1. Marksist teorinin öngördüğü gibi, yaşanan tarihsel deneyimler de şu gerçeği ortaya koymaktadır: Proletaryanın toplumsal devriminin ilerleyebilmesinin tek yolu, iktidarı fetheden proletaryanın, devrimi ulusal çerçevede durdurmak isteyecek olan küçük-burjuva anlayışlara karşı proleter devrimin dünya ölçeğinde sürekliliğini sağlamak için kavga yürütmesidir. Küçük-burjuva devrimciliğine, küçük-burjuva “ulusal sosyalizm” anlayışına teslim olmak, devrimi ölüme terk etmek anlamına gelir.
2. Ekonomik gelişmişlik düzeyi açısından geri ya da ileri, tüm kapitalist ülkelerde işçi iktidarlarının tek başına, ya da birbirinden yalıtılmış olarak uzunca bir süre yaşayabilmesi olanaklı değildir. Bunun yanı sıra, dünya devrimi kapitalist sistemi kalbinden vuracak biçimde ileri kapitalist ülkelerde gerçekleşen devrimlerle yol almadıkça, geri ülkelerde yalıtılmış devrimlerin yaşam şansı nesnel olarak sınırlanmaktadır. Bu tür ülkelerde politik devrimi başarmak, bazı koşullar altında ileri kapitalist ülkelere oranla belki daha kolay, fakat iktidarı korumak ve toplumsal devrimi ilerletmek son derece zordur. Hatta dünya devriminin imdada yetişmediği koşullarda son tahlilde olanaksızdır.
3. Tarihsel deneyim Marksist teoriyi doğrulamaktadır. Marx, proleter devrimin kapitalizmi aşan içeriği nedeniyle, haklı olarak, ileri kapitalist ülkelerde devrimin gerçekleşmesi sorunu üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak Çarlık Rusya’sında keskinleşen çelişkileri değerlendirdiğinde, bu gibi ülkelerde devrimin Avrupa’yı beklemeksizin patlak verebileceğini ve bu durumun Avrupa’daki devrimi uyarabileceğini de öngörmüştür. Çarlık Rusya’sı gibi geri bir ekonomik ve kültürel temel üzerinde iktidara gelecek proletaryanın, ancak ileri ülkelerde kurulacak proletarya iktidarları sayesinde ayakta durabileceği Marksizmin temel açılımlarından biridir. Bu nedenle, proleter devrimin 1917 Rusya’sında patlak vermesi, Marx’ın yanıldığını ya da dünya devriminin bundan böyle de hep benzeri bir yol izleyeceğini göstermez. Tam tersine, 1917 Ekiminden günümüze dek yaşanan süreç, Marx’ın yanılmadığına ve dünya devrimi ileri kapitalist ülkelerde ilerlemedikçe, geri ülkeler proletaryasının tek yönlü çabalarının, tarihsel bir perspektifte, devrimi kurtarmaya yetmeyeceğine işaret etmektedir.
4. Proletarya iktidarının maddi temelini oluşturacak tarihsel-toplumsal koşulların uygunluğu bakımından henüz elverişli durumda bulunmayan 1917 Rusya’sındaki devrimci patlama, proletaryayı iktidara itivermiştir. Böyle bir durumda Bolşeviklerin, devrimci proletaryaya, proletarya diktatörlüğünün kurulması için önderlik etmiş olmaları ne denli doğru bir tutum ise, 1917 Ekimini takip eden yıllar içinde yaşanan olaylar da, tarihsel açıdan Engels’in 1853’teki satırlarında dile gelen bir endişenin haklılığına işaret etmektedir:
Bana öyle geliyor ki, partimiz tüm öteki partilerin kararsızlığı ve güçsüzlüğü sonucu bir gün iktidara gelecek, doğrudan bizim çıkarımıza değil, genelde devrimin ve özelde de küçük-burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden işleri gerçekleştirmeye başlayacaktır. İşçi ve emekçi yığınlar tarafından sıkıştırılacağımız bu ortamda, gerçekte bizim olan, ama üç aşağı beş yukarı yanlış yorumlanan ve parti mücadeleleri sonucu heyecanla, hırsla ön plana çıkarılmış bulunan vaatlerimiz ve planlarımız elimizi kolumuzu bağlayacaktır. Bu dönemde, henüz zamanının gelmediğini herkesten daha iyi bildiğimiz komünist deneylere ve sıçramalara girmek zorunda kalacağız. Bu arada kendimizi iyice yitireceğiz –inşallah salt fiziksel anlamda– ve gericilik baş kaldıracaktır. Ve dünyanın bu işlere dair tarihsel bir yargıya varabileceği günler gelinceye değin, bizleri canavarlar olarak niteleyecekler, ki bunu ciddiye de almayabiliriz, ama daha da kötüsü, bizler için “aptalca işler yaptılar” diyecekler. İşte en ağrıma giden de bu! Başka türlü nasıl olabilir? Bilemiyorum... Almanya gibi geri kalmış, ama ilerici partisi olan bir ülke, ileri bir ülkeyle, örneğin Fransa’yla birlikte ilerici bir devrim sürecine sürüklendiğinde, ilk ciddi çatışmada, ilk gerçek tehlike boy attığında, ilerici parti iktidara gelecektir, ki bu iş, her koşul altında zamanından önce olacaktır. Ama bu önemli değil, önemli olan ve şu an yapabileceğimiz şey, partimizin yazınında böylesi bir olasılığa karşı, tarihsel rehabilitasyonun temellerini ta öncesinden yaratmaktır.[1]
5. Tüm insanlık tarihi, yengilerin yanı sıra, ezilen sömürülen yığınlara yenmeyi öğreten yenilgilerle de ilerlemiyor mu?
Yaşanan deneyim, sosyalist devrimin ileri ülkelerden önce görece geri bir ülkede patlak vermesinin, kişilerin iradi kararının bir sonucu olmayıp, tarihsel süreçte bazı nesnel koşulların ortaya çıkardığı bir sonuç olduğunu göstermektedir. Bu durumda devrimci kişiye düşen görev, “olmalı mıydı, olmamalı mıydı?” biçiminde bilgiççe bir tartışma yürütmek değildir. Sorun, zaten olmuş bitmiş bir gerçeklikten ders alarak ileriye yürüyebilmektir. Tüm tarihsel deneyimi, proletaryanın kurtuluş mücadelesinin geri dönüşlü, sıçramalı, helezonik karakteri temelinde ilerleyişinin parçaları olarak kavramak gerekir.
Her şeyin bir defada değiştirildiği, salt zaferlerle ilerleyen bir devrim olmamıştır, olmayacaktır. Hele ki, beş bin yıllık sınıflı toplumların ürünü olan çelişkilere, insanın insan üzerindeki sömürüsüne kesin son vermeyi hedefleyen dünya proleter devriminin işi kuşkusuz kolay olmayacaktır.
1917 Ekim Devriminden bu yana yaşanan reel olguların, Marksist perspektiflerin yeni baştan “gözden geçirilmesini” gerektirdiğini söyleyen, bir başka deyişle, teorinin yaşanan pratiğin ışığında şimdi “yeniden kurulması gerektiği”ni iddia eden görüşlere katılmak mümkün değil. Çünkü yaşanan realite, Marksizmin öngördüğü zorunluluklara uyulması sonucunda değil, tam tersine onların çiğnenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu durum, tersinden de olsa, Marksizmin temel perspektiflerinin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Tarihsel deneyim, proleter devrimlerin, yolunu buluncaya değin, eksiklerini tamamlamak ve yanlışlarına son verebilmek için tekrar tekrar başlangıç noktasına dönebileceği yolundaki Marksist öngörüyü doğrulamaktadır.
… proletarya devrimleri … durmadan kendilerini eleştirirler, sürekli olarak kendi akışlarını kesintiye uğratırlar, görünüşte işi bitirilmiş olana tekrar başlamak üzere geri dönerler, ilk girişimlerinin yetersizlikleri, zayıflıkları ve küçüklükleriyle zalimce bir itinayla alay ederler, hasımlarını, salt, yerden yeniden güç alabilsin ve yeniden dev gibi ayağa kalkarak önüne çıkabilsin diye yere sermiş görünürler, kendi amaçlarının belirsiz muazzamlığı karşısında zaman zaman irkilip geri çekilirler, ta ki bütün geri dönüşlerin olanaksız olduğu bir durum yaratılıncaya, ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar:
Hic Rhodus, Hic Salta!
6. 1917 Ekim Devrimi sonrasında, Stalin’in şahsında simgelenen bürokratik egemenliğin kurulması ile birlikte, Sovyetler Birliği’nde kapitalizmden sosyalizme geçiş yönündeki tarihsel hareket aslında sona ermiştir. Buna rağmen, o günden bu yana bürokratik diktatörlük altında yaşanan sürecin “sosyalizm” ile özdeşleştirilmiş olması, dünya proletaryasının devrimci kavgasına çok ağır bir darbe indirmiştir. Bu darbenin yarattığı sonuçların giderilebilmesi için Stalinist “tek ülkede sosyalizm” anlayışı ile, Marksist sosyalizm anlayışı arasındaki derin ayrılığın, uzlaşmaz karşıtlığın, bütün açıklığıyla proletaryaya kavratılması gerekiyor.
Küçük-burjuvanın “ulusal sosyalizm” anlayışı karşısında söylenebilecek en anlamlı söz, Ekim Devrimini boğan Stalinist diktatörlük altında yaşanmış olan “tek ülkede sosyalizm” masallı yılların, Marx ve Engels’in dahiyane öngörüsünü doğrulamaktan başka bir kapıya çıkmadığı olabilir:
… öte yandan üretici güçlerin bu gelişmesi (daha şimdiden insanların güncel ampirik yaşantısının, yerel hayat planı üzerinde değil de dünya tarihi planı üzerinde cereyan etmesini içeren gelişmesi) katiyen vazgeçilemez, önce yerine gelmesi gereken pratik bir koşuldur, çünkü, bu koşul olmadan, kıtlık, genel bir durum alır ve gereksinmeyle birlikte zorunlu olan için mücadele yeniden başlar ve gene kaçınılmaz olarak aynı eski çirkefin içine düşülür.… Bu koşul olmadığı takdirde:1. komünizm ancak yerel bir görüngü (phénoméne) olarak var olabilir; 2. bizzat insan ilişkilerinin güçleri, evrensel, bu yüzden de katlanılmaz olan güçler olarak gelişemezler, yerel batıl inançlardan doğan “koşullar” olarak kalırlar; ve 3. değişimlerin her yayılması, yerel komünizmi ortadan kaldırır. Komünizm, ampirik olarak, ancak egemen halkların “ani” ve “aynı zamanda” meydana gelen hareketi olarak mümkündür, bu da gene üretici gücün evrensel gelişmesini ve komünizme sıkı sıkıya bağlı dünya çapında değişimleri varsayar.[2]
7. Tarihsel deneyim açısından asıl yargılanması gereken, bir kişi olarak Stalin değil, onun şahsında simgelenen ve proleter sosyalizmine yabancı olan Stalinist sosyalizm anlayışıdır. Bu anlayış, dünya devrimi fikrinden korkan dar kafalı, bencil küçük-burjuva zihniyetin “ulusalcı” anlayışıdır.
Her toplumsal-politik olgu gibi, kuşkusuz Stalinizmi yaratan da son tahlilde verili tarihsel koşullar içinde egemen olan bazı nesnelliklerdir. Yoksa tarihin ilerleyişi, tek bir insanın iradesiyle rayından çıkarılmış değildir. Olayların akışını, proletaryanın hedefleri açısından istenmeyen yönde etkileyecek güçlü nesnel itkiler söz konusu idi. Proleter devrimin Rusya gibi geri bir ülkede cereyan etmesi, dünya devriminin ileri ülkelerden hareketle gelişememesi, Stalin tipinde küçük-burjuva ruhla, kültürle yoğrulmuş dar kafalı liderleri egemen kılabilecek elverişli bir zemin oluşturdu.
Bu durum ancak, dünya proleter hareketinin ileri birikimini geliştirecek ve güçlendirecek olayların yaşanmasıyla tersine çevrilebilirdi. Oysa, dünya devriminin Avrupa’daki gelişiminin durması Stalin’lere tarihsel fırsat verdi. Onların bu tarihsel fırsatı kullanmaları, dünya devriminin gelişiminin önünde öznel bir engel oluşturdu.
Gerçekte, 1917 Ekim Devriminden Stalinizmin mutlak egemenliğini kurduğu tarihsel dönemece dek Sovyetler Birliği’nde, devrimi ilerletici içeriğe sahip öznel faktörlerle (Lenin, Troçki gibi uzun yıllar içinde uluslararası devrimci deneyim temelinde gelişmiş, pişmiş devrimci önderler; bu önderlerin düşünceleri doğrultusunda proletarya kavgasına sarılan Bolşevik devrimciler), geriliğin ürünü olan öznel faktörler (Rusya’nın küçük-burjuva toprağının ürünü olan ve ulusalcı “sosyalizm” anlayışını ruhuna sindirmiş Stalin tipi “devrimciler”; başarıyı dünyayı değiştirmekte değil bir aparatı yönetmekte, üstünlüğü devrimci fikirlerde değil kişilerin idari yöntemlerle hizaya getirilmesinde gören dar kafalı liderler) arasında kıyasıya bir çatışma sürdü.
İleri unsurları güçlü kılabilecek olan nesnelliğin, geriliği yaratan ve besleyen nesnellikten henüz daha zayıf olması nedeniyle Stalin tipi bir lider ve onun emrindeki aparatçikler partiye ve devlete egemen oldu. Bu noktadan sonra ise Stalinizm, dünya devrim sürecinin gidişini etkileyebilen bir öznel ögeye dönüşmüştür. Stalinizm, komünist partileri II. Enternasyonal’in uzlaşmacı çizgisine yaslanan bir sosyalizm anlayışına, burjuvazi ile uzlaşmayı içeren “halk cephesi” politikalarına, aşamalı devrim programlarına çekmiştir. Proletaryanın Marksist toplumsal devrim perspektifi, sürekli devrim anlayışı boğulmuş, dünya işçileri “tek ülkede sosyalizm” çarpıtması temelinde, bürokratik bir sanayileşme hamlesinin sosyalizmle özdeşleştirildiği bir stratejiye hapsedilmiştir.
8. Stalinizmin tarih sahnesinde yer alışının nesnel bir açıklamasının bulunması, asla ve asla Stalin’i günahlarından bağışlatmaz. Öte yandan, proletaryanın devrimci kavgasına düşman bir eğilimin Stalin’in şahsıyla simgelenmesi, sorunu “bir kişinin” hata ve sevaplarının karşılaştırılması biçiminde bir hafiflikle geçiştirmeye asla bahane oluşturamaz. Sorun, tarihin gidişi içinde bir ölümlü kişinin hata ve sevaplarının muhasebesinin yapılması değildir. Sorun, Stalinizm denen eğilimin, dünya devriminin ilerleyişi önünde nasıl bir engel oluşturduğunun, sosyalizm kavgasına nasıl bir kara leke sürdüğünün açıkça itiraf edilmesi sorunudur. Böyle bir eğilimin hiçbir ikircime düşmeksizin mahkûm edilmesi sorunudur.
Ancak devrimden ve dünyayı değiştirmekten korkan bir filisten gerçeği itiraftan kaçınabilir. Proletaryanın devrimci mücadelesi açısından kabul edilmemesi gereken bir sonucu, sırf kendini rahatlatabilmek ve fazla zahmete katlanmaktan kaçınmak için “başarı” diye yutturmaya kalkışabilir. Bugün hâlâ eskide ayak direyen Stalinizm özürcülerinin içine düştüğü durum bundan başka bir şey değildir.
Oysa gerçekler acımasızdır! Stalinist sosyalizm anlayışının sonuçları, Stalinizmin çöküşüyle birlikte olanca çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir. Devrimci Marksistlere düşen görev, bu tarihsel deneyimin derslerini proletaryanın mücadelesine aktarmak, kendisini uzunca bir süre, büyük bir sahtekârlıkla Leninizmin özdeşi gibi sunan Stalinizmin içyüzünü dünya proletaryasına sergilemektir.
9. Tarihsel deneyimin belirli bir kesitinde olayların gidişatının, Lenin ve Troçki gibi önderlere rağmen Stalin tipi liderlerin önünü açmış olması, her şeyi tarihsel kaçınılmazlığın sırtına yükleyerek, kişiyi tarihin bir seyircisi konumuna mı sürüklemeli? Kesinlikle hayır! Tersine, bu tarihsel deneyim içerdiği tüm olumsuzluklara karşın, kişinin içinde yaşadığı dünyayı zengin bir pratiğin eşliğinde kavramasını mümkün kılarak, onu değiştirebilmek için neler yapılması gerektiğini gösteriyor.
Tarihsel sürecin ilerleyişi içinde bir zaman dilimi boyunca Stalin gibilerin egemen olması, hiçbir yerde ve hiçbir zaman, devrimci öncünün sürece bilinçli müdahalesinin ve tarihsel rolünün önemini ortadan kaldırmaz. Tersine, bunun yakıcı önemini en çarpıcı biçimde gözler önüne serer.
10. Stalinist sosyalizm anlayışının varacağı yer, gelişiminin belli bir noktasında tıkanıp, uluslararası kapitalizme teslim olmaktır. Çünkü kapitalist dünya pazarının egemenliği koşullarında, ulusal sınırlar içine hapsolarak, dünya kapitalizminin ulaştığı düzeyi yakalama ve geçme hedefi, Marksist sosyalizm anlayışıyla hiçbir ilişkisi ve de gerçekleşme şansı bulunmayan gerici bir ütopyadır.
İşte Gorbaçov dönemi, altmış yıllık bu gerici ütopyanın faturasının artık ödenmeye başlandığı bir dönem oluyor. Bu anlamda, Gorbaçov’ların ya da Yeltsin’lerin, uluslararası kapitalizme entegre olma çabalarında şaşılacak bir yan yok. Böyle bir bürokratik rejimle varılacak yer tam da budur.
Uzun yıllar boyunca oluşan bir mayalanma sonucunda, “sosyalist” olarak adlandırılan ülkelerdeki bürokratik rejimlerin artık iflâs bayrağını çektiği bir momentte, egemen bürokrasi bir ikilemle yüz yüze gelmiş bulunuyordu: ya işçi sınıfının mücadelesiyle tarih sahnesinden süpürülmek ya da dünya kapitalizmine entegre olarak ve burjuvalaşarak, toplumsal ayrıcalığını artık yeni bir temelde (burjuva düzen temelinde) yapılandırmak.
Bu ülkelerde egemen bürokrasi, tarihsel açıdan ne denli “geçici” ve “soysuz bir sınıf” olduğunun örneğini sergileyen bir başkalaşım geçirerek burjuvalaşmakta ve bürokratik rejimler, proletaryaya daha nice sıkıntılara, acılara mal olacak bir çözülüş içinde adım adım dünya kapitalist sistemine entegre olmaktadır.
O halde temel görev, Stalin’iyle, Kruşçev’iyle, Brejnev’iyle, Gorbaçov’uyla bu bürokratik egemenliklerin, dünya proletaryasının kurtuluş mücadelesine düşman olduklarını dünya proletaryasına kavratmaktır.
11. Kendi tarihini yapan insanlık, yanlışlarını düzeltmeye koyularak ilerler. Ancak bu ilerleyiş, hiçbir zaman kendiliğinden olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Devrimlerin patlak vermesi için Marksizm zorunlu değildir ama proleter devrimlerin başarılabilmesi ve ilerleyebilmesi için, proletaryayı devrimci Marksist bilinçle donatacak bir önderliğin varlığı zorunludur.
12. Bugüne dek yaşanan deneyim Marksizmin değil, onun inkârı olan bir “sosyalizm” anlayışının çöküşünü sergiliyor. Ancak Stalinizmin çöküşü, devrimci Marksizmin kendiliğinden bir yükselişini getirmiyor. Fakat, kapitalizmin dayanılmaz sonuçları var oldukça, Marksizmin haklılığı, çağımızın toplumsal çelişkilerinin proletaryadan, ezilenlerden yana çözümlenmesindeki zorunluluğu, yeniden ve yeniden gün ışığına çıkacaktır.
Marksizmin kurucuları, önlerinde uzanan 20-30 yılın sorunlarıyla sınırlamamışlardı kendilerini. Onlar, koskoca bir tarihsel çağın, kapitalizme son verecek ve sınıfsız topluma geçişi mümkün kılacak proleter devrimler çağının sorunları ve perspektifleri üzerine eğildiler. Kapitalizm bir dünya sistemi düzeyine yükselerek, tüm dünyayı çepeçevre birbirine bağlamadıkça, Marx ve Engels’in geleceğe ilişkin teorik öngörülerinin derin içeriği yeterince kavranamadı. Ancak Marx ve Engels’in ölümünden günümüze uzanan süreçte, devasa bir dünya sistemi haline gelen, tüm ulusların kaderini birbirine bağlayan, ulusal sınırları gericileştiren, emek ve sermayeyi dünya ölçeğinde birbirinin karşısına diken kapitalist gelişme nedeniyle, onların geleceğe yönelik öngörüleri, günümüzde, geçmişte olmadığı düzeyde canlı ve derinden kavranabilir hale gelmiştir.
13. Dünya üzerinde bugün tanığı olduğumuz toplumsal çalkantılar, geçmişle geleceğin, haklı ile haksızın evrensel-tarihsel kavgasıdır. Proletaryanın kurtuluş mücadelesinin devrimci enternasyonalist içeriği doğru kavranıp buna uygun bir mücadele uluslararası düzeyde örgütlenemezse, ulusal düzeyle sınırlı devrimci çabalar sonuçsuz kalacaktır.
14. Ekim Devrimini değerlendiren satırlarında Rosa, koşulların dayatması altında Bolşeviklerin istemeden yapmış oldukları hataların anlaşılabilir olduğunu, fakat “Rusya’da yapılan bütün hataların, teoriye kazandırılmış yeni bilgiler olduğunu iddia ettikleri zaman, uğrunda savaşıp acılara katlandıkları enternasyonal sosyalizme kötü hizmet etmiş”[3] olacaklarını belirtiyordu. Onun işaret ettiği tehlike, Stalinizmin egemenliği kurulduğunda gerçekliğe dönüştü. İşçi sınıfının dünya görüşü olan Marksizm, Rusya’da işçi sınıfının iktidarına son veren Stalinizm eliyle tamamen çarpıtıldı ve bürokrasinin düzeni uzun yıllar boyunca “sosyalizm” olarak teorize edildi.
Böylece gerçeklerin yerini yalan almış ve gerçek yaşamdaki olumsuzlukların üstü bir sis ve hayal perdesiyle örtülmüştü. Yıllarca sosyalizmin üstünlüğü olarak sunulan şey, işte bu hayal perdesi olmuştu. Ve şimdi tarihsel gerçekliğin sivri okları bu perdeyi paramparça etti. Bu yırtılış karşısında, olayın şokunu hâlâ atlatamayanlar, tüm dikkatlerini acı bile olsa gerçeğe çevirecekleri yerde, parçalanan hayal perdesine gözyaşı döküyorlar.
Oysa bu devrimci bir tutum değildir. Dünyayı değiştirebilmek için, gerçeği, yalnızca gerçeği bilmeye ve somut gerçekler temelinde harekete geçmeye ihtiyacımız var. Unutmayalım ki, devrim için en yıkıcı olan şey yanılsamalardır, en yararlı olan şey ise içten ve açık gerçektir.
[1] Engels, “Joseph Weydemeyer’e Mektup (12 Nisan 1853)”, akt: T. Demirkan, Bitirilmemiş Devrim içinde, s.9
[2] Marx ve Engels, “Alman İdeolojisi”, Seçme Yapıtlar, c.1, s.42
[3] Rosa Luxemburg, 1917 Ekim Devrimi, s.46-47
link: Elif Çağlı, Tarihsel Deneyimden Çıkan Sonuçlar, Mayıs 1991, https://marksist.net/node/1120