Radikal gazetesinde çıkan “eğitimde değil ama parada fark attık” başlıklı haberde Türkiye’de özel üniversitelere ilişkin ilginç bir tablo ortaya konmuş. Dünyada en fazla özel üniversiteye sahip ülkelerden birinin Türkiye olduğunun, ancak buralarda verilen eğitimin kalitesinin yani yetiştirilen öğrencilerin başarı düzeyinin trajik denecek kadar düşük olduğunun altı çizilmiş. Akademik kriterlerle yapılan sıralamada, ilk 1000 üniversitenin içinde Türkiye’deki hiçbir özel üniversitenin yer almadığı tespit edilmiş.
ODTÜ’deki bir araştırmadan yola çıkılarak yapılan habere göre, on binlerce öğrencinin gittiği bu üniversitelerin verdikleri eğitim, çeşitli Avrupa ülkelerindeki benzer özel okulların eğitimi ile kıyaslanınca Türkiye’dekiler sıralama dışı kalmışlar. Bilindiği gibi, yüksek miktarlarda paralar akıtılarak devam edilebilen özel üniversitelerde, burjuva ve gelir durumu yüksek olan küçük-burjuva ailelerin çocukları okumaktadır. Dolayısıyla konunun bizi ilgilendiren boyutu, bu okullarda yetişen öğrencilerin başarı düzeylerinin düşüklüğü değil, özel eğitim alabilen bu azınlıkla alamayan geniş yığınlar arasındaki uçurumun her geçen gün daha da büyümesidir. Bir yanda toplumun büyük kesimine yani geniş emekçi yığınlara reva görülen eğitimin düzeyi, sınırlılığı, diğer yanda ise bir grup insanın yıllık 10-30 bin dolar karşılığında sahip olduğu eğitim olanağı. Bu azınlığın avuç avuç para saçarak aldığı eğitimin düzeyi bu kadar trajik bir tablo olarak ortaya konulunca, işçi ve emekçi yığınlara eğitim adı altında dayatılanın düzeyi insanı kaygılandırıyor doğal olarak. Devlet okullarında emekçi çocuklarına reva görülen eğitimin niteliğini sorguladığımızda, söz konusu olan şeyi tıpkı fabrikalardakine benzer bir “seri üretim” olarak adlandırabiliriz. Sürüler halinde aldıkları çocukları, seri üretimle, bilimsellikten uzak, emre ve amire sorgusuz itaat eden, tektip robotlara dönüştüren “eğitim” fabrikaları!
Kapitalizmde eğitim denilen şeyin amaçlarından biri de, burjuvazinin kendi çıkarlarının gerektirdiği düşünme biçimini milyonlarca insanın benimsemesini sağlamak ve sisteme uyumu yani boyun eğişi kolaylaştırmaktır. Kapitalizmde eğitim kurumları, burjuva ideolojisinin yayılmasında, kuşaktan kuşağa taşınmasında önemli bir rol üstleniyorlar.
Eğitim sektörü Türkiye’de burjuvazi açısından kârlı ve yıldızı parlayan bir sektör haline gelmiştir. Kapitalistler yatırımlarını her zaman kârlı alanlara kaydırırlar. Eğitim alanı da burjuvazi açısından hem son derece kârlıdır hem de kendine adam yetiştirmek gibi daha pek çok avantajları bulunmaktadır. Bu yüzden, burjuva devletin kaynak aktardığı, vergilerden muaf tuttuğu, devlet arazilerini peşkeş çektiği bu özel okulların sayıları giderek artmaktadır. Türkiye’de tanınıp bilinen büyük burjuvaların neredeyse hepsinin üniversiteleri bulunuyor. Özel eğitim kurumları, 7 özel meslek yüksekokuluyla birlikte sayısı 69’a çıkan özel üniversitelerle de sınırlı değil; anaokulundan ilköğretimine, ortaöğretiminden dershanesine kadar tüm kademelerde binlerce özel eğitim kurumu var. Eğitim-Sen’in hazırlamış olduğu rapora göre, Türkiye’de 2010-2011 öğretim yılı itibariyle 1054 özel anaokulu, 898 özel ilköğretim okulu, 798 özel lise bulunuyor. Bu okullarda 498 bin öğrenci okuyor. Özel dershanelerin sayısı ise 4098’e çıkmış durumda. 2002 yılında dershanelere giden öğrenci sayısı 606 bin civarındayken, 2011’de bu sayı 1 milyon 235 bine fırlamış.
Özel okul ve kolejlerin sayıları hızla artarken, yıllık ücretlerinin yüksekliği karşısında insanın dudağı uçukluyor. Örneğin TED kolejinin Ankara’daki anaokulunun ücreti yıllık 32 bin lira, İstanbul’da Bahçeşehir eğitim kurumlarının ilköğretim kısmının yıllık minimum ücreti 22 bin lira civarında. Bir tarafta bunlar varken, diğer tarafta ise maliyeti öğrenci ve velilerin sırtına yıkılarak karşılanan sözde parasız devlet eğitimi var. Yine bir tarafta özel üniversitelere astronomik paralar akıtan bir azınlık varken, diğer tarafta asgari ücretle geçinip, çocuğunun Anadolu’nun uzak köşelerindeki binalarda yer alan sözde üniversitelere giderek “üniversite mezunuyum” diyebilmesi için dershanelere her yıl kendi rızkını yatırmak zorunda kalan milyonlar var.
Eşit koşullara sahip değiliz. İşçi ve emekçilerin çocukları devlet okullarında 50-60 kişilik sınıflarda okurken, burjuva sınıfın çocukları özel okullarda, özel şartlar ve akıllı tahta, bilgisayar laboratuvarı benzeri olanaklarla eğitim görmekteler. Bizim çocuklarımızın okudukları okulların ısınma, bakım, onarım, temizlik ve hatta kimi zaman öğretmen ihtiyacı bile, “kaynak yokluğu” gerekçesiyle “katkı payı” adı altında zorla alınan haraçlarla karşılanıyor. Asgari ücretli bir işçi, çocuğuna doğru dürüst defter kalem bile alamazken, tercih edeceği okul doğal olarak “kaynak yokluğu” bahanesiyle kendi kaderine terk edilmiş okullar oluyor. Bu okullarda öğretmen eksikliği nedeniyle boş geçen derslerde diğer branş öğretmenleri kendi deyimleriyle “çobanlık” yapıyorlar. Üstelik örneğin fizik derslerine beden eğitimi öğretmeninin girdiği bu çocuklar bu eşitsiz koşullardaki eğitimin ardından bir de diğerleriyle aynı sınavlara tâbi tutuluyorlar.
İşte o eşitsiz, adaletsiz, hep işçi ve emekçi sınıfların aleyhine çalışan sınav sistemiyle de ne kadar “kaliteli” bir eğitim aldığımız tescillenmiş oluyor. Eğitimi burjuva devlet, kendi okulunda veriyor. Çocukları ve gençleri kendi istediği gibi yetiştiriyor. Sonra da beğenmiyor. İşin trajik yanı, eskilerin deyimiyle “suçlu bağırmış, suçsuzun ödünü yarmış” misali, adeta alay eder gibi, “çalışınca oluyor”, “çadırda çalıştı başardı”, “dağda çobandı, tıp fakültesini kazandı” gibi sansasyonel manşetlerle, burjuvasıyla medyası el ele verip işçi ve emekçi sınıfın çocuklarının yüksek okul vb. kazanamayışını tembelliğe ve zeka geriliğine yoruveriyorlar. Oysa gerçekliğin farkında olanlar açısından durum o kadar basit değil ve iş “çalışınca oluyor”la geçiştirilemez. Burjuvazinin namussuzluğunun üstü bu kadar kolay örtülemez.
Yüksek öğrenimde çok çarpıcı bir sınıfsal ayrışma yaşanmış durumda. Bugün cumhurbaşkanının üniversite öğrencilerini temsilen görüşmelere kabul ettiği Bilkentli Jaguar marka araba kullanan öğrenciler var. Bunun yanı sıra eğitimin her kademesi bilimsellikten ve demokratiklikten son derece uzak. Burjuva devletin dayattığı resmi müfredatın içeriği milliyetçilikle, şovenizmle, militarizmle, dini hurafelerle doldu. İtaat kültürünü yeniden ve yeniden üreten, düşünmeyi ve sorgulamayı yasaklayan, tektipleştirici, hayattan kopuk bir eğitim anlayışı hâkim. Çocuklarımıza dün şehirlerin kurtuluş günlerinde kurşun sıktırıp Türk bayrağına saranlardan da, bugün yağmurun nasıl oluştuğunu anlatmak için parklara yağmur duasına çıkaranlardan da bilimsel bir bakış, nitelikli bir eğitim beklemek saflık olur.
Bu tablo karşısında işçi ve emekçi çocuklarının geleceğinin kurtulması, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin daha da güçlenmesine bağlıdır. Çünkü işçi ve emekçi sınıfların tüm diğer talepleri gibi parasız, eşit ve bilimsel eğitim talebi de ancak sermayeye karşı mücadele yükseldikçe hayata geçebilir. Daha ileri talepler için, daha güzel bir dünya için gelecekte değil bugünden mücadele vereceğiz. Bugünlerin mücadelesi verilmeden istediğimiz yarınları yaratamayız. Yeni ve özgür bir dünyanın mücadelesini verenler, kapitalizmin her yanımızı saran esaret zincirlerini parçalayıp, yepyeni bir ufka ve hayallere sahip yeni bir kuşakla bu dünyayı tanıştıracaklar. Geleceğin komünist gençleri, kendilerinden önceki kuşakların bu mantıksız sistemine bunca zaman boyun eğmiş olmalarını ibretlik bir ders olarak okuyacaklar.
link: Derya Çınar, Eşitsiz, Kalitesiz ve Soyguncu Eğitim, Ağustos 2011, https://marksist.net/node/2718
Devlet Savaşı Tırmandırıyor
Dünya Devrimi Bir Hayal mi?