Kapitalizm erkek egemen zihniyeti ve cinsiyet ayrımcılığını her alanda yeniden üretiyor. 30 Mart yerel seçimlerinde de bu durum düzen partileri cephesinde tüm çıplaklığıyla açığa çıktı. Burjuva feministler siyasette kadınlara daha fazla yer verilmesi için kampanyalar düzenlemelerine rağmen bu çabalar düzen partileri cephesinde yine karşılık bulmadı. Halbuki sosyalist mücadelede ve ezilen halkların mücadelesinde kadınlar çok daha fazla öne çıkıyorlar. Bunu son seçimlerde de bir kez daha gördük.
Bu seçimlerde 30’u büyükşehir belediyesi olmak üzere 81 il ve 919 ilçede belediye başkanları seçildi. 30 büyükşehir belediye başkanlığının 18’ini kazanan AKP’nin tek kadın büyükşehir belediye başkanı Fatma Şahin oldu. 6 büyükşehir belediye başkanlığı kazanan CHP’nin de sadece bir kadın büyükşehir belediye başkanı var. MHP’nin kazandığı 3 büyükşehir belediye başkanı arasında kadın başkan yok. BDP’nin kazandığı 2 büyükşehir belediyesinde ise (Diyarbakır ve Van) başkanların her ikisi de kadın.
Büyükşehirler dışında kalan 51 il belediye başkanlığı içerisinde AKP, CHP ve MHP’nin seçilen toplam kadın belediye başkan sayısı “sıfır”. Resmi olarak seçilen tek kadın il belediye başkanı, BDP’nin Hakkari’den aday gösterdiği Dilek Hatipoğlu oldu. BDP’nin kazandığı diğer 7 ilin hepsinde kadın adaylar “eşbaşkan” sıfatıyla belediye başkanlığı görevini erkek eşbaşkanlarla paylaşacaklar.
Türkiye genelindeki 919 ilçede ise sadece 33 kadın ilçe belediye başkanı olabildi. Bu 33 kadın ilçe belediye başkanının 22’si BDP’den seçildi. AKP ve CHP’den 5’er, MHP’den ise sadece 1 kadın ilçe belediye başkanı seçilebildi. BDP’nin kazandığı diğer 46 ilçe belediye başkanlığında da kadınlar “eşbaşkan” sıfatıyla ilçe başkanlığına ortak oldu.
Erkek egemen zihniyet ve biat kültürünün en çarpıcı yansımalarını düzen partilerinde görmek hiç de şaşırtıcı değildir. Kadınlara yönelik ayrımcı ve düşmanca tutumlar düzen partilerinde yansımasını bulmaktadır. İster muhafazakâr sağ kimliği sahiplensin, ister kendini “çağdaş”, “laik”, hatta “sol” etiketlerle pazarlasın, kadınların düzen partilerinde, özellikle de yönetici konumlarda ne kadar yer bulabildikleri ortadadır.
AKP’nin seçilen 18 büyükşehir ve 26 il belediye başkanı içerisinde kadın sayısının sadece 1 olması, AKP’nin seçim zaferinin AKP’li kadınlar açısından zafer olmadığını yeterince gösteriyor. Seçim öncesinde AKP’nin il, ilçe ve belde belediye başkanlığı için gösterdiği adayların sadece yüzde 1,3’ü kadın adaylardı. Lafa gelince “Batılılaşma, çağdaşlaşma, muasırlaşma” söylemlerinin bayraktarlığını yapan, üstelik kendisini demokrat, solcu, kadın hakları savunucusu imajıyla pazarlamaya çalışan CHP’nin de, mesele kadınlara siyasi sorumluluk vermeye geldiğinde imajı pul pul dökülmektedir. CHP’nin gösterdiği il ve ilçe belediye başkan adayları içerisinde kadınların oranı sadece yüzde 4,5’tir. MHP’nin gösterdiği adaylar içerisinde kadınların oranı yüzde 2,7’dir.
AKP, MHP ve CHP’deki birkaç kadın aday, daha ziyade vitrin süsü kabilinden aday gösterilmiş, ancak bu kadar az sayıdaki aday, bu partilerin vitrinini süslemeye bile yetmemiştir. Üstelik bunların da genelde seçilemeyecekleri yerlerden aday gösterilmiş olması, düzen partilerinin cibilliyetini ve parti yönetimlerine hâkim olan erkek egemen zihniyeti yansıtmaktadır.
BDP-HDP ise 30 Mart yerel seçimlerinde kadınlar konusunda tek istisnayı oluşturmuştur. Eşbaşkanlık sistemi ile tüm bölgelerde biri kadın diğeri erkek olmak üzere 2 aday gösteren BDP-HDP, resmi olamasa bile yönetimde kadınlara ve erkeklere eşit derecede hak ve sorumluluk vermiştir. Bu adım Türkiye tarihinde bir ilktir. BDP’nin kazandığı 102 belediye başkanlığında aynı sayıda kadın ve erkek eşbaşkan olarak görev üstlenmiştir. BDP’nin kadın eşbaşkanları da dâhil edildiğinde Türkiye genelinde belediye başkanlığını üstlenen 114 kadının 102’sini BDP-HDP’nin kadın belediye başkan ve eşbaşkanları oluşturmaktadır.
AKP’nin Bingöl’de belediye başkanlığını kazanan adayı Yücel Barakazi, başkan yardımcılığına bir kadının getirilmesini uygun görmediğini, bunun toplumun geleneklerine ve inançlarına uygun olmadığını hiç utanmadan söyleyebilmiştir. Bingöl’ün yeni seçilen Belediye Başkanı Barakazi, kelimesi kelimesine şöyle diyordu: “Belediye başkan yardımcılığına ve belediye başkan vekilliğine bayanları getirmeyi düşünmüyoruz. Dinen de örf’en de bu uygun değil. Toplum bunu hazmetmez.” Ortada bir hazımsızlık sorunu olduğu doğrudur. Ancak hazımsızlık sorununu asıl yaşayan toplum değil, bu lafları kusan AKP’li belediye başkanıdır. Toplumun geneline hâkim olan erkek egemen zihniyete ve cinsiyet ayrımcılığına rağmen “eşbaşkanlık” gibi formüllerle kadınları partinin tüm yönetim kademelerine ortak eden, belediye başkanı ve milletvekili olarak seçtirebilen bir siyasal anlayış da var.
AKP’nin seçim kampanyalarında yüz binlerce kadın çalışmış, evlerin kapılarını çalmış, inandıkları parti için oy istemişti. AKP’nin kadın aktivistlerinin durumu gerçekten de trajiktir. Aylarca çalış didin, gösterilen erkek adayları seçtirmeye uğraş, erkek-kadın ayrımı yapmadan partini reklâm et, erkeklerle beraber toplantılara katıl, sonra da seçtirdiğin belediye başkanı AKP’nin ikiyüzlülüğünü ve erkek egemen zihniyetini yumurtlasın; kadınların yönetimde işlerinin olmadığını söylesin. Üstelik AKP’li bu belediye başkanının ettiği laflara kendi partisinden de resmi hiçbir kınama gelmesin. Hiçbir konuda yorum yapmaktan geri kalmayan başbakan bu konuda ağzını açıp tek laf etmesin. Barakazi’nin sözlerine AKP politikalarını ve AKP’li politikacıları her fırsatta eleştiren CHP ve MHP’den, hatta sözde “çağdaş ve laik” kesimlerden de güçlü bir tepki gelmedi. Çünkü diğer düzen partileri, Kürt illerinde BDP’nin karşısına dikilen en güçlü düzen partisi olan AKP’yi, Kürt bölgelerinde yaptıklarından dolayı fazla eleştirmezler. Eğer AKP’nin batı illerinden birinde seçilen bir belediye başkanı böyle laflar etseydi, Kemalistlerin tepkisi çok daha güçlü olurdu.
Barakazi’nin açıklamaları üzerine, Bingöl Belediye Meclisi’ne birinci sıradan seçilen Nurten Ertuğrul, belediye meclis üyeliğinden istifa etti. Ertuğrul istifa gerekçesini şöyle açıkladı:
“Seçim zamanında gece-gündüz demeden toplum, din, örf gibi kuralları gözetmeden kadınları çalıştıran, kapı kapı dolaştıran, seçim koordinasyon merkezlerinde gece geç saatlere kadar erkeklerle birlikte çalıştıran bir anlayışın bugün çıkıp kadını geri planda tutmak adına bu tür mazeretleri öne sürmesi tam anlamıyla çelişkidir. Gece-gündüz 24 saat kapı kapı dolaşıp çalışma yapacağız, sonra bize dinen ve örf’en kadınların görev alamayacağı söylenecek. Bunu kabul etmem söz konusu değildi, bu nedenle istifa ettim. Din adına kimse bize bunu dayatmaya kalkmasın. Dolayısıyla, onurlu ve haysiyetli hiçbir partili kadının bu duruma sessiz kalmayacağını umut ederek belediye meclis üyeliği görevimden istifa ettim.”
Nurten Ertuğrul’a ne kendi partisinden ne de partisindeki kadınlardan destek gelmesi utanç vericidir. AKP, “kadın sorunu” denildiğinde sadece türban yasağı dolayısıyla kadınların yaşadığı hak ihlallerini ve mağduriyetleri gündeme getiriyor. Üstelik AKP türban yasakları konusunda da hep ikiyüzlüce davrandı. 2010-2011 yıllarına kadar türban yasaklarını kaldırmak için adım atmayarak yasakların ve mağduriyetlerin sürmesine göz yumdu. Kamu kurumlarında türban yasaklarının fiilen ortadan kalkması ve isteyen kadın memurların türban takabilmeleri 2013 yılında, yani AKP’nin hükümete gelmesinden 11 yıl sonra gerçekleşti. AKP, türban mağduriyetinden beslenebilmek için bu sorunu bilerek çözmedi. İktidarının ilk yılları boyunca AKP’nin ordu bürokrasisinin basıncı altında kaldığı kabul edilse bile, ilerleyen yıllar boyunca mağduriyetlerin devamına göz yummasının başka hiçbir açıklaması yoktur. TBMM’de kılık kıyafetle ilgili iç tüzüğün değiştirilmesi ve kadınların pantolonla meclise gelebilmesi tartışılırken, Meclis’te türban yasağının kaldırılması konusunda ilk defa önerge veren milletvekili, BDP’li Sırrı Süreyya Önder idi. Bu önerge üzerine AKP milletvekilleri Önder’e hücum etmiş ve önerge AKP’nin oyları ile reddedilmişti. AKP, kadınların başörtüsü mağduriyetini sürdürme ve mağduriyetten prim yapma politikasını yıllarca devam ettirdi.
Kamu kurumlarında da kadınların durumu geçmişten bu yana eşitsizliği yansıtıyor. Sorumlu mevkilerdeki kadın oranı yüzde 10’u geçmiyor. Üst mevkilere çıkıldıkça kadınlara çok daha az yer verildiği gözleniyor. Kadınlar burjuva düzenin partilerinde ve burjuva sınıfın meclislerinde olduğu gibi kapitalist devlet aygıtında da asla ayrımcı tutumlardan kurtulamıyorlar.
Kaldı ki, kadın sorunu kadınların erkeklerle eşit oranda mevki elde edebilmeleriyle ya da biçimsel eşitlikle ortadan kalkamaz. Burjuva feministler meseleyi buna indirgeyerek hem kadın sorununun sınıfsal boyutlarının üzerinden atlıyorlar hem de kapitalist sistemde çözülebileceği yanılsamasını yayıyorlar. Oysa kadın sorunu yalnızca siyasal ya da biçimsel eşitliğin değil gerçek toplumsal eşitliğin sağlanmasıyla ortadan kaldırılabilir.
Kadınlar ancak egemenlerin düzenine karşı ezilenlerin devrimci mücadele örgütleri içerisinde, erkeklerle birlikte kavga vererek eşitliği kazanabileceklerdir. İşçi sınıfının devrimci mücadelesi, cinsel, ulusal ve sınıfsal tüm eşitsizliklere ve ezme ezilme ilişkilerine son verme mücadelesidir. Bu kavganın içerisinde yer alan kadın ve erkek emekçiler sömürü düzenine karşı birleşir; örgütlü mücadele içerisinde eşitlenme olanağına kavuşur. Erkek egemenliğini ve her tür toplumsal eşitsizliği besleyen özel mülkiyet düzenine son verilmesi, işçi sınıfının, ezilen kadın cinsinin ve tüm insanlığın yegâne kurtuluş yoludur.
link: Zehra Aras, Seçimlere Yansıyan Erkek Egemen Zihniyet, Mayıs 2014, https://marksist.net/node/3462
Emperyalizm Sorunu Üzerine
DP Döneminin Aynasından Bugüne Yansıyanlar