“Soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada
Güneşe karışmadıkça etim
Kavel grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim”
1963 yılına girilirken İstanbul’da Kavel kablo fabrikasında çalışan işçiler 62 gün boyunca devam edecek ve sınıf mücadelemizin tarihine büyük harflerle geçecek destansı bir grev başlattılar. Onların grev boyunca sergiledikleri kararlı tutumları Türkiye işçi sınıfı için bir kıvılcım oluşturdu. Ve en temel burjuva demokratik haklara dahi daha yeni yeni kavuşmakta olan Türkiye’de, grev ve toplu sözleşme hakkı ilk kez bu grev sayesinde yürürlüğe konuldu.
Mücadele tarihimize damgasını basan bu direnişin gelişimi kuşkusuz dünyada ve Türkiye’de yaşanmakta olan siyasal gelişmelerle doğrudan ilintiliydi. 1950’li yılların başından itibaren dünya kapitalizmi o güne kadarki en hızlı yükseliş dönemine girmişti. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşında tahrip edilen üretim araçları bu yıllardan itibaren büyük ölçüde yenilenmiş, harabeye dönmüş olan kentler yeniden inşa edilmeye başlanmıştı. Böylece savaş sonrasında yeni bir yatırım atılımına geçen kapitalizm bir rahatlama dönemine girmişti. Savaştan sonra dünyadaki güç dengelerini kendi lehine çevirmeyi başaran ABD, savaşın cereyan ettiği Avrupa ülkelerine, ekonomik ve siyasal olarak yeniden toparlanmaları için yardım faaliyetlerine girişti. Zira ABD, Avrupa’da savaş sonrasında doğan siyasal boşluğu tıpkı 1917’de olduğu gibi işçilerin kendi iktidarlarını kurarak doldurmasından korkuyordu. Kapitalizmin hızlı bir şekilde toparlandığı bu yıllarda, savaşın açtığı gedikler önemli ölçüde sarılmış ve sistemin “sosyal devlet” uygulamalarını içeren yeni bir döneme girdiği propaganda edilmeye başlanmıştı.
Bu yıllarda Türkiye de önemli bir değişim sürecine girecekti. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda sermaye birikiminin önemli bir bölümünün gayrimüslim azınlığın elinde yoğunlaştığı Türkiye’de, devlet eliyle bir ulusal burjuvazi yaratılmaya girişilmişti. 60’ların başına kadar siyasal alanda toprak sermayesi ağırlığını hissettiriyordu ve bu durum aynı zamanda Türkiye kapitalizminin ilerleyişinin önünde de ciddi bir engeldi. Sanayi burjuvazisinin ağırlığını tam olarak ortaya koyabilmesi için, hem tarım burjuvazisinin hem de onun temsilcisi konumundaki DP hükümetinin üzerinde hegemon hale gelmesi gerekiyordu.
Dünya genelinde yaşanan gelişmelerden ve kapitalizmin savaş sonrası ekonomik atılımından Türkiye de etkilenmişti. Sanayi burjuvazisi, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmak ve sistemdeki yerini almak için siyasal rejimde bazı değişimlerin gerçekleşmesi ihtiyacını duyuyordu. Ancak tepeden kurulmuş olan Türkiye burjuva düzenin bir özelliği olarak, siyasal yapıya müdahalede alışık olunduğu üzere ordu doğrudan rol oynayacaktı. Burjuvazinin bu yönelimine uygun olarak gerçekleşen 27 Mayıs 1960 darbesi, kapitalist gelişimin önündeki ayakbağlarını temizlemeye girişerek burjuva demokrasisinin sınırlarının da biraz olsun genişlemesini sağlamıştı. Darbeden sonra ilan edilen 1961 Anayasasında sendika, grev ve toplu sözleşme yasalarının çıkarılması öngörülüyordu. Fakat yapılan seçimle hükümet koltuğuna kurulan CHP tarafından bu yasalar yürürlüğe sokulmayarak askıya alındılar. İşte bu hakların fiilen uygulanabilmesi Saraçhane’de 200 bin işçinin katılımıyla gerçekleşen mitingin ve Kavel kablo fabrikası işçilerinin yapacakları grevden sonra gerçekleşebilecekti.
Hak verilmez alınır!
Türkiye’de burjuva devletin kuruluşundan Kavel direnişine kadar geçen 40 yıl boyunca işçilerin grev yapmaları yasaktı. 60’lı yıllarla birlikte hareketlenen Türkiye işçi sınıfı, sendikal haklarını ancak savaşarak kazanabileceğini öğrendi. Bir kez ayağa kalkmıştı ve haklarını elde edinceye kadar da durulmayacaktı.
İstanbul İstinye’deki Kavel fabrikasında çalışan ve Türk-İş’e bağlı Maden-İş sendikasında örgütlü 170 işçinin direnişi Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturdu. 31 Aralık 1962’de Kavel işçileri 1957’den beri fazla mesai ve kıdem esası üzerinden aldıkları yıllık ikramiyelerin eksik ödeneceğini öğrendiler. Haklarının kırpılmasına razı olmayan işçiler seçtikleri üç temsilciyi patronla görüşmek üzere gönderdiler. Bunun üzerine üç temsilci, aynı zamanda Maden-İş’in Şişli şube başkanı olan işyeri baş temsilcisiyle birlikte işten çıkarıldılar. Patron bir yandan da işçilerin sendikadan ayrılmaları için baskı uygulamaya başlamıştı. Bunun üzerine işçiler, patronun artan baskılarını ve temsilcilerinin işten atılmasını protesto etmek için 28 Ocak 1963’te tezgâh başında 5 günlük oturma eylemi yapma kararı alarak grevi başlattılar. İşçiler mücadeleyi yükselttikçe patron da baskılarını yoğunlaştırıyordu, fakat baskılar yoğunlaştıkça işçiler mücadeleye daha da sıkı sarılıyorlardı. Bir kez buz kırılmış, yol açılmıştı!
Kavel işvereni, grevin başladığı gün “işyerindeki asayişi bozdukları” gerekçesiyle 10 işçiyi daha işten çıkarıp lokavt ilan edince, 4 Şubatta işçiler oturma eylemlerini fabrika önünde kurdukları çadırlarda direnişe dönüştürdüler.
Grevi kırmak amacıyla 5 Şubatta gazetelerde bir ilan yayınlandı. Fabrikaya işçi alınacağını belirten bu ilanı gören işçiler, işyeri önünde gece-gündüz nöbet tutmaya başladılar. 13 Şubatta greve rağmen fabrikada çalışmaya devam eden 40 büro işçisini işyerine sokmak istemeyen işçilerin üzerine polis saldırdı. Yaşanan çatışmanın ardından gözaltına alınan işçilerden dördü hakkında polise karşı geldikleri gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarıldı. Sarıyer savcılığı fabrika önünde yaşanan olaylarla ilgili yürüttüğü soruşturma sonunda patronun tutumunun lokavt sayılamayacağını ilan etti! Grevin yasak olduğu bu yıllarda lokavt da yasaktı. Ancak Kavel direnişinde görüldüğü gibi grevci işçiler tutuklanıp hapse atılırken, lokavt ilan eden patronun lokavtı lokavt sayılmadı! İşçinin devleti değil ya bu kararı alan, doğaldır!
Kavel fabrikası İstinye’deydi ve İstinyeli emekçiler grevin başından itibaren Kavel işçilerini yalnız bırakmadılar. Diğer fabrikalarda çalışan birçok işçi de grevi destekleyerek sınıf dayanışmasının en güzel örneklerini sergilediler. Vehbi Koç’a ait General Electric fabrikasında çalışan işçiler dayanışma kampanyası başlatarak grevci Kavel işçileri için para topladılar. Demirdöküm’de çalışan 800 işçi, Kavel işçilerine destek olmak için yardım kampanyası başlattılar ve sakal bırakma eylemi yaptılar. Tersane işçileri ve karayolları işçileri de grev sırasında Kavel işçilerinin direnişine destek verdiler.
2 Martta eyleme işçilerin eşleri de katıldı. Direniş sürerken kablo yüklü kamyonların fabrika dışına çıkarılmak istenmesi üzerine kadınlar barikat kurarak bunu engellemeye çalıştılar. Ancak polis kadınlara saldırdı ve birçoğunu yaralayarak onları dağıttı.
3 Mart 1963’te araya hükümetin de girmesiyle Türk-İş ile Türkiye İşveren Konfederasyonu arasında bir anlaşma imzalandı ve işçiler 4 Martta işbaşı yaptılar. Bu anlaşmaya göre işçilerin ikramiyeleri eskisi gibi ödenmeye devam edilecek, işten atılan 10 işçi geri alınacak, ama grev başlamadan önce işten atılmış olan 4 işçi işe alınmayacak ancak kıdem tazminatları ödenecekti.
Direniş sona ermişti. Fakat birkaç gün sonra, 11 Martta, greve öncülük eden 24 işçi hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet etmek suçlamasıyla dava açıldı ve 14 işçi tutuklandı. Buna benzer gerekçelerle Kavel işçilerine birçok dava açıldı. Patron yenilginin bedelini işçilere ödetmek istiyordu. 10 Haziran günü, tutuklanan 6 işçinin tahliye edildikten sonra işten atılmalarına, fabrikanın kaplama bölümünde çalışan 30 işçi toplu halde iş bırakarak yanıt verdi. Bu eylem nedeniyle duruma Sıkıyönetim el koyacaktı. Ne var ki, 24 Temmuzda yürürlüğe giren 275 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanununa dahil edilen ve sonrasında “Kavel maddesi” olarak anılan bir maddeyle, yasanın çıkışından önce haklarında takibat yapılan işçilerin davaları düşürüldü. Tutuklu bulunan işçiler de serbest bırakıldılar.
Yasadışı olarak başlatılan Kavel grevi, Türk-İş’teki çatlakların iyice su yüzüne çıkmasına da neden olmuştu. Türk-İş’e bağlı bulunan ve direniş boyunca işçilere destek olan Maden-İş ve Lastik-İş sendikaları Türk-İş’ten koparak DİSK’in kuruluşuna öncülük edeceklerdi. 27 Şubatta, 23 sendika başkanı ve 45 yönetici, Türk-İş’in Kavel grevi boyunca olumsuz tutum alması nedeniyle konfederasyondan ayrıldıklarını ilan ettiler.
Kavel işçilerinin grevi zaferle sonuçlanmıştı. En başta da belirttiğimiz gibi ‘61 Anayasasıyla çıkarılması hedeflenen fakat yeni kurulan burjuva hükümet tarafından çekmecede beklemeye alınan iş yasasına dair düzenlemelerin uygulamaya konulabilmesi için işçilerin kararlı bir mücadelesi gerekmişti. Yine de tasarı elden geçirilerek yasalaştırıldı. Dönemin Çalışma Bakanı “işçi dostu” Ecevit, kamu emekçilerinin sendika haklarıyla ilgili maddeleri yasa tasarısından çıkardıktan ve patronlara lokavt yapma hakkını tanıdıktan sonra yeni yasa yürürlüğe sokuldu.
Kavel grevi işçi sınıfı için kıvılcımı çakmıştı. Bu grevden itibaren 12 Eylül 1980’de yaşanacak faşist darbeye kadar sürekli bir yükseliş çizgisi izleyecekti işçi sınıfı. Ne var ki burjuvazi bu yükseliş karşısında boş durmadı ve nihayetinde işçi sınıfı hareketini faşist darbe silindiriyle ezdi. Yükseliş yıllarında mücadeleyle elde edilen haklar faşizm altında bir bir yitirildi. Böylece burjuvazi, işçi sınıfının devrimci bir önderlikten yoksun olması sayesinde, içine girdiği buhrandan sağ salim kurtulabildi. İşçi sınıfının mücadele tarihi gösteriyor ki, burjuvaziyi ve onun sömürü sistemi olan kapitalizmi tarihin çöp tenekesine fırlatıp atmak, her şeyden önce sınıf mücadelesinin deneyimlerinden doğru dersler çıkarabilen ve bugünün genç kuşaklarına aktarabilen işçi sınıfının devrimci önderliğinin yaratılmasına bağlıdır.
link: Berdan Güney, Kavel Grevi, Ocak 2007, https://marksist.net/node/1488
Diyalektik Materyalizm Üzerine /1
Hrant Dink Suikastı