Dünyanın, insanlığın ve uygarlığın içinde bulunduğu durumu anlamak isteyen biri, emperyalist işgal altındaki Irak’a bakmalıdır. Bugün Irak, insanlığın hal ve gidişatını en güzel özetleyen yerlerden biridir. Emperyalist haydutların pençesinde kıvranan Irak, insanların can güvenliğinin olmadığı, insanlık onurunun ve emeğin yerlerde süründüğü, her gün onlarca insanın parçalanarak can verdiği bir cehenneme dönüşmüştür. Emperyalist efendilerin yarattığı bu kanlı ve kara tabloda tek bir mutlu var: parababaları! İnsanlık kan ağlıyorken, sermaye baronlarının ağızları kulaklarında, mutluluktan dört köşeler. Ama bunların vicdansızlıkları, yoksul Irak halkının üzerine sürdükleri askerleri de esir almış durumda. İdeolojik olarak esir alınan Amerikan askerleri, her fırsatta, çeşitli yöntemlerle Irak halkını aşağılamaktan geri durmuyorlar.
Fazla söze ne hacet, fotoğraf her şeyi özetlemiş zaten. Emperyalist sisteme ait tüm çelişkiler bir fotoğraf karesine sığdırılıverilmiş adeta. Gülen ile ağlayan, aç ile tok, teknoloji ile ilkellik, ölüm ile yaşam ve haklı ile haksız… Tüm bunlar aynı karede. Bir kez daha bakalım, acaba fotoğrafta gördüğümüz nedir, kimdir? İnsan nasıl bu denli vahşileşebiliyor, umarsızlaşabiliyor? Iraklı anne ile askerin öyküsünü kısaca kelimelere dökelim.
Iraklı anne o sabah evinden çıkıp sokak sokak yürürken, ayakları gerisin geri gidiyordu. Evde çocuklar olmasa, kendisi çoktan açlıktan ölmeye razıydı. Fakat o bebelerin ne günahı vardı? Onların kaç gündür açlıktan ağlayan yüzlerine artık daha fazla bakmaya dayanamadı. Onuru ayaklar altına alınsa da, bugün düşman askerlerinin dağıttığı öteberiden birkaç parça yiyecek alacaktı. Kendi gibi yola düşmüşleri gördükçe yüzü kızarıyordu.
Nasıl olmuştu bu, nasıl bu duruma gelmişlerdi? Bir gece yarısı, ansızın gökyüzünden bombalar yağmıştı tepelerine. Aylar yıllar böyle sürüp gitti. Önce oğulları ve akrabaları, en sonunda ise gelini öldürüldü. Geriye kendi ve iki torunu kaldı. Sanki bir daha savaşsız bir dünya olmayacak, bir daha gün yüzü görmeyecekti. Her adımda ölüm, açlık ve yoksulluk vardı, her adımda patlayan bombaların sesi vardı.
İşte tüm bunları yaşayan anne gittiği yerden bir torba pirinç almıştı utana sıkıla. Askerin karşısında dik durmuştu, yalvarmamıştı. Fakat tepeden bakan gözler onu rahat bırakmıyordu. Tam bir iki adım atmıştı ki, bir asker durdurmuştu onu. Çuval bir süngü darbesiyle parçalanmıştı. Güzelim pirinç darmadağın oldu. Evde bekleyen torunları olmasa askere saldıracak ya onu ya kendisini öldürecekti. Fakat geriye döndü ve eğilip yoldaki pirinçleri avucuyla yeniden toplamaya başladı. Dayanamadı, artık sessizce ağlamaya başladı, askerse gülüyordu. Iraklı anne torunları ve halkı gibi açtı, onlarsa tok. Iraklı anne her bir pirincin nasıl emek istediğini biliyordu, onlarsa emeği ayaklarıyla eziyorlardı. Direnmeliydi, torunları, onuru ve tüm insanlık için direnmeliydi. Köle olmaktansa direnmek tek seçenekti. Umudunu tohumlar gibi yeniden yeşertmeliydi.
Bir tarafta alabildiğine zenginlik dolu bir dünya, öte tarafta kıtlık ve kan revan içinde bir dünya! Dünyanın tüm diyarları Irak kadar acı, aç ve yoksul işçi emekçilerle dolu. Tüm bu olanlar normal mi? Dünyanın bu hale gelmesi normal mi? Bunca zenginliğe karşılık, yirmi birinci yüzyılda insanlar ekmek, su, buğday, pirinç gibi en temel besin maddelerinden mahrum kalıyorlar. Emperyalizmin insanlığı getirdiği son durak tam bir çürümedir. Dünyamızın her yerinde benzeri manzaraları, benzeri fotoğrafları, benzeri anaları ve benzeri savaşları görmeye başladık. Şimdi son çareye sıkı sıkıya sarılma zamanı. Umudu, emeği ve özgürlüğü dünyamıza hâkim kılmak için mücadeleye sarılma zamanı. Kara bir kâbustan uyanıp yazgımızı elimize almanın tam zamanı. Nereden ve nasıl başlayacağımız belli! Bu zulmün hesabı mutlaka sorulacak. Son gülen iyi güler! Son gülen dünyanın işçi-emekçi sınıfları olacak!
link: Yavuz Girgin, Son Gülen İyi Güler, 26 Mayıs 2008, https://marksist.net/node/1802
Obezite, Küresel Isınma ve Bir Muhakeme İhtiyacı
Sendika Bürokrasisinin Hain Rolü