AKP hükümetinin son dönem icraatları, en ufak bir muhalefete bile tahammülsüz biçimde saldırması ve giderek azgınlaşan polis terörü, otoriterleşme eğiliminin güçlenmekte olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır. 2002’de iktidara gelen AKP, sermayenin istemleri doğrultusunda ve Avrupa Birliği kriterlerine uyum kapsamında birtakım yasalar çıkardı. Gerek sermayenin ihtiyaç duyduğu yapısal dönüşümlerin sağlanması gerekse de kendisine yönelen Kemalist-statükocu saldırıyı bertaraf edebilmek için demokrat pozlara büründü. Yıllar geçtikçe devlet kurumları üzerinde etkisini arttıran AKP, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla statükocu sivil-asker bürokrasiye büyük darbeler indirerek iktidarını iyice sağlamlaştırdı. İktidarını sağlamlaştırdığı ve burjuvazinin ihtiyaç duyduğu dönüşümleri gerçekleştirdiği oranda da muhafazakâr ve otoriter yönü açığa çıkmaya başladı. Kemalist-statükocu burjuvaziyle giriştiği iktidar mücadelesini kazanmış olmasının yanı sıra, Türkiye’nin ekonomik olarak ciddi biçimde gelişmesi ve alt-emperyalist bir güç haline gelmesi, ayrıca içinden geçilen ekonomik kriz ve emperyalist savaş konjonktürünün tüm dünyada otoriter, muhafazakâr, milliyetçi ve militarist eğilimleri güçlendirmesi de bu gidişatı ciddi oranda koşulladı.
Gelinen noktada bütçeden silahlanmaya ve iç güvenliğe ayrılan pay kat be kat artmış durumdadır. Muhalefetin her türlüsüne yönelik siyasi baskılar gittikçe artarken polisin yetkileri de olabildiğince genişletilmiştir. Sosyalist basına dönük her dönem zaten fazlasıyla varolan baskıcı uygulamalar devam ederken, burjuva medya organlarına da ayar çekilmiş, “yandaş” olmayan medya önemli oranda hizaya getirilmiştir. Daha muhafazakâr bir toplum yaratmak doğrultusunda her fırsatı değerlendiren AKP hükümeti, bu amaçla da sayısız uygulamayı (yasal ve/veya fiili) hayata geçirmiştir: RTÜK aracılığıyla televizyon dizileri ve haber programlarına uygulanan sansürler, üniversitelerde solcu-devrimci öğrencilere uygulanan polis terörü ve tutuklamalar, son günlerde gündeme gelen içki kullanımıyla ilgili kısıtlamalar vb.
AKP hükümeti son olarak da otoriterleşen çizgisini kalınlaştıran yeni bir uygulamayı devreye sokmaktadır. Başbakan Erdoğan Amerika gezisinde futbolda şiddetle ilgili yöneltilen bir soruya, “Kulüpler, federasyon ve medya birlikte çalışın... Biz de hükümet olarak üstümüze düşeni yaparız. Bir de stadlardan ve üniversiteden özel güvenliği çıkartacağız. Çünkü danışıklı dövüş oluyor. Kulüp yönetimlerinin çıkarları için çalışıyorlar, güvenlik için değil. Onları artık üniversitelerden ve stadlardan çıkaracağız. Yine polis bakacak bu işe” diyerek, yeni planlarını açıkladı. Buna göre üniversitelerde ve stadlarda özel güvenlik yerine “koruma memuru” adı altında polis görev yapacak. Bu kapsamda 10 bin kişi işe alınacak ve bunlar üniversitelerde veya stadlarda polis gelinceye kadar olaylara müdahale edebilecekler.
Üstelik AKP hükümeti böyle bir anti-demokratik ve baskıcı uygulamayı bir iç yönetmelikle gerçekleştirmekte, böylece örneğin Meclis’te uygulama üzerine herhangi bir tartışmaya ve itiraza da izin vermemektedir. Erdoğan yaptığı açıklama ile, özel güvenlikçiler yeterince önlem alamadığı için olayların önüne geçilemiyor algısı yaratmaya çalışıyor. Oysa stadlardaki şiddeti yaratan bizzat sistemin kendisidir. Stadlarda yaşanan şiddetin önlenmesinin yolu polis sayısının arttırılmasından geçmemektedir. Bütün kapitalist devletler futbolu rekabet ve fanatizm pompalayarak toplumu manipüle etmek, uyuşturmak için kullanırlar. Stadlarda meydana gelen şiddet bu politikanın ürünüdür ve zararı kapitalist sisteme değil, topluma dokunmaktadır. Ancak Erdoğan’ın derdi stadlarda şiddetin önlenmesi değildir.
Her ne kadar bu tür ortamları burjuvazi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirse de, stadlar toplumsal gündemlerin dile getirildiği, birtakım protestoların yapıldığı yerlerdir aynı zamanda. Çoğunlukla burjuvazinin işine gelecek tarzda, örneğin milliyetçi duyguların coşturulduğu durumlar olsa da, arada bir muhalif duyguların yükseltildiği durumlar da olabilmektedir. Örneğin, Türk Telekom Arena Stadının açılışında Galatasaraylı taraftarlar Erdoğan’ı protesto etmiş ve Erdoğan stadtan ayrılmak zorunda kalmıştı. Sadece üniversitelerde değil bu tür stad veya spor salonlarında AKP’li bakanlar da aynı protestolarla karşılaşmışlardı. Sinan Erdem Spor Salonundaki tenis turnuvası ödül töreninde, aile ve sosyal politikalar bakanı Fatma Şahin protesto edilmişti. Bunun üzerine Erdoğan oldukça sinirlenmiş, bakanı protesto edenleri “holigan, terörist” olarak ilan etmişti. Yani kim ki AKP’yi protesto ederse o “teröristtir”! Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, koruma adı altında görev yapacak olan polisler, bu tür olayların büyümesini önleyecek ve “holigan teröristlerin” dersini verecektir. Belli ki, mevcut özel güvenlik, estirdiği teröre rağmen AKP’yi tatmin edememektedir!
Kuşkusuz yeni uygulamanın bir diğer hedefi üniversiteleri kontrol altına almaktır. “Genel konuşacak olursak, AKP hükümeti de diğer burjuva güçler de, tarihsel deneyimleriyle gayet iyi bilmektedirler ki, gençlik toplumsal muhalefetin barometresidir. Gençlik içindeki kıpırdanışlar çoğu zaman çok daha büyük toplumsal fırtınaların ön belirtileri olmuştur. Bugün Avrupa’da yükselişte olan öğrenci hareketi, oradaki sınıf hareketiyle kolkola yürümekte ve burjuvazinin saldırı politikalarına karşı güçlü bir bariyer oluşturmaktadır. İşte AKP hükümeti bir yandan da emekçilerin ve öğrencilerin Avrupa’da estirdikleri bu rüzgârların korkusuyla önlem almaya çalışmaktadır.” (Oktay Baran, Türkiye’de ve Avrupa’da Öğrenci Eylemleri, MT, Şubat 2011)
Özellikle üniversitelerde bugüne kadar birçok kez başbakan dâhil olmak üzere pek çok AKP’li bakan öğrenciler tarafından protesto edildi. Her defasında da gerek özel güvenlikler, gerekse polis, azgınca protestocu öğrencilere saldırdı. Ancak ODTÜ’de yaşanan kitlesel direniş AKP açısından dönüm noktası oldu. Erdoğan, Göktürk-2 uydusunun Çin’den fırlatılması nedeniyle 18 Aralık günü ODTÜ yerleşkesi içerisinde yer alan TÜBİTAK binasına, savaşa gidermiş gibi 20 zırhlı araç, 8 Toma ve 3600 polisten oluşan bir ordu eşliğinde gitmişti. Polis protestocu öğrencilere azgınca saldırdı, bir öğrenci ağır yaralandı ve günlerce yoğun bakımda kaldı. Polis o kadar çok gaz bombası atmıştı ki, rüzgârın da etkisiyle Erdoğan’ın kendisi bile atılan gazlardan etkilendi. Erdoğan üniversiteden ayrıldı ama polis terörü devam etti. Başbakanın talimatıyla öğrencilere soruşturmalar açıldı, başbakana yaranmak isteyen bazı üniversitelerin rektörleri öğrencileri kınayan açıklamalarda bulunurken, öğretim üyelerinin bir bölümü ve öğrenciler ODTÜ’lü öğrencilere destek verdiler. Erdoğan estirilen polis terörüne rağmen öğrencileri molotof kokteyli atmakla suçlayıp “terörist” olarak ilan ettiği gibi, öğrencilere sahip çıkan öğretim üyelerini de, öğrencilere molotof atmayı öğretmekle suçladı. AKP’ye göre “Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanı Tayyip ODTÜ’den defol” pankartı açan ODTÜ’lü öğrencilere uygulanan şiddet normaldi ve asıl suçlu öğrencilerdi. Yine hatırlayacak olursak 2011 Ocağında ODTÜ’lü öğrenciler AKP genel merkezine yürümek istemiş, 2200 polis ve çok sayıda zırhlı araçla önü kesilen öğrencilere pervasızca saldırılmıştı.
Açıktır ki, AKP’nin en ufak bir protestoya, en sıradan talebe bile tahammülü yok. Gerçekleşen her protestonun arkasından “bunun arkasında bir organizasyon, bir örgüt var”, “bunlar marjinal gruplardır” şeklindeki argümanlara sarılmaktadır. AKP güvenlik görevlisi yerine polisi üniversiteye sokarak üniversitelerde istediği düzeni kurmak istemektedir. Bunun için gereken altyapı çalışmalarını uzun süredir sürdürüyor.
İktidara geldiğinde YÖK’ü kaldıracağını vaat eden AKP, YÖK’te hızlı bir şekilde kadrolaşmaya girişti ve YÖK’ü kendi kontrolü altına aldı. Şimdilerde ise hazırlanan yeni YÖK tasarısıyla üniversiteler sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden biçimlendirilmek isteniyor. AKP her zamanki gibi hazırladığı saldırı taslağını süsleyerek kamuoyuna YÖK kaldırılıyor şeklinde sunmakta ve kamuoyunu yanıltmaktadır. YÖK’ün başına “T” eklenerek TYÖK olarak değiştirilmesi, YÖK’ü ve anti-demokratik uygulamalarını ortadan kaldırmıyor. AKP, hazırladığı YÖK yasa tasarısına uyumlu şekilde polisi üniversitelere sokarak istediği denetimi sağlamayı hedefliyor. Yani öğrencilerden yükselecek muhalif sesler daha en başından engellenerek büyümesi önlenecek. Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın yaptığı açıklama AKP’nin bu niyetini açıkça ortaya koyuyor. Beşir Atalay, “Hükümetimizin öyle bir niyeti var. Hem üniversitelerle ilgili. Biliyorsunuz son dönemde az katılımlı da olsa üniversitelerimizde bazı öğrenci olayları oldu. Buna asla müsaade etmeyeceğiz. Birilerinin üniversite hayatını böyle karıştırmasına meydan vermeyeceğiz” diyerek üniversitelerde öğrencileri susturacaklarını açıkça itiraf ediyor.
Dolayısıyla AKP özel güvenlikçilerin uyguladığı terörü yetersiz bulmakta ve bu nedenle de polisi üniversitelere yerleştirmek istemektedir. Yoksa özel güvenliği istemediğinden değil. Çünkü özel güvenlik de AKP döneminin uygulamalarından biridir. Tıpkı polis gibi özel güvenlik de, bulunduğu hastanelerde, stadlarda, üniversitede gerçekleşen itiraz, eylem ve protestolarda terör estirmektedir.
Özel güvenlik görevlileri üniversitelerde terör estirme konusunda polisten geri durmuyor, eylem yapan öğrencilere gözü dönmüş şekilde saldırıyor. Mart ayında Osmangazi Üniversitesi öğrencileri, üniversite yemekhanesinde fiyatlara zam yapılmasını protesto etmişti. Fiyatların indirilmesini isteyen öğrenciler 5 bin imza toplayarak rektöre vermek istedi, ancak özel güvenlik buna izin vermedi. Bunun üzerine öğrenciler boykot başlattılar. Boykot yapan arkadaşlarına sandviç hazırlayan ve hazırladıkları sandviçleri arkadaşlarına vermek isteyen öğrencilere özel güvenlikçiler gözü dönmüş şekilde saldırdılar. Birçok öğrenci yerde coplanarak, tekmelenerek feci şekilde dövüldü. Özel güvenlikçilerin sergilediği bu tür örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.
AKP’nin polis içinde yeni kadrolaşma hamlesi
Bir şeyin altını daha çizmek gerekiyor. AKP’nin bu hamlesi aynı zamanda polis içinde yeni bir kadrolaşma çalışmasıdır. İçişleri bakanı Muammer Güler’in konuyla ilgili yaptığı açıklamaya göre, bir tür resmi-özel statüde çalışacak koruma memurlarının özlük hakları polise yakın ve üniformaları polislerden farklı olacak. Olaylara acil müdahale yetkileri bulunacak koruma memurları, delil toplayarak kolluk kuvvetleri gelene kadar gerekli müdahaleyi yapabilecek.
Bu da gösteriyor ki, görev yapacak on bin koruma memuru, diğer polislerin aksine AKP’nin istediği kriterlere göre seçilecek, eğitimlerini ona göre alacak ve tamamen AKP’nin kontrolü altında olacaklar. Her türlü toplumsal olayda AKP’ye direkt bağlı bir birim şeklinde çalışacaklar. Zira polis teşkilatının içinde önemli bir grup Gülen cemaatinin kontrolü altında. Başkanlık sistemini getirerek bütün gücü tek başına elinde bulundurmak isteyen ve bu yönde her türlü otoriter adımı atan Erdoğan için bu durum kabul edilmezdir. Devletin her kurumu, AKP’nin kontrolü altında olmalı, Erdoğan gücü tamamen kendi elinde bulundurmalıdır.
AKP’nin stad ve üniversitelere özel güvenlik yerine “koruma memurlarını” yerleştirmesi AKP’nin otoriteleşmesi sürecinin yalnızca bir parçasıdır. Son on yılda keyfi tutuklamalar, Kürt halkına yapılan pervasızca saldırılar, insan hakları ihlalleri, Hrant Dink’in katledilmesi, Uludere katliamı ve bunların üstlerinin örtülmeye çalışılması AKP’nin demokrasi maskesini düşürmüş, otoriter baskıcı yüzünü ortaya çıkarmıştır. Kriz ve emperyalist savaş süreci çelişkileri daha da derinleştirmekte ve alttan alta yükselecek bir sınıf mücadelesi mayalanmaktadır. Sermayenin emrindeki AKP hükümeti de bu yüzden, oluşabilecek her türlü muhalefeti en başından susturmak, sindirmek istemektedir. Bunun için türlü baskı yasalarını devreye sokmaktan geri durmamaktadır.
Son on yılda Emniyet’in bütçesi 5 kat artmıştır. “Polis teşkilatının orduyla kıyaslandığında daha fazla kayırılmış olması AKP hükümetinin siyasi ihtiyaç ve tercihlerini yansıtmaktadır. Geçtiğimiz yıllar boyunca AKP ile askeri bürokrasinin iktidarda daha fazla söz sahibi olmak üzere çekişmesi, AKP hükümetinin doğrudan kendi emri altında tutabileceği silahlı gücü arttırmaya ihtiyaç duymasının en temel sebebiydi. Öte yandan polis teşkilatının bu derece güçlendirilmesinin burjuva hükümetin kendisini iç tehditlere karşı koruma refleksini de yansıttığı açıktır. Burjuvazi bir bütün olarak polisin tahkim edilmesinden memnundur. Türkiye’de orduya ayrılan bütçe burjuvazinin çeşitli kesimleri tarafından dönem dönem tartışma konusu edilmiştir; ancak polis teşkilâtının bütçesi nedense burjuvazinin hiçbir kesimi tarafından tartışma konusu edilmemiştir.” (Kemal Erdem, Savaş Harcamaları Artıyor, MT, Ekim 2012)
Evet, burjuvazi polis teşkilatının bütçesini kesinlikle tartışmamaktadır. Kuşkusuz burjuvazi için en büyük tehdit işçi sınıfının devrimci mücadelesinin yükselmesidir. Bu nedenle burjuvazi ve emrindeki AKP hükümeti polis teşkilatını olabildiğince güçlendirmektedir. Çünkü Avrupa’da yükselen sınıf hareketi, işçilerin yapmış olduğu grev ve direnişler, protesto ve çatışmalar, burjuvaziyi kaygılandırmaktadır. 1 Mayıs’ta Taksim’de yaşanan polis terörü, greve çıkılan THY’de havaalanının polis ablukasına alınarak grevin fiili olarak kırılmak istenmesi, Reyhanlı’da gerçekleşen saldırı sonrasında hükümeti protesto etmek isteyenlere azgınca saldırılması ve son olarak Gezi Parkı’nın yıkılmasını engellemek için direnenlere tam bir polis terörü uygulanması AKP’nin duyduğu korkunun bir ifadesidir. Bundan sonraki süreçte de sermaye ve emrindeki AKP hükümeti otoriter çizgisini sürdürmeye, toplum üzerindeki baskısını arttırmaya çalışacaktır. O nedenle, sermayenin emrindeki AKP hükümetinin iç yüzünün, hizmet ettiği sermaye sınıfından ve hedeflerinden koparılmadan teşhir edilmesi önem taşıyor.
link: Hakan Sönmez, Üniversitelere Yeni Gardiyan: “Koruma Memurları”, Haziran 2013, https://marksist.net/node/3281
Dış Borç ve IMF Meselesi