış konuşmasından başlayarak tüm toplantıya damgasını vuran dil ve ifadeler, normal bir işleyişte eğitim şuralarında ve MEB’de tartışılıp karara bağlanması gereken “milli eğitim” politikalarının hangi mahfillerde, ne şekilde belirlendiğini açıkça göstermektedir. İmam-hatip okullarının sayısı, nerelerde yeni okullar açılacağı, okulların kız ve erkek okulları olarak ayrılması ve aynı kampüs içinde yer almaması gerektiği, imam-hatip öğrencilerinin toplam öğrenci sayısı içindeki oranları toplantının en temel gündem maddelerini oluşturmaktadır.
Örneğin, her yıl 125 bin civarında imam-hatip öğrencisinin üniversite sınavlarına girerek üniversitelere yerleşeceğini, bunların planlamasının yapılması gerektiğini söyleyen Bilal Erdoğan, kısa sürede bu sayının 1 milyonu bulacağını ve bunların önünü kimsenin tutamayacağını belirtmektedir. Yurtkur yurtlarında muhafazakâr öğrencilerin %10 gibi bir azınlığı teşkil ettiğinden, bu yüzden yurtları istedikleri gibi dizayn edemediklerinden yakınan Bilal, benzer bir durumun okullarda da yaşanmasına karşı önlemler almak gerektiğinden dem vurmaktadır. İmam-hatiplerin mevcudunu %10’lara çıkardıklarını, bunun belki %15’lere çıkacağını, geri kalan %85’te yurtlardaki durumun yaşanmaması için seçmeli din derslerinin bir avantaj olduğunu söylemekte ve şöyle devam etmektedir:
“Eğer biz buralardaki öğretmen kontenjanlarını sağlam tutabilirsek, buradaki arkadaşları ilçe koordinasyon toplantılarına her okuldan birer tane diyelim meslek dersi, seçmeli ders öğretmenini dahil edebilirsek oralardaki yapıyı da korumuş oluruz. İmam-hatip okullarının mevcut okullar içindeki oranını %25’e çıkarmak mı, yoksa %85 içinde güçlü bir yapı oluşturmaya mı çalışmalıyız? Hepsini aynı anda yapamıyor muyuz? Bu, ileriye dönük olarak bir tehdit oluşturabilir...”
Bilal, özel imam-hatip liselerinin kurulmasının gündeme getirildiğini söyleyerek buna şimdilik gerek olmadığını da aslında bir itirafla dile getiriyor: “Kaç tane özel okul müfredatlarını, haftalık ders programlarını seçmeli din dersleri koyacak şekilde yapmış bugüne kadar? … Bunu önce birkaç özel okul yapsın görelim. Ondan sonra özel imam-hatip lisesini tartışalım. Ama sahada böyle bir realite yokken, özel imam-hatip talebini ortaya koymamız biraz maalesef gerçekçi olmuyor diye düşünüyorum.”
“Laik devlet”in kaynaklarını oluk oluk imam-hatiplere akıtmak varken, AKP’li kapitalistlerin özel din okullarına, böyle “irrasyonel projeler”e sermaye yatırmalarına ne gerek var değil mi?
Gerçekte imam-hatiplere yönelik ciddi bir talebin olmadığının gayet farkında olan AKP kadroları, çareyi gerek talep yaratmak gerekse tepkileri azaltmak üzere lobi faaliyetlerine ağırlık vermekte arıyorlar. Örneğin Ensar Vakfı Başkanı, yeni imam-hatip okullarının ve mevcut okulların dönüşümünün tepkiyle karşılanmadan gerçekleştirilebilmesi için her yerde kamuoyu oluşturulması, lobi faaliyetleri yürütülmesi gerektiğini söyleyerek şöyle devam ediyor: “Hepimizin ilçelerimizde, yerel basınla, oranın ilgilileriyle temasımız var. Bizzat görüşerek imam-hatiplerle ilgili ne kadar talep olduğunu, vatandaşların bunlara teveccüh gösterdiğini, bu talebin Milli Eğitim Bakanlığınca karşılanması gerektiğine dair, yeni okulların açılması için ortam oluşturmamız lazım.”
İstanbul’da il düzeyinde oluşturulduğu anlaşılan bu “koordinasyon kurulu”nda ele alınan konular ve varılan kararlar, toplantıda da dile getirildiği gibi, Bakana ve Müsteşara iletiliyor ve onlar da gereğini yapıyorlar. Yandaş medya ve bilumum resmi ve gayri resmi kurum aracılığıyla, yeni imam-hatiplerin açılması, mevcut okulların imam-hatipe dönüştürülmesi ve öğrencilerin bu okullara yönlendirilmesi için çalışmalar tam gaz devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderdiği yazı da, yürütülen hummalı yönlendirme çabalarının tipik bir örneğini oluşturuyor. 4 Temmuz tarihli bu yazıda, ilk kez bu yıl uygulanacak olan “Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı”nda (TEOG) başarılı olan öğrencilerin imam-hatip liselerini tercih etmelerinin sağlanması için azami çaba gösterilmesi ve bu konuda yapılan çalışmaların raporlandırılarak Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gönderilmesi isteniyor. Bu kapsamda yürütülecek çalışmalarda okul idarecileri, öğretmenler, okul aile birliği, veli, sivil toplum örgütleri, bazı kurum ve kuruluşlarla işbirliğine gidilmesi gerektiği de vurgulanıyor. Yürütülecek bu çalışmaların gerekçesi ise “imam hatip liselerinin niteliğini ve akademik başarısını artırmak” olarak ifade ediliyor.
Vasıflı ve ucuz işgücü ihtiyacı itinayla karşılanır
Görülüyor ki, tüm toplumu ilgilendiren eğitim politikaları bile, en ince detaylarına kadar, AKP’li sermaye gruplarının temsilcileri ve parti yöneticilerinin oluşturduğu “koordinasyon kurullarında” belirleniyor. Eğitim emekçilerinin ve sendikaların sesine, uyarılarına, önerilerine kulak tıkayan MEB, AKP’li sermaye gruplarının kararlarını emir telâkki ederek harfiyen yerine getiriyor.
Bu durumun burjuvazinin bir kesimini de son derece rahatsız ettiği açıktır. Ne var ki AKP sadece kendine yakın sermaye gruplarını ve ideolojik yandaşlarını mutlu eden adımlar atmakla yetinen bir sermaye partisi değildir. Her alanda izlediği dizginsiz neoliberal politikalar ve Türkiye kapitalizminin yapısal dönüşüm ihtiyacına yanıt vermeye yönelik attığı adımlar burjuvazinin tüm kesimlerini memnun etmektedir. Eğitim alanı söz konusu olduğunda, gerek ilk ve ortaöğretimde, gerekse yükseköğretimde özel okulların teşvik edilmesi, öğretmenlerin önemli bir bölümünün sözleşmeli çalışanlara dönüştürülmesi ve benzeri adımlar Türkiye burjuvazisini bir bütün olarak gayet memnun etmektedir. AKP’nin bu alanda gerçekleştirdiği en önemli dönüşümlerden biri ise meslek liselerinin oranını sıçramalı bir hızla arttırmak olmuştur. Burjuvazinin vasıflı ve ucuz işgücü ihtiyacını karşılamaya dönük bu adımla, meslek liseleri sanayiden ticarete, turizmden güzel sanatlara pek çok branşta alabildiğine yaygınlaştırılmıştır. Öyle ki, bugün lise eğitimi gören yaklaşık 4 milyon 800 bin öğrencinin 2 milyon 500 bini mesleki ve teknik liselerde (imam-hatipler buna dahil değildir) okurken, genel liselerde okuyanların sayısı 1 milyon 805 bine inmiştir. Aynı durum okul sayılarında da geçerlidir. 2013/14 öğretim yılı verilerine göre, mesleki ve teknik liselerin sayısı 7211, genel liselerin sayısı 3743’tür. Yani meslek liselerinin sayısı genel liselerin neredeyse iki katıdır.
Sonuçta AKP iktidarı eğitim alanında, TÜSİAD burjuvazisi de dahil olmak üzere burjuvazinin tüm kesimlerinin yıllardır “ara eleman”a büyük bir ihtiyaç olduğu yolundaki uyarılarını, dolayısıyla Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarını dikkate alarak bu doğrultuda hızlı bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. Bu dönüşüm, gerek mesleki ve teknik liselerin gerekse meslek yüksekokullarının eğitimdeki ağırlığını arttırarak, aslında milyonlarca öğrencinin hiçbir işe yaramayan bir diploma uğruna düz liselere yığılmalarının önüne geçmiştir. Eninde sonunda işçi olacak bu gençler, hiç değilse, boş üniversite hayallerinin peşinde fazlaca zaman tüketmeksizin bir vasıf ve meslek kazanmaktadırlar. Ne var ki, bu dönüşüm, evrensel kriterlerle, çocukların bilgisini, yeteneklerini ve becerilerini geliştirmeye ve onları ortaokuldan itibaren bu doğrultuda yönlendirmeyle değil, ömür tüketici sınavlarla ve hatta dayatmayla yapılmaktadır. Örneğin bu yıl ilk kez gerçekleştirilen TEOG sınavında, tercihte bulunmayan 140 bine yakın öğrenci, ilgi alanları, yetenekleri vb. dikkate alınmaksızın, “evlerine en yakın kontenjan açığı bulunan okula otomatik yerleştirilme” dayatmasıyla, büyük oranda meslek liselerine ve birbiri ardına pek çok semtte açılan imam-hatip liselerine yerleştirilme durumuyla yüz yüze kalmıştır. Çok daha fazlası ise, puanları ancak bu okullara yettiği için aynı kaderi paylaşmıştır.
Verilen mesleki eğitimin kalitesizliği ve yetersizliği de cabasıdır. Türkiye, bizzat MEB raporlarında da açıkça itiraf edildiği üzere, eğitimin neredeyse her alanında OECD ülkeleri arasında en son sıralarda yer almaktadır. Örneğin hükümetin cafcaflı kampanyalarla açıkladığı yüksek bütçeli projelere (akıllı tahtalar, Fatih projesi, bedava kitap vb.) rağmen Türkiye’de devletin öğrenci başına yıllık harcama miktarı OECD ortalamasının dörtte biri kadardır ve bu alanda Türkiye Brezilya’dan sonra en kötü durumda olan ikinci ülke konumundadır. 15-19 yaş aralığında okullaşma oranında da benzer bir tablo söz konusudur ve OECD ortalaması %84 iken Türkiye %64 ile, Çin ve Meksika’nın ardından en kötü üçüncü ülke durumundadır. Öğretmen maaşlarından öğretmen başına düşen öğrenci sayısına, okula devamsızlıktan terk oranlarına varıncaya dek hemen her alanda aynı durum söz konusudur. AKP’nin çağ atlattık dediği, dünya gücü olduk diye şişindiği Türkiye’nin eğitim manzarası işte budur.
Bu manzaraya eşlik eden bir diğer unsursa eğitim emekçileri ve öğrenciler üzerindeki siyasi baskılardır. Siyasi-ideolojik kriterlere göre görevlendirilen yöneticiler, türlü siyasi baskılarla, sürgünlerle, soruşturmalarla, davalarla yüzyüze kalan eğitim emekçileri, okuldan atılmalarla, hatta hapis cezalarıyla yıldırılmaya çalışılan öğrenciler…
Ne var ki AKP, eğitim emekçilerini ve öğrencileri, bütün bu baskı ve kuşatma harekâtına rağmen yıldıramamıştır. Aksine özellikle mücadeleci öğrencilerin sayısı her yıl daha da artmakta, okullardaki mücadele geçmiş yıllara nazaran belirgin bir şekilde güçlenip yaygınlaşmaktadır. Özellikle meslek liselerinde okuyan öğrencilerin oranının %50’lere tırmanması önemli bir dinamiğe işaret etmektedir. Buralarda okuyan gençler hem işçi-emekçi ailelerine mensupturlar, hem de fiilen çalışarak işçi sınıfının önemli bir bölüğünü oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla sınıf mücadelesinin yükseldiği koşullarda bunun liseli öğrenci hareketi içinde sınıf temelli bir yansıma bulması geçmişe göre çok daha kolay ve doğrudan olacaktır. Sonuçta AKP’nin itaatkâr ve dindar nesiller diye çırpınması boşuna değildir. Ama AKP’siyle, AKP karşıtıyla tüm burjuvazi mukadderattan kaçamayacak ve eninde sonunda lâyığını bulacaktır.
link: İlkay Meriç, AKP’nin Eğitimi Ticarileştirme ve Dinileştirme Politikası , Eylül 2014, https://marksist.net/node/3522
17 Ağustos Depreminin 15. Yılında Ne Değişti?
“Afedersin” Irkçılık!