Amasra’da 41 maden işçisinin yanarak can vermesine, 5’i ağır olmak üzere 11 işçinin yaralanmasına yol açan grizu patlamasının ardından ailelerin açıklamaları ve çeşitli meslek kuruluşlarının yaptığı incelemeler, bu maden faciasında da her şeyin göz göre göre geldiğini bir kez daha gösteriyor. Teknolojinin bunca ilerlediği, üretimin yapıldığı ortama ilişkin her türlü verinin anlık olarak toplanıp izlenebildiği bir çağda başka türlüsü de olamazdı zaten. Üstelik bizzat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, 24 gün önce boy gösterdiği bu ocağın “Türkiye’nin en modern madeni” olduğunu söyleyerek tevile yer bırakmamışken!
Hatırlatalım, aynı söylem bundan sekiz yıl önce Soma’da da kullanılmış, AKP hükümeti “her şey denetlenmiştir, kusur yoktur, Türkiye’nin en modern madenidir” diyerek Soma Holding yönetiminin avukatlığına soyunmuştu. Oysa grizu patlaması sonucunda 301 işçinin feci şekilde hayatını kaybettiği bu ocakta hiçbir iş güvenliği önleminin alınmadığı, işçilere verilen on yıllık gaz maskelerinin küflü ve bozuk olduğu, binlerce işçinin çalıştığı ocakta sığınma odalarının bulunmadığı ortaya çıkmıştı.
O dönemde başbakan olan Erdoğan, daha yakınlarının cenazeleri göçük altından bile çıkarılmamış olan madenci aileleri acı içinde beklerken, “Literatürde iş kazası var. Bunlar olağan, bu işin fıtratında var, bunu bilerek gider madenciler oraya” demiş, bununla da kalmayıp, “bu ülkenin başbakanına yuh çekersen tokadı yersin” diyerek bir vatandaşa tokat atmıştı. Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel ise özel harekâtçılarla birlikte bir madenci yakınına saldırıp onu yerlerde tekmeleyecek kadar insanlıktan çıkmıştı. O günlerden bugüne bu iki şahsın makam ve mevkileri değişti; Erdoğan “cumhurbaşkanı” olurken, Yerkel de gözlerden ırak ama bol akçeli bir mevkiye atanıp Almanya’ya ticari ateşe yapıldı. Ama onların madencilere biçtiği “kader” değişmedi!
Soma katliamının ardından yayınladığımız bir yazımızda şu olgulara dikkat çekmiştik: “Üretimi sınırsızca arttırmak için durdurak bilmeden çalışmaya zorlanan işçiler, vardiya değişimlerini bile ocağın içinde yapmaya başlamış, yemek molası 15-20 dakikaya indirilmiş, yangın riskinin son derece yüksek olduğu bilindiği halde madenin en güvenliksiz ve verimsiz yerleri bile kazılmaya başlanmıştır. Gerek TKİ gerekse Soma Holding yönetimi, işçilerin ve gaz sensörlerinin uyarılarını tümüyle kulak ardı etmişlerdir. Hatta sensörler son iki ay içinde pek çok defa karbonmonoksit miktarının maksimum değerin 10 katına çıktığını göstermesine, yani katliam «geliyorum» diye basbas bağırmasına rağmen, bu ölümcül durum hiçbir şekilde umursanmamıştır.”[*]
Sekiz yıl sonra Amasra’da, üstelik de devlete ait bir madende yaşanan katliamın benzer nedenlerle gerçekleşmesi bunun hiç de tesadüf olmadığını göstermektedir. Bu, madenciliğin değil “daha fazla kâr” için her şeye mubah gözüyle bakan kapitalizmin fıtratıdır! AKP iktidarı Amasra’daki maden işçilerinin “kader”ini de işte yine bu “fıtrat” kalemiyle yazmıştır. Özelleştirme, taşeronlaştırma, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin hiçe sayılması, işçi sayısının azaltılıp çalışma temposunun arttırılması, denetim mekanizmalarının işlevsiz hale getirilmesi… Sonuç, iş kazaları ve iş cinayetlerinde, meslek hastalıklarında patlamalı artış, sanayi bölgelerinde kanser başta olmak üzere pek çok ölümcül hastalığın yaygın hale gelmesidir.
20 yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin “ne pahasına olursa olsun daha fazla kâr, daha fazla üretim” politikaları yüzünden Türkiye sadece madenlerde değil fabrikalarda, inşaatlarda vd. yaşanan iş kazalarında ve cinayetlerinde de ilk sıralarda kalmaya devam etmektedir. İSİG Meclisinin yayınladığı rapora göre bu yılın ilk dokuz ayında iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçilerin kayda geçenlerinin sayısı 1359’dur. Her ay 200’e yakın sayıda canı iş cinayetlerine kurban veriyoruz. Tıpkı Soma’da olduğu gibi Amasra’da da boy gösteren sendika kılığı altındaki ihanet şebekeleriyse, sesi çıkan işçilerin kafasına vurup onları itiraz etmeden üretmeye zorlamakla görevliler. Nitekim işçiler bunların yüzünü ancak başkaldırdıklarında karşılarına sopa olarak dikildiklerinde ve elbette rejim temsilcilerini karşılama törenlerinde görmekteler!
Soma’dan beş ay sonra Karaman/Ermenek’te yaşanan maden faciası da göz göre göre gelen katliamlardan biriydi. 28 Ekim 2014’te, Has Şekerler şirketine ait kömür ocağında yaşanan ani su baskınına madende öğlen yemeklerini yerken yakalanan işçilerden 18’i boğularak hayatını kaybetmişti. Oysa su sızıntısı öğlen saatlerinde başlamış olmasına rağmen maden boşaltılmamış, benzer durumlar daha önce de üç kez yaşanmasına rağmen hiçbir güvenlik önlemi alınmamıştı. Üstelik maden çeşitli eksiklikler nedeniyle Haziran ayında kapatıldığı halde, hiçbir şey yapılmadan 15 gün önce yeniden üretime başlanmıştı. Peki nasıl olabilmişti bu? Olabilmişti çünkü siyasi iktidar buna açıkça göz yummuştu. Soma’da yaşanan katliamın ardından AKP hükümeti gelen tepkileri yatıştırmak için maden işçilerinin çalışma koşullarında bazı iyileştirmeler yapmak üzere İş Kanununda değişikliğe gitmişti. Çalışma koşullarının, sürelerinin ve ücretlerin iyileştirilmesini öngören bu düzenlemeler patronlara “ağır” geldiği için bir süre sonra bazı madenler kapatılmış ve işçiler işten atılmıştı. Böylece patronlar işçilere de hükümete de şantaj yapmışlardı. Nihayetinde bu şantaj başarılı olmuş ve hükümet patronların isteklerini kabul ederek gerek güvenlik önlemlerini gerekse çalışma koşullarıyla ilgili düzenlemeleri askıya almıştı. Böylece Has Şekerler patronu da madeni hiçbir değişiklik yapmadan yeniden açabilmişti. Ne de olsa “bize kömür gerekiyor”du ve gerisi teferruattı!
Tüm bunlar AKP iktidarının yirmi yıldır işçi düşmanlığına, yalana, kandırmacaya dayanan politikalarında zerrece değişikliğe gitmediğini gösteriyor. Ermenek faciasının ardından işçiler, madende su olup olmadığını anlamak için sondaj yapılması gerektiğini, ama yönetimin “vakit kaybı” olur diyerek sondaj yaptırmadığını dile getiriyorlardı. Bugün Amasra’daki maden işçileri de gaz kokusundan söz ettikleri bir şefin kendilerine “bize kömür lazım, sizin keyfiniz lazım değil” dediğini anlatıyorlar. Keyif? 41 ölü!
Evet, birilerinin keyfi yüzünden işçiler patır patır ölüyor. Soma katliamından sonra bir grup enerji müfettişinin yaptığı araştırma, AKP’nin işbaşına gelişini takip eden 12 yılda kurulan 52 madenin 36’sının AKP’li vekiller, bakanlar veya yöneticilere ait olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bu madenlerde hiçbir kural tanınmadan üretim yapıldığı biliniyor. Ama görülüyor ki şu anda devlete ait madenlerde de kuralsız ve acımasız bir üretim rejimi uygulanmaktadır ve bu doğrudan faşist rejimin ürünüdür. Sayıştay raporlarını bile hiçe sayan Erdoğan rejimi, uyarıları görmezden gelerek hiçbir önlem almazken facialara davetiye çıkarmaktadır. Sayıştay’ın denetim raporlarından rahatsız olan Erdoğan, Mayıs ayında Sayıştay’a alenen “açık aramayın” mesajı vermiş ve Sayıştay başsavcılığına da AKP milletvekilliğine aday olmuş “güvenilir” bir şahsı getirmişti. O tarihten sonra açık bulundu mu bulunmadı mı bilmiyoruz, ama bildiğimiz bir şey var ki, 2019 tarihli Sayıştay raporunda, Amasra’daki maden ocağında grizu patlaması riskinin yüksek olduğu, ayrıca tozla mücadele konusunda gerekli önlemlerin alınmamasının işçilerin tozdan kaynaklanan ciddi hastalıklara yakalanmasına yol açtığı belirtiliyor. 2020 raporu ise başka madenlerde de benzer felâketlerin yaşanmasının an meselesi olduğunu gösteriyor. Ama buna rağmen güvenlik önlemlerinin alınmadığı, hatta bunun için ayrılan yatırım ödeneğinin bile bu iş için kullanılmadığı ortaya çıkıyor.
Nihayetinde karşımızda, 2013’te sekiz işçinin yaşamını yitirmesine neden olan Kozlu faciasında sorumluluğu bulunduğu için 4 yıl hapis cezası alan (elbette mahkûmiyet uygulanmayıp para cezasına çevrilmiş!) Kozlu müessese müdürünü Türkiye Taşkömürü Kurumunun (TTK) başına genel müdür olarak atayan bir rejim bulunmaktadır. Bu rejimin tepesi hâlâ “kader”, “fıtrat” diyerek işçileri dinle uyuşturmaya çalışırken, Adalet Bakanı da katledilen işçilerin mezarları başında Kuran okuyarak adaleti öteki dünyaya havale etmekle meşguldür! Sayıştay, TTK, TÜİK ve diğer bütün kurumlar… Hepsinin ortak noktası, başlarına sarayın talimatlarını harfiyen yerine getiren, onun duymak ve duyurmak istediklerinin dışına çıkmayan zatların atanmış olmasıdır. Rejim burjuva devleti bu şekilde tepeden tırnağa yeniden organize ederek sermaye için dizginsiz bir sömürü cenneti yaratmıştır. Bunun sonuçları işçi sınıfına, emekçilere ve doğaya her gün bir başka katliam, her gün bir başka felâket olarak geri dönmektedir.
Erdoğan devletin hayatını kaybeden Amasralı madencilerin ailelerinin yanında olacağını, 1 milyon 350 bin lira yardım yapılacağını, ölenlerin ana-babalarına maaş bağlanacağını söyleyerek acıyı parayla dindirmeye kalkışmaktadır. Oysa bir zamanlar Somalı ailelere de verilen bu tür sözlerin hiçbiri tutulmamıştır. Hatta bu sözlerin yerine getirilmesi için verilen mücadelede iki mücadeleci sendikacı hayatını bile kaybetmiştir. Tam da bu yüzden Erdoğan’ın ve rejim sözcülerinin lafları Somalı madenci ailelerini çileden çıkarmaktadır. “Soma faciasının sorumlularını cezasız bırakarak Bartın faciasının önünü açtılar” diyen işçi aileleri, “Verdikleri para ile ailelerin susacaklarını mı sanıyorlar? Hayır, içimizdeki acı dinmiyor. Acılı ailelere para vereceğine faciaların yaşanmaması için önlem alsaydı, oraya harcama yapsaydı, bugün bunlar yaşanmazdı” sözleriyle isyan ediyorlar.
Aradan on günden fazla zaman geçmesine rağmen Amasra’daki faciaya ilişkin ortada ne “şüpheli”, ne de bir gözaltı vardır. Dava dosyasına alelacele gizlilik kararı getirilirken, işçi ailelerinin avukatlarının dâhi madene girmesi engellenmektedir. Rejim madenlerde grizu patlamalarına karşı önlem almak için kılını kıpırdatmamaktadır, ama toplumsal patlamalara karşı “önlem” almak için elindeki her aracı seferber etmektedir. Tıpkı Soma’da, Ermenek’te olduğu gibi Amasra’da da ilçeye giriş çıkışlar abluka altına alınıp her türlü eylem yasaklanmıştır. Gerçekleri dile getirmek dezenformasyon sayılıp, sosyal medya paylaşımında bulunanlar bile zindanla tehdit edilmektedir. Ama bütün zorbalığına rağmen rejimin emekçi kitlelerin büyüyen öfke ve tepkisini artık dizginleyemediği de görülmektedir. Ülkeyi karanlığa boğan, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin geleceğini yok eden bu rejim yıkılmalıdır. Yapılması gereken, sermaye düzeninin, faşist rejimin kötülük ve zulüm ittifakına karşı emek ve özgürlük ittifakında birleşerek harekete geçmektir.
[*] İlkay Meriç, Soma Katliamı: Cehennem Deliğine Girin Dediler! (Haziran 2014)
link: Marksist Tutum, Maden Karasının Aynasında Rejimin Yüzkarası, 26 Ekim 2022, https://marksist.net/node/7782
Asya-Pasifik’te Artan Gerilim ve Tırmanan Japon Militarizmi
Şebnem Korur Fincancı’ya ve TTB’ye Yönelik Saldırıların Anlamı