Marmara bölgesi, büyük depremler üreten aktif bir fay hattı üzerinde bulunuyor. Gölcük merkezli yıkıcı depremden bu yana, ne zaman olacağı tam olarak bilinmese de Marmara’da büyük bir deprem daha olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Sismik araştırmaların ortak sonucuna göre, bu 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem olacak. İstanbul ise depremi, artan nüfusu, yükselen çirkin binaları, kibrit kutusu gibi üst üste dizilmiş konutlarda eli kolu bağlanmış milyonlarca insanıyla sessizce bekliyor. Bu tehlikeye rağmen bir mıknatıs gibi de daha fazla işçi ve emekçiyi kendine çekmeye devam ediyor. Devasa bir şantiyeye dönüşmüş bu şehrin taşı toprağı da müteahhit yumurtluyor. Sadece İstanbul’da değil Türkiye’nin dört bir yanında şantiyeler yükseliyor. Ağırlığını konut inşaatlarının oluşturduğu bu alandaki muazzam kârlar inşaatçıların ağzını sulandırıyor. O nedenle de müteahhit patlaması yaşanıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kayıtlarına göre son beş yılda müteahhitlik belgesi alanların sayısı 324 bini aşmış. Oysa nüfusu 80 milyon olan Almanya’da bile müteahhit sayısının 2700 olduğunu yazıyor gazeteler.
Türkiye’de 1912’den bugüne kadar gerçekleşen depremlerde ölen insanların sayısı resmi rakamlarla 75 binin üzerindedir. Deprem sonrasında kayıtsız, kimlik tespiti bile yapılamadan topluca gömülen insanların sayısı da düşünüldüğünde gerçek rakamların çok daha büyük olduğu açıktır. Sadece Gölcük ve Van depremlerinin kayıpları için verilen resmi rakam 18 bin 500’dür. Sermaye düzeninin bekçileri, milyonlarca insanı yaşarken insandan saymadıkları gibi ölünce de eksik saymakta ısrarcılar. Bu, nüfusunun yaklaşık %98’i deprem bölgesinde ve %40 kadarı aktif fay hatları üzerinde yaşayan bir ülkede insan hayatına ne kadar değer verildiğini de gösteriyor. Gölcük depremi on binlerce insanın hayatına mal olurken geride çok büyük acılar bıraktı. Tıpkı bu gün olduğu gibi o gün de boncuk tanesi gibi dizilmiş, şatafatlı görünen konutlar kumdan kaleler gibi çöktü. Bu konutları yapanlara açılan 2200 davada sadece 40 kişi suçlu bulundu. Davaların çoğu zaman aşımına uğratılarak düşürüldü. Yalova’da tek ceza alan müteahhit Veli Göçer’di. Müteahhitliğini yaptığı evlerde 195 kişi hayatını kaybetmesine rağmen o da 2011’de tahliye oldu. Neden oldukları büyük insan kıyımlarına rağmen neredeyse hiçbir bedel ödemeyen müteahhitlerin bugün sayısının katlanarak artması insanı şaşırtmıyor.
Türkiye’de binlerce insanın birkaç saniye içinde yerle bir olan evlerde ve işyerlerinde moloz yığınları arasında hayatını kaybetmesinin sorumluluğu çoğu zaman “doğal felâket” yakıştırması ile doğanın üzerine yıkılıvermiştir. Kimi ucuz, cahilce değerlendirmeleri de sadece unutulmaması için hatırlatalım. Gölcük depremini kadınların açık giyinmesine, içki içilmesine, ahlâki çöküntüye bağlayanlar olmuştu. Şimdilerde bu tarz değerlendirmeleri yapanların deprem üzerinden yürüyen talan ve rantın kaymağını yiyenler arasında olduklarını, ahlâksızlığın dibini bulduklarını da söylemekte fayda var. Doğayı sanık sandalyesine oturtup sıvışanlardan biri de devlettir. Gölcük depreminde devlete ait binaların (okullar, devlet daireleri vb.) neredeyse tamamı yıkılmıştı. Devletle hemhal olmuş müteahhitler, daha fazla kâr edebilmek için inşaatlarda deniz kumu, eksik demir kullanmış, malzemeden, işçilikten vb. çalmışlardı. Bu nedenle de yıkılan devlet binalarında yüzlerce insan ölmüştü. Her an olabilecek büyük İstanbul depremi için önlem alması beklenen devletin hali pür-melali işte buydu.
Burjuva devlet bizi depremin yaratacağı yıkımdan, felâketten korumaz, koruyamaz. Çünkü bu devlet sermaye sahiplerinin, burjuvazinin devletidir. Onu korumak, kollamak ve sömürü sisteminin bekasını sağlamak için vardır. Bugün devletin dümeni AKP’nin elinde ve bu hükümet adeta inşaatla özdeşleşmiş bir hükümet. Onun döneminde pek çok büyük inşaat şirketi, devasa rant ve talan projeleriyle ihya edilip semirtildi. Devlet ihaleleriyle parlayan yıldızlardan ikisine bakmak bile işin boyutlarını görmek için yeterli. Örneğin 2014 yılı cirosunu 4 milyar dolar olarak açıklayan Limak Holding’in aldığı ihalelerin sayısı, sermaye değeri ve çeşitliliği dudak uçuklatıyor. Çimento üretiminden havaalanı inşaatına, hızlı tren yolu inşasından, liman ve tren garı inşaatlarına 12 büyük devlet ihalesi ile 43 milyar dolarlık ihale almış. Bir diğeri de Cengiz Holding. O da devlet ihaleleri konusunda özel olarak dikkat çeken isimlerden. Nükleer santral, hızlı tren, baraj, otoyol, Maltepe sahil projesi inşaatları, bakır madeni, elektrik dağıtım ihaleleri. Cengiz Holding, Mehmet Cengiz’in şahsında daha iyi hatırlanır. 17-24 Aralık yolsuzluk operasyonları sırasında tapeleri yayınlanan ve orada geçen konuşmalarında “bu milletin a…koyacağız” diyen AKP’li büyük iş “adam”ıdır. Bu örnekler, devletin kolluk güçlerinin HES inşaatlarına karşı çıkan emekçilere neden hınçla saldırdığını, neyi cansiparene koruduğunu da gösteriyor.
“3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP, gerek 2001 kriziyle dibe vuran ekonominin büyümesini sağlamak, gerekse kendi burjuva çevresine sermaye akıtmak amacıyla inşaat sektörüne güçlü bir destek verdi. Duble yol, tünel, baraj, hastane, okul, metro, demiryolu, toplu konut ve gökdelen inşaatında büyük bir sıçrama yaşandı. Toplu konut idaresi (TOKİ) eliyle yalnızca büyük kentlerde değil, aynı zamanda Anadolu’da da toplu konutlar inşa edildi, ediliyor. Özellikle de İstanbul’da konut inşaatı son sürat devam ediyor. İstanbul’da neredeyse bulunan her boş alana beton dökülüp toplu konutlar yükseltiliyor. Mesela bir zamanlar etrafında oturan emekçilerin yaşamını cehenneme çeviren Halkalı çöplüğünün üzerinde, şimdilerde, eski dere yatağı bir su kanalına dönüştürülerek adeta surlarla çevreli son derece lüks konutlar inşa ediliyor. Tüm bu yatırımlar tabiatıyla arsa fiyatlarını yükseltiyor, rantı büyütüyor. Böylece İslamcı sermayenin önemli bir kısmının neden inşaat sektöründe faaliyet yürüttüğü de açığa çıkmış oluyor.” (Utku Kızılok, AKP’nin “Çılgın Proje”leri, Kent ve Kapitalizm, MT, Haziran 2011)
Nüfusu 14 milyonu aşan İstanbul’da 7 ve üzeri büyüklükte bir depremde konutların en az %10’unun yıkılacağından ve on binlerce insanın öleceğinden söz edilirken, hiçbir hazırlık yapmayan ve önlem almayan AKP hükümeti, aksine depremi bir rant konusu haline getirmiş, bu tehlikenin yarattığı korku atmosferinden faydalanarak talana hız vermiştir. Kentsel dönüşüm adı altında başlatılan projelerle, kentlerin, yoksul işçi-emekçi mahallelerinin, yeşil alanların, ormanların, derelerin nasıl talanın, rantın kurbanı olduğu ortadadır. Gökdelenler, oteller, alışveriş merkezleri, lüks konutlar, hava alanları, köprüler, HES’ler büyük bir hızla ve dur durak bilmeden inşa edilmektedir. İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe, 17 Ağustos Gölcük depreminin yıldönümü vesilesiyle yaptığı açıklamada şöyle demektedir:
“Deprem bahane edilerek yeni bir rant düzeni yaratıldı. 2000 yılından sonra kentsel dönüşüm yeni zenginler yaratmanın yolu olarak görüldü. Geldiğimiz noktada İstanbul 1999 yılından daha iyi, daha iç açıcı durumda değil. 17 Ağustos depremi İstanbul’a 110 km uzaklıkta meydana gelmesine karşın 30 bin binaya hasar verdi. 32’si Avcılar’da 50 bina yıkıldı. Oysa 17 Ağustos İstanbul depremi değildi … Büyük Marmara depreminden sonra İstanbul’da 493 toplanma ve çadır alanı belirlendi. Fakat bu alanların dörtte üçünün yerini binalar aldı.”
Dün adını tek tük duyduğumuz konut şirketleri şimdi milyar dolarlık projeler inşa ediyorlar. Torunlar, Taşyapı, Ağaoğlu, Aşçıoğlu, Dumankaya, Sur Yapı, DAP bunlardan bazıları. İstanbul’un ormanları, denizleri, işçi-emekçi mahallelerinin arazileri, deprem sonrası için belirlenen toplanma alanları, parklar, kamu arazileri, bu büyük şirketleri daha da semirtmeye ve iştahlarını kabartmaya devam ediyor. Konut fiyatları artıyor. Yapılan ama satılamadığı halde boş durmaya devam eden konut sayısı da artıyor. Milyonlarca insan başını sokabileceği bir eve sahip olabilmek için on yıllara varan kredi borçlarıyla ömrünü bankalara ipotekliyor. Giderek derinleşen kapitalist krize paralel olarak, içinden çıkılamayacak bir girdaba doğru sürükleniyor. Bu koşullar altında sözde deprem yönetmeliği vs. ile depreme dayanıklılığı denetlendiği iddia edilen yüz binlerce konut, bir hayat karşılığında satılıyor. Daha ortada konut yokken maket üzerinden hayalet satışlara yüz binlerce lira borçlanılıyor. Bu sayede konut şirketleri büyüyor büyüyor. Geleceğin Veli Göçerleri şimdilerde lüks otomobiller, metresler, hatırlı siyasetçiler ve devlet adamlarıyla pozlar veriyor.
“İşçi sınıfının tarihsel mücadelelerinin yarattığı basıncın sonucu olarak Birleşmiş Milletler sözleşmelerine de dâhil edilen ve en temel insan haklarından biri sayılan barınma hakkı kapitalizm altında ne yazık ki daha nicesi gibi sözde hak olarak kâğıt üstünde kalmaktadır. Emekçiler için yaşamsal ihtiyaç olan konut, burjuvazi için kârlı bir meta anlamına gelmekte, dolayısıyla amaç toplumsal ihtiyacın karşılanması değil daha fazla kâr olarak kendini göstermektedir. Bu uğurda, dayanıklılık, sağlamlık, sosyal gereksinimler, estetik gibi unsurlar tümüyle bir yana bırakılırken, çevrenin, ormanların, su havzalarının, tarım alanlarının korunması gibi hassasiyetler de göz ardı edilmektedir. Kentler ve kasabalar, insanların sağlıklı ve güvenli yaşadıkları, yeşil alanlarıyla, sağlıklı su ve enerji kaynaklarıyla, düzgün altyapısıyla planlı yaşam mahalleri olabilecekken, aksine her türlü sorunun üst üste yığıldığı beton yığınlarına dönüşmüşlerdir.” (İlkay Meriç, Depremin Kabarttığı Rant İştahı, MT, Aralık 2011)
Doğayı, tüm yaşam alanlarımızı talan edenler, kendilerine saraylar inşa ediyorlar. Emekçi sınıfları, yoksulları ise kitleler halinde felâkete itiyorlar. Bütün bunları hafızalarımızda tutalım. Deprem öncesi, sırası ve sonrasında hepimizin hayatını çalan vurguncuların, soyguncuların düzenine, bu düzenin koruyucularına karşı, büyük acılar yaşamayı beklemeden mücadeleyi büyütelim. Aksi halde daha yapılırken inşaatlarında bile binlerce işçinin hayatına mal olan konutlar, yarın yüz binlerce işçiye, emekçiye mezar olacak.
link: Derya Çınar, Deprem ve Açgözlü Sermaye, 15 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4707
Gençlik ve Pompalanan Hayaller
Sokağa Çıkma Yasakları Ankara’da Protesto Edildi