Burjuva medyanın yayınlarından okul kitaplarına kadar pek çok alanda insanları ırkçı düşüncelere yönlendiren bir dil ve bakış açısı hâkimdir. Futbol tribünlerinden sosyal medyaya kadar her ortamda ırkçılık en pespaye halleriyle arzı endam eder. Kitleleri bönleştiren ırkçı ve şoven düşünceler onu büyüten kapitalizm kaynağından beslene beslene çoğalır. ABD’den Almanya’ya, Fransa’dan Japonya’ya kadar dünyanın dört bir tarafında, gerek sokakları sarıp sarmalayan ırkçı şiddet olayları gerekse de ırkçı siyasi hareketlerin yükselişi bu gerçeği acı bir şekilde göstermektedir.
Irkçı yaklaşımlar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kitlelere yaygın biçimde empoze edilmiş durumda. Ne var ki Türkiye’de insanların çok büyük bir bölümü hayret verici biçimde “bizde ırkçılık olmaz” zehabı içinde. Siyahî futbolcuya bir kulüp başkanının “yamyam” demesinin garip karşılanmadığı, “7-8-9 Almanlar domuz” diye devam eden çocuk tekerlemelerinin nesilden nesile aktarılmasının normal bulunduğu, “mal bulmuş Mağribi gibi”, “anladıysam Arap olayım”, “şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler” ve benzeri pek çok deyimin dile sorunsuz yerleştiği, Çingene ile hırsızın eş anlamlı olarak kullanıldığı bir toplumun ırkçılıkla işinin olmadığını söylemesi aklı başında herkesi en azından gülümsetir ama Türkiye’de buna yaygın olarak inanılır. Çünkü milliyetçi propaganda topluma öylesine derinlikli bir biçimde nüfuz etmiş ve toplumu zehirlemiştir ki, bu milliyetçilik zemininde yeşeren ve tastamam ırkçılık olarak nitelenebilecek şeyler, “bir Türkün cihana bedel” olduğuna şevkle inanmış pek çok kişi için normal addedilir.
Oysa normal addedilen milliyetçi ve ırkçı düşünceler, sözler, işçi sınıfı için büyük tehlikeleri bünyesinde barındırır. Çünkü milliyetçilik ve ırkçılık toplumu yapay temellerde böler. Uzlaşmaz çıkarlara sahip sınıfları bir bütünün parçaları gibi gösterir, aynı çıkarlara sahip ezilen kesimleri ise birbirine düşman haline getirir. Ezilen kesimlerin birbirinden kopması ise burjuvazi tarafından kendi politikalarını hayata geçirmesi açısından önemli olanaklar sunar. Bu yüzden burjuvalar milliyetçi ve ırkçı söylemleri kullanmaya, sınıf bilincinden yoksun işçileri bu temelde birbirlerinin karşısına geçirecek kışkırtmaları yapmaya eğilimli olurlar.
Bu durumun çarpıcı örneklerinden birini geçtiğimiz günlerde Erdoğan sergiledi. Tipik bir ikiyüzlü burjuva politikacısı olan Erdoğan, bir yandan kendisinin ırklara, milliyetlere, mezheplere karşı ayrımcılık yapmadığını söylerken, diğer yandan da en âlâsından ırkçı, ayrımcı sözleri sinsice sarf etti.
Cumhurbaşkanı adayı olarak katıldığı bir televizyon programında Recep Tayyip Erdoğan, mitinglerinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na ve HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’a yönelik sarf ettiği “Kılıçdaroğlu sen Alevi olabilirsin, ben Sünniyim. İstismara gerek yok bunu söyle”, “Demirtaş Zaza ama benim Kürt kardeşlerimi aldatıyor” sözlerinin hatırlatılması üzerine, sanki mesele etnik kimlik ya da mezhebi söyleyip söylememekmiş gibi, “Bırakın Türkiye’de Türk Türk olduğunu, Kürt Kürt olduğunu söylesin. Bunda ne var?” diyerek yanıt verdi.
Oysa açıktı ki Erdoğan, rakiplerinin mezhep ve etnik kimliklerini vurgulama üzerinden sinsi bir biçimde toplumun geri düşüncelerine seslenerek ayrımcılık yapıyordu. Geri bilince sahip Sünnilere “aman ha dikkat, bu Kılıçdaroğlu sizden değil Alevidir” derken, Kürtlere de “Zaza olan birine sakın aldanmayın” demeye çalışırken kaşımaya çalıştığı şey etnik ve mezhebi ayrılıklardı. Kılıçdaroğlu’na, “Alevi, Kürt”, Demirtaş’a “Zaza” olduğunu niye söylemiyorsun diyerek yüklenir görünürken, aslında onların öyle olduğunu kitlelerin bilincine aşılamaya çalışarak milliyetçi, ırkçı tepkiyi peşine takmaya gayret gösteriyordu.
Üstelik bu tutum ilk ve istisna değildi. Erdoğan daha önceki seçim mitinglerinde de bu ikiyüzlü ve gerici tutumunu aynen sergilemiş ve belli ki bunun yarattığı sonuçtan fazlasıyla memnun olmuştu. Erdoğan “bizde ayrımcılık yok, biz yaradandan dolayı severiz yaradılanı” türünden sözlerle devam eden bir miting konuşmasında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için, “biliyorsunuz kendisi Alevi” sözlerini sarf etmiş, ardından da meydandaki kalabalık “yuh” çekmiş, o da bu yuhalamaya sessiz kalarak onay vermişti. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde “hiç kimse dinsel inancını açıklamaya zorlanamaz” diye bir madde varken ve bu beyanname mevcut burjuva yasalara bile temel oluştururken, Erdoğan defalarca Kılıçdaroğlu’nu dini düşüncesini açıklamaya zorlamıştı.
Bu ikiyüzlü ve sinsi tutum söz konusu programda Erdoğan’ın devam eden sözleriyle tam anlamıyla ırkçı bir mahiyette kendini gösterdi. Erdoğan kendisinin etnik kimliği ile ilgili söylenenlere tepkisini “benim için bir ara neler dediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet Gürcüdür diyen oldu, afedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu. Dedemden de babamdan da hepsinden öğrendiğim şey ben Türküm, olay bu kadar basit” diye konuşarak ortaya koydu. Erdoğan’a “çirkin” olarak söylenen şey onun Ermeni olmasıymış! Yani Ermeni olmak çirkin bir şeymiş!
Bu sözlerle ortaya çıkan şey elbette Erdoğan’ın sadece nobranlığı değil sahip olduğu düşünce dünyasının en açık hali ile ifadesi ve onun sinsi politik hesaplarıydı. Onun bu sözlerinin ardından AKP’nin çanak yalayıcılarından bir güruh hızla Erdoğan’ın aslında ne kadar demokrat ve ayrımcılıktan uzak bir politik kişilik olduğuna dair satırlar döktürmeye başladılar. Onlara göre aslında Erdoğan zannedildiği gibi bir şey dememişti, başka bir şey kastetmişti de, biz yanlış anlamıştık! Aralarında Ermeni yazarların bile olduğu bu güruha göre Erdoğan kendisine yönelik söylenen “döl” sözünden kaçınmak için, “affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu” derken, “çirkin şeylerle” ifadesiyle aslında “döl” sözünü kastetmişti! Tarihe Ermenilerin en büyük trajedisi için taziye yayınlamış ilk başbakan olarak geçen bir şahsiyetin ırkçı bir dil sürçmesi için ne kadar büyük bir gürültü koparılıyordu böyle!
Elbette Erdoğan’ın bu ifadeleriyle Ermenileri değil, döl sözünü çirkin bulduğunu kast ettiğini söyleyenler onun adına mazeret üretmeye çalışan yalancılardır. Zira Erdoğan “Afedersiniz” kalıbının ardından bir etnik kimliği ilk kez yumurtlamıyor. Erdoğan, 10 Haziran 2011’de, kendisi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili çok sayıda kitap yazıldığını ifade ederek, “Bu kitaplar içerisinde ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, ne affedersiniz Rumluğumuz, hiçbir şeyimiz kalmadı” diyerek zihniyetini, üstelik aynı biçimde, daha önce de açıkça ortaya koymuştu. Bu nefret söylemini Türkiye’de yaşamını bin bir zorluk altında sürdüren göçmen Ermeni işçileri kastederek “gerekirse 100 bin Ermeniyi sınır dışı ederiz” tehdidine bile vardırmıştı.
Erdoğan hem ikiyüzlü hem de pragmatist bir burjuva politikacısıdır. Ortama göre tutumu ve sözleri muazzam farklılıklar gösterebilir. Demokrat görünen sözleri sureti haktan görünmek için zaman zaman söyleyip kimi nabızlara uygun şerbetler verse de, hiçbir zaman bu sözlerin gereğini yerine getirmez. Hatta otoriter, milliyetçi yer yer ırkçı düşüncelerini ve uygulamalarını da bunlardan çok daha fazla kez sergiler. Erdoğan günün ihtiyaçlarına göre kendi sözlerinin karşısına bile rahatlıkla geçer. Nitekim kendisine Gürcü dendiği için şikâyetlenmektedir ama bunun kaynağı da esasen kendisidir. 11 Ağustos 2004’te, Gürcistan gezisi sırasında, “Ben de Gürcüyüm, ailemiz Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir” sözlerini Erdoğan etmiştir. Ama o dönemin diplomatik ihtiyaçları gereği söylenmesi gereken sözler başkadır, bugün milliyetçilik hassasiyeti yüksek kesimlerden birkaç puan oy kaydırabilmek için söylenmesi gereken sözler başka! Üstelik bunun kabahati de karşı cepheden unsurlara kolaylıkla yüklenebilir.
Irkçılığın hakkından yalnızca işçi sınıfı gelebilir!
Elbette hiçbir etnik kimlik ya da mezhep utanç ya da övünç kaynağı olarak ele alınmamalıdır. Ne var ki burjuvalar bunu kasten yaparlar ve toplumda yaygınlaştırırlar. Bunun işçi sınıfındaki karşılığı ise milliyetçi düşüncelerle zehirlenmek ve yapay temellerde bölünmektir. Daha da ötesinde burjuvazinin kıyımlarında kendi sınıf kardeşlerinin kanını dökmek üzere cellâtlığa gönderilmektir. Tüm dünyanın tarihi bunun korkunç örnekleriyle doludur. Ancak Türkiye işçi sınıfının bu hususta özel bir uyanıklığa ihtiyacı vardır. Çünkü Türkiye egemen sınıfının bu konudaki sabıka kayıtları dünya çapında önemli birçok kanlı olayı da içerecek biçimde hayli kabarıktır.
Anadolu’nun kadim halkı Ermenilerin maruz kaldığı soykırımdan, bu toprakların asli unsurlarından Rum halkının zorla yurtlarından sökülüp atılmasına, Yahudileri hedef alan saldırılardan Alevilere karşı yapılan onlarca kıyıma ve Kürt halkının inkâr ve imhasına yönelik acımasız politikalara kadar pek çok suçun vebali Türkiye egemenlerinin boynundadır. Egemenler bu suçları zehirledikleri emekçilerin ellerini kana bulayarak işlemişlerdir. İşçi sınıfı bu yüzden burjuvazinin milliyetçi ve ırkçı hezeyanları karşısında bir kat daha dikkatli olmalıdır.
Burjuvazi etnik ya da dinsel temelli farklılıkların işçiler arasında bir ayrım vesilesi olmasına çaba gösterirken, işçi sınıfının öncülerinin bu ayrımcı yaklaşımların karşısında kuvvetle durmaları gerekir. Çünkü işçiler arasında bu farklılıklar gerçek ayrımlar değil, işçilerin birlikte hiçbir emekçinin incinmesine yol açmayacak biçimde örgütleyecekleri yaşamı zenginleştiren farklılıklardır. Farklı etnik kimlik ve dinsel inanıştan gelen işçiler, kapitalistlerin işletmelerinde aynı acımasız koşullarda birlikte çalışmaktadır. Bunu yapan işçiler daha iyi bir hayatı da birlikte üretebilirler. Ancak bunun için de bir sınıfın aynı kadere sahip bireyleri oldukları bilinciyle mücadele ediyor olmaları gerekir.
Öncü işçiler Erdoğan gibilerin ayrıştırıcı, aşağılayıcı dillerini ve ikiyüzlü, sinsi tutumlarını tüm bu yönleriyle sınıf içerisinde teşhir etmelidirler. İşçi sınıfının tüm halklardan ve dini inanışlardan emekçileri bir araya getiren devrimci programının ortaya koyduğu değerler bütününün burjuvazinin gerici değerleri karşısında ne denli üstün olduğu bu vesile ile de gösterilmelidir. Bu vesile ile ortaya konabilecek bir başka önemli gerçek de, tarihte ilk kez kapitalizm sayesinde bir siyasal hareketin ideolojisi haline gelmiş ırkçılık gibi bir insanlık suçunun hakkından da ancak işçi sınıfının gelebileceğidir.
link: Selim Fuat, “Afedersin” Irkçılık!, Eylül 2014, https://marksist.net/node/3523
AKP’nin Eğitimi Ticarileştirme ve Dinileştirme Politikası
Burjuvazinin Torba Yasa Saldırısı Onaylandı