Gazap Üzümleri romanı, 1930’lu yıllar Amerika’sının ‘29 krizinden nasıl etkilendiğini, insanların normal giden yaşamlarının bir gün içinde nasıl birdenbire paramparça olduğunu, açlıktan kurtulmak için Kaliforniya eyaletinin meyve bahçelerini hayal ederek yola çıkışlarını anlatır. Kurtuluşu orada görürler. Aç kalmayacakları bir geleceğin hayaliyle yola çıkarlar, ama o uzun yol daha baştan bir kısmını yutar. Ölenlere üzülünür ama umut yolunda hayatta kalmaya bakılır. Ancak hayatta kalanlar ölümden beter bir yaşamın onları beklediğini bilmezler. Gittikleri yerlerde kapı dışarı edilirler, barındırılmazlar, içeri sokulmazlar şehir kapılarından. Onları bekleyen meyve bahçeleri de yoktur, zaten onlardan önce gelen binlerce aç işçi tarafından temizlenmiştir bahçe sahipleri için. Atılırlar uyuz bir köpek gibi her kapıdan. Kendileri gibi yola düşmüş, umuda hasret kalmış açlar ordusunun baraka kamplarında kendilerine bir yer bulurlar. Çocuklar aç köpek yavruları gibidir, sefalet kamplarına her yeni gelenin son kırıntılarına dikerler gözlerini. Oklahoma Amerika’nın doğusudur. Oradan gelen işçiler aşağılanır “köylü” diye, “geri” diye, “doğulu” diye. Daha düşük ücretlerle çalıştırılmak istenirler. Üzümlerini salkım salkım sıkıp içeceklerini düşündükleri Kaliforniya, her birinin kanını sıkıp sıkıp içecektir. Kaliforniya patronları bunu iştahla, bilerek yapar. Ama Kaliforniya’nın yerlileri bu işçileri gördükleri yerde dövmek, aşağılamak, kovmak için patronların oyunlarına gelip bu kandan paylarına düşeni içerler. Okuyanın, anlayanın içini ürperten bu roman, açlar ordusunu anlatır ve ne acıdır ki bugün de yaşanmaktadır anlattıkları aynı tüyler ürpertici şekilde.
Açlar ordusu, açlığın kol gezdiği köylerinden kentlerinden cehennem yolcuğuna çıkar günlüğü 15 YTL için uzak diyarlara. Yolculuk için borç harç para bulunduktan sonra üstü açık kamyonlarda, çoluk-çocuk ve yanlarına aldıkları yumurtasından, etinden yararlanacakları hayvanlarıyla, yorgunluk, açlık ve bit içinde gidilir varılacak yere. Yolda saldırıya uğramak var, Kürt diye aşağılanmak, taşlanmak, dövülmek ve öldürülmek var. Terörist diye onlarca kere kimlik kontrollerinden, GBT taramalarından geçmek var. Tam kazasız belâsız geldim derken “ayak bastı” parası, muhtarlara ödenen “deli dumrul” parası da cabası. Bol bol fındık yiyecektir çocuklar, avuç dolusu fındık. Ama öyle kolay değil o fındıkları yemek! Değil fındığın kendisini kabuğunu bile yedirtmezler adama. Her bir fındık gazap fındıklarıdır adeta. O fındıklar elleri çizecek, parçalayacak, belleri bükecek, güneşte kavuracak saatlerce tenleri, beyinleri. Ne için? Çocukların karınlarını doyurmayacak, yol paralarını bile karşılamayacak bir para için! Günde 15 YTL için.
Kürt olmak, Amerika’da zenci olmaktır. Fındık hasadında Kürt olmak, gazap üzümlerinde üzümün suyunu seyreden, kamplara alınmayan, şehir girişlerinden kovulan yoksul Amerikan işçisi olmaktır. Naylon çadırları da yoktur artık, naylon çadırların bir araya gelmesinden korkar Ordu valisi. Havasız ve korkunç sıcak naylonlara kimse komşu olmasın, yalnızlıklarıyla, korkularıyla çalışsınlar ister Ordu valisi. Tuvalet, elektrik, su ihtiyaçlarını karşılamasınlar ister. Kürt olmaktan korksun, insan olduğunu anlamasın, 15 milyona razı olsun, hizaya gelsin diyedir tüm yapılanlar. Yaşadıkları naylon çadırlarda komşu yok, su yok, elektrik yok, tuvalet yok. Ama 24 saat “güvenlik” gerekçesiyle dolanan, onları taciz eden polis çok!
Bu yıl Trabzon ve Ordu’da Kürt illerinden gelen tarım işçilerinin toplanma ve konaklanması yasaklandı. Her yıl fındık toplamak için gelen işçilere bu yıl barınma, toplanma ve konaklanma alanı oluşturulmayacağını, işçilerin bu karara göre davranmak zorunda olduklarını açıkladı Ordu valisi. Çalışma karnesi olmayan işçiler kente sokulmayacak, kente gelmeden önce kimlikler GBT sorgulaması yapmak üzere polise verilecek ve çalışacakları yerler İl Ziraat Odasına bildirilecek! İşçilerin kent ve ilçe merkezlerine inmeleri de yasak. Birlikte geldikleri akrabalarından, komşularından, dostlarından ayrı bir şekilde yaşayacak olmaları yetmiyormuş gibi, her türlü ihtiyaçlarını karşılamaktan men edilmiş bir vebalı gibi davranmak zorundalar köle gibi çalıştıkları günler boyunca. Trabzon’da da benzer uygulamalar var. 2 milyar dolar döviz getiren fındığın büyük bir bölümünü toplayan 150-200 bin işçinin büyük çoğunluğu Kürt. Yerli işçiye 25 YTL verilirken, Kürt işçiler, çektikleri onca çilenin üstüne bir de ücretleri düşük tutularak çifte sömürüye maruz bırakılıyorlar. Yerli işçiler, eli sopalı Kaliforniya işçileri gibi, Ordu valisinin sopasıyla kapı dışarı ediyorlar, aşağılıyorlar, dövüyorlar ve öldürüyorlar Kürt kardeşlerini, Kürt diye, ücretleri düşürüyorlar diye! Ama bir araya gelemiyor, onları sömürenlerden hesap soramıyorlar. Oysa onlar birleşmedikçe gazap fındıklarının ve açlık ordusunun hikâyesi devam edecek.
link: Aylin Dinç, Gazap Üzümlerinden Gazap Fındıklarına, 4 Eylül 2008, https://marksist.net/node/7229
DTÖ ve Emperyalist Tekellerin Tarım Kapışması
İşçiler İçin Cehennem Ülkelerden Biri: İran