AKP hükümetinin bir Rus bombardıman uçağını düşürmesinden bu yana, gerek bu ülkenin gerekse de dünya medyasının baş gündem maddelerinden birini Türkiye ile Rusya arasında tırmanan gerilim oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti yetkililerinin başlangıçta takındıkları tutumları halkın diline tercüme edip detaylandırmakla görevli yandaş yazarlar takımı “Türk milli gururunu” okşayan açıklamaları sürdürüyorlar. ABD ve NATO’dan esas olarak “krizi tırmandırmayın” yollu telkinler alan siyasi yetkililer ise son günlerde daha ihtiyatlı konuşmaya, krizi yumuşatma çabalarına ağırlık veriyorlar.
Buna rağmen Rusyalı egemenler krizi ve gerilimi sıcak tutmaya özen gösteriyorlar. Geçtiğimiz günlerde hazırlanan “yaptırımlar paketi” gerek Putin tarafından gerekse de Rus başbakanı tarafından onaylandı. Bu paket, 1 Ocak 2016’dan itibaren hayata geçirilecek. Ancak görünen o ki, Rus egemenler daha şimdiden fiilen ve keyfi uygulamalarla Türkiyeli şirketler, işçiler, öğrenciler vs. üzerinde baskı uygulamaya başlamış bulunuyorlar.
Putin geçtiğimiz gün Kremlin sarayında yaptığı şaşaalı bir toplantıyla, Türk egemenlere dönük suçlamalarda bulunmanın yanı sıra, yaptırımların artarak devam edeceğini, sadece ticari yaptırımlarla (alaycı bir şekilde “domates ithalatıyla” ifadesini de kullandı) sınırlı kalmayacağını açıklayarak, Türkiye’nin bu hareketinden dolayı pişman olacağını belirtti.
Yaptırımların fiilen başlamasından bu yana birkaç gündür, Türk medyası, Türk patronların yaşadığı sıkıntıları, havaalanlarında yaşanan cefayı, “toplama kamplarında” birkaç günlüğüne alıkonulmayı vb. haberleştiriyor. Ancak gerek Rus medyasında gerekse de Türk medyasında, yaşanan bu gerilimin iki ülkenin emekçi halklarının yaşamına nasıl yansıdığına dair ya pek bir haber yapılmıyor ya da işin bu yanı geçiştiriliyor. Özellikle Türk medyası, Türkiyeli kapitalistlerin işlerinin aksamasını gündemleştirirken, o kapitalistlerin ihraç ettikleri tarımsal ya da sınai ürünleri üretenlerin, yani Türkiyeli emekçilerin bu gerilimden nasıl etkilendiğini ve etkileneceğini pek gündeme taşımıyor.
Farklı ülkelerin kapitalistleri güç yarışı içerisinde karşılıklı olarak tepişirlerken, bu tepişmelerin bedelini her zamanki gibi emekçi kitleler ödemek zorunda kalıyorlar. Her iki ülkenin emekçileri, fillerin tepişmesinde ezilecek çimenler olarak görülüyorlar.
Rusya’da emekçiler, ithalat kısıtlamalarından dolayı artan tüketim malları fiyatlarıyla, yükselen enflasyonla boğuşmaya devam edecekler. Türkiyeli emekçileri de farklı günler beklemiyor. Rusya’ya ihraç edilen ürünlere getirilen yasaklar, bu ürünleri üreten sanayi işçilerini, tarım işçilerini, küçük çiftçileri, nakliye işçilerini, başta işsizlik olmak üzere türlü zorluklarla karşı karşıya bırakıyor, daha da bırakacak. Elbette her iki ülkenin de ekonomisinde ciddi sıkıntılar yaşanacak ve kuşku yok ki her iki ülkenin egemen sınıfları da bu zorlukları yalnızca emekçilerin sırtına yüklemekte hiçbir beis görmeyecekler. İşçiler örgütlenip ayağa kalkmadığı sürece, iktisadi ve siyasi krizlerin faturasını emekçilerden başka kim ödemiştir ki?
Temsil ettikleri büyük sermayenin emperyalist emelleri doğrultusunda, “itaatkâr ve kanaatkâr” bir toplum yaratmayı kafaya koymuş olan AKP liderliğinin maksadı bugünlerde daha da açığa çıkmış oluyor. Her ne kadar toplumumuzun kültürel dokusunda zaten itaatkârlık ve kanaatkârlık hayli önemli bir yer tutuyor olsa da, egemenlere bunun yetmediği açıktır. Nitekim doğacak zorluklara karşı halkımızın bu “değerleri”ne çoktan atıfta bulunmaya başladılar.
Halkımızın çilekeşliğine, zorluklara katlanma gücüne atıfta bulunan Erdoğan, doğalgaz kesilmesinin pek de bir sıkıntı yaratmayacağını buyuruyor. Bizim halkımız tüm sıkıntılara alışıktır, yeter ki “ulusal gururu” çiğnenmesin diyor. Tabii, bin yüz odalı saraylardan bu tür açıklamaları yapmak kolaydır.
Egemenler kışın ortasında sıcak malikâne ve saraylarında keyif çatarken, soğuktan titreyecek olanlar emekçi ailelerdir. Aslına bakarsak dünyanın en büyük vergi oranlarıyla yakıtı en pahalıya tüketen ülkelerden biri olan bu topraklarda emekçiler, kışın zaten soğuktan titremeye alışıktırlar. Üstelik kapıda bekleyen tehditlerle karşılaştırıldığında, soğuk hayli önemsiz kalıyor. Giderek ısınan emperyalist paylaşım kavgasında, aç kalmanın, sefalete sürüklenmenin, soğuktan titremenin, savaş alanlarında can vermenin yanında devede kulak sayılacağından şüphe duyulabilir mi? Yahut sokaklarda bombalar patlamaya, evlerin tepelerine bombalar düşmeye başladığında, emekçilerin doğalgaz kesintisinden çok daha fazla umursaması gereken sorunlarla boğuşacağı açık değil midir?
Böyle günlerin sanıldığından çok daha yakında olduğunu ileri sürmek için müneccim olmak gerekmiyor. Emperyalistlerin ve bölgesel güçlerin birbirinin boğazına sarıldıkları bir üçüncü dünya savaşı çoktan başlamış bulunuyor. Türkiyeli egemenler de bu haksız savaşın bir tarafında, yağmadan pay kapmak için çoktandır canla başla çalışıyor, emekçilerin başına yeni çoraplar örüyorlar.
Son krizin patlak vermesinin ardından, Türkiye ve Rusya’dan sendikal konfederasyonlar (Rusya Emek Konfederasyonu KTR ve DİSK) ortak deklarasyon yayınlayarak, bu siyasi krizlere, askeri gerginliklere ve savaş tacirliğine karşı olduklarını açıklamışlardır. Her iki ülkede de yükselen şovenist tutumlara karşı bu adımların atılması anlamlıdır ama esas yapılması gereken şey, doğru tutumun işçi sınıfının olabildiğince geniş kesimlerine benimsetilmesi ve onun bu doğrultuda seferber edilmesidir.
link: Marksist Tutum, Türkiye-Rusya Gerginliği: Filler Tepişirken Emekçiler Eziliyor, 6 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4632
Kim Kazandı?
Vicdanlı Bir Kapitalizm Mümkün mü?