Temmuz ayında profesyonel futbol endüstrisinde yaşanan gözaltılar sonrasında Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım başta olmak üzere kulüp başkanları, teknik direktörler, menajer ve futbolcular 2010-2011 sezonunda 20 maçta şike yaptıkları iddiasıyla yargılanmaya başladılar. Aynı kapsamda Türkiye Futbol Federasyonu binasında da arama yapıldı ve Federasyon Başkan Yardımcısı gözaltına alındı. 2009 yılında Almanya’da yürüyen bir soruşturma sonrasında Türkiye’de futbol kulüpleri hakkında takip süreci başlatılmıştı. AKP’li siyasetçiler başta olmak üzere, medya çevrelerinde “futbolda büyük temizlik” olarak sunulan soruşturmada gelinen aşama, ne denli çamura bulanırsa bulansın sistemin futbolsuz yapamayacağını ve gerçek bir temizliğin bu sistemde mümkün olamayacağın gösterdi.
Bugünden biraz gerilere uzandığımızda, bir endüstri haline geldiğinden bu yana futbolun “şikesiz”, “teşvik primsiz”, “mafyasız”, “siyasetsiz” var olmadığını görüyoruz. Hem uluslararası hem de ulusal alanda sermayenin emrindeki futbol daima kirli oyunların bir parçası oldu. Hemen her ülkede sayısız “şike” skandalı patlak verdi, veriyor. Birkaç ismin göstermelik cezalara çarptırıldığı sektörde, süper kazançlarsa hız kesmeden devam ediyor. Çünkü futbol kapitalist sistemin kâr araçlarından biridir. Diğer bir deyişle oynanan her karşılaşma, bir yandan işçi ve emekçi kitleleri sahte başarılar ekseninde sarıp sarmalarken, diğer yandan burjuvaların ceplerine servetler akıtıyor.
Bu oyunun dünyadaki toplam getirisi 500 milyar doların üstündedir. Küresel düzeyde kârlı bir sektör haline gelen futbol, Türkiye’de de sermaye çevrelerine 1 milyar dolar kazandıracak kârlılığa erişmiştir. Vergi muafiyetleri, bahis şirketlerinin her tür dalavereleri, kulüp başkanlarının siyasilerle içli dışlı oluşu, kara paranın cirit attığı bu sektörün büyümesini kolaylaştırmaktadır. Ancak neoliberal saldırıların ve kuralsızlaşmanın ayyuka çıktığı bir dönemde nasıl kapitalist ekonominin ve burjuva toplum yaşamının diğer alanlarında bir çürüme ve iflas durumu ortaya çıkıyorsa, futbol gibi bir endüstride de işlerin çığrından çıkmaması düşünülemezdi. Nitekim İtalya ve Almanya başta olmak üzere birçok ülkede “şike” skandalları patlak verdi. Kârlı pasta üzerinde uluslararası soruşturmalar, sermaye çevreleri arasında ticari savaşlar ve siyasi çekişmeler yaşandı.
Yaz aylarında Türkiye futbolunda yaşanan tutuklamalar, Marksist Tutum’un Ağustos sayısında konu edilmişti. Skandalın ertesinde Kerem Dağlı’nın “Burjuva Siyasetin Aracı Olarak Futbol” adlı yazısında da belirttiği gibi, şike soruşturması, dünyayı sarsan ekonomik kriz vesilesiyle G-20, IMF ve DB toplantılarında alınan kayıt dışı ekonomiye müdahale kararının bir uzantısıydı. Dağlı’nın belirttiği gibi “başta IMF olmak üzere uluslararası kredi kuruluşları ve bankalar, kredi verilecek veya yatırım yapılacak ülkelerin kayıt dışı ekonomiye el atmasını, mali saydamlığın getirilmesini; yolsuzlukların, kara para ticaretinin, rüşvetin, mafya ekonomisinin üzerine gidilmesini şart koşmaya başladılar. Bu açıdan bakıldığında, ekonomisi içinde yabancı sermayenin oldukça önemli yer tuttuğu bir ülke olan Türkiye için bu tür düzenlemeleri yapmak kaçınılmaz bir gerekliliktir. Uluslararası Saydamlık Örgütü’nün 178 ülke arasında «temizlik derecesi»ne göre yaptığı sıralamada Türkiye sonlarda yer alıyor.”
Bu kapsamda Türkiye’de yürütülen soruşturma sonucunda 31’i tutuklu 93 şüphelinin yargılandığı davada sanıklar hakkında 150 yılı bulan hapis cezaları isteniyor. Örneğin Aziz Yıldırım 59 yıldan 156 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor. Yaz ayları boyunca yargılamalar AKP hükümetinin “demokratikleşme”, “şeffaflaşma”, “temizlik” propagandası eşliğinde gündemi bolca meşgul etmişti. Böylesi “ağır” cezalar istenmesine 31 Mart 2011 tarihinde çıkarılan 6222 sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun” neden olmuştu.
Çıkma aşamasında başta Aziz Yıldırım olmak üzere büyük kulüp başkanlarının da desteklediği kanunun 11. maddesi şöyle diyordu: “Belirli bir spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir başkasına kazanç veya sair menfaat temin eden kişi, 5 yıldan 12 yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Kendisine menfaat temin edilen kişi de bu suçtan dolayı müşterek fail olarak cezalandırılır. Kazanç veya sair menfaat temini hususunda anlaşmaya varılmış olması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.”
Devre arasında kararlaştırılan yeni taktikler
Futbolda şike aysberginin ortaya çıkmasıyla ligin başlangıç tarihi ertelendi. Buna rağmen ligin başlamasıyla berabere futbolsever kitlelerin statlardan soğuduğu görüldü. Maçlara ilgi azaldı. Aldatılma hissine kapılan milyonlarca izleyici için sonu baştan belli olan maçları takip etmenin neresi heyecan ve coşku verebilirdi? Elbette bu durum siyaset, mafya ve sermaye çevrelerini kara kara düşündürmeye başladı. Başta bahis şirketleri ve medya olmak üzere futbol sektöründen beslenen birçok sektörün temsilcisi tepkilerini dile getirdi. Bir yanda kirli kapılar ardında futbol baronlarının yaptığı lobi faaliyetleri, bir yanda da futbolun geniş emekçi yığınları uyuşturmada gördüğü hayati işlevin tehlikeye düşmesi nedeniyle, durumu kurtarmak ve futbol endüstrisini temize çıkarmak gerekiyordu. İşsizlik ve yoksullukla boğuşan emekçi kitlelerde futbolun yeniden umut yaratması en çok da burjuva siyasi partilerin işine gelecekti. Bu nedenle TBMM içinde etekleri tutuşan siyasi partiler o güne kadar birbiriyle girdikleri rekabeti bir kenara bırakarak 6222 sayılı kanunda alelacele değişikliğe gittiler.
BDP haricindeki üç parti, AKP, MHP ve CHP derhal hummalı bir çalışma içine girdi ve jet hızıyla hazırlanan yeni 6250 sayılı yasa 24 Kasım günü mecliste kabul gördü. Yeni yasada işlenen suçlarda büyük indirime gidildi. Böylece şikeci futbol patronları korundu. İşledikleri suçların yanlarına kâr kalmasının yolu döşendi. Örneğin 6222 sayılı yasanın ilk halinde şike ve teşvik primi nedeniyle 5 ilâ 12 yıl arasında cezaya çarptırılacak kişiler, meclisin arka çıkarak gerçekleştirdiği değişiklikle beraber artık 1 ilâ 3 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılacaklar. Yeni yasayla meclis adeta kulüp patronları lehine “şike” yapmıştır. Kulüp patronlarının şike nedeniyle bir daha yöneticilik yapmalarını yasaklayan cezai madde de kaldırılmış, böylelikle şikenin yolu önemli ölçüde açılmıştır.
Şike depremi meclisten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile AKP arasında ince bir çatlağa da neden oldu. Cumhurbaşkanı meclisin hazırladığı yeni yasayı veto ederek, hükümet ve muhalefete geri pasladı. Gül’ün veto gerekçesi ilgili yasanın “kamuoyunda, genel ve gereklilikten doğan bir düzenleme olmaktan ziyade, halen yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişilere yönelik özel bir düzenleme olduğu intibaını uyandırdığı, bu durumun da değişikliğin esas amacı dışında özel bir saikle hazırlandığı eleştirilerine sebebiyet verdiği görülmektedir” şeklindeydi. Cumhurbaşkanının prestijini parlattığı bir süreç yaşandı.
Tayyip Erdoğan’ın ameliyat sonrasında evinde dinlendiği esnada Bülent Arınç, Hayati Yazıcı ve Şamil Tayyar gibi AKP’liler, Gül’ün yasayı veto etmesini hayırlı bir iş olarak değerlendirdiler. Fakat Tayyip Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda partinin tek ses, tek yürek yasayı aynen Cumhurbaşkanına geri göndermesi buyruldu. Bundan sonra Türkiye’deki burjuva politikacıların geleneğinde var olan lidere biat etme beyanatları ortaya çıktı. Bülent Arınç sözlerini geri alarak “bu süreçte tek bir yanlışım var, o da büyük bir yanlış, kendimi affedemiyorum o konuda. Bu kanunu bir daha getirmeye cesaret edemezler lafım affedilemez bir hata” diye çark etti. Meclisin yasayı yeniden düzenlemesi, AKP’li milletvekillerinin ve Cumhurbaşkanının vetodan sonra yasayı onaylaması da gösteriyor ki, burjuva siyaseti için “kamuoyu hassasiyeti” lafugüzahtır.
Yasada yapılan değişiklikle birlikte şimdilik 8 kişinin şike nedeniyle tutuklulukları son buldu. Tahliyelerin başlaması da gösteriyor ki, burjuva hukuku futbolda esaslı bir temizlik yapacak kudrette değildir. Zengin kulüplerle iktidarı elinde bulunduran siyasetçiler arasında yeni ilişkilere girilecek, nihayet seçilen birkaç isim cezalandırılarak yargılama son bulacaktır. Milyar dolarlık getirisi olan futbolun “iyi oynayan kazansın” mantığı ile oynanması kapitalist sistemin kurallarına aykırıdır. Federasyonlardan kulüp başkanlarına, mafyadan siyasetçilere kadar geniş bir sermaye kesimi futboldan nemalanmaya devam edecektir. Aksini düşünmek kapitalist sistemi hiç tanımamış olmak demektir! Bu yıl İspanya başta olmak üzere Avrupa liglerinde yaşanan grevler, futbolcuların bu kara lekeden sıyrılmak, kulüp yöneticileri ve mafyanın baskısına boyun eğmemek için örgütlenmekten başka bir seçeneklerinin olmadığını gösterdi. Türkiye’de de futbolcular sendikal örgütlenme başta olmak üzere, her alanda örgütlenerek futboldaki kirli siyaseti deşifre etmelidirler. İşçi sınıfına düşen görevse, mayası bozulan bu oyunla üzülüp sevinmek yerine sermayenin egemenliğine son vermek üzere mücadeleye atılmaktır.
link: Yavuz Girgin, “Futbolda Büyük Temizlik” mi?, 11 Ocak 2012, https://marksist.net/node/2883
Kapitalist Avrupa’nın Bunalımı
Ahmedinecad’ın Venezuela’ya Dördüncü Gezisi Üzerine