Bütün dünyada burjuva hükümetler işçi sınıfının ekonomik-sosyal haklarına ve sendikal örgütlenmelerine ilişkin saldırı programlarını hayata geçiriyorlar. Ekonomik krizin faturasını işçi sınıfına ödetmek isteyen sermaye sınıfı, burjuva hükümetlerden yeni saldırı yasalarının bir an önce çıkartılmasını istiyor. Hemen her ülkede farklı adlarla hazırlanan ve uygulamaya sokulan saldırı yasalarının özü aynı: İşçi sınıfının kazanılmış haklarını geriletmek, dünyayı sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesine çevirmek.
Sermaye sınıfı kârını yükseltmeyi, rakip güçler arasındaki kıyasıya rekabette ayakta kalmayı ve krizi en az darbeyle atlatabilmeyi, son tahlilde işçi sınıfı üzerindeki sömürüyü arttırarak başarabilir. İşte bu amaçla, Türkiye’de de işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik saldırılar dünyadaki uygulamalarla eş zamanlı sürdürülüyor. Saldırı paketleri “torba yasa”, “istihdam paketi”, “ulusal istihdam stratejisi” gibi adların ardına gizlenerek kitlelere benimsetilmeye çalışılıyor. Hükümet, işçilerin elinde ne var ne yok alarak patronlara kaynak akıtmaya devam ediyor.
AKP hükümeti tarafından bu kapsamda hazırlanan “ulusal istihdam stratejisi” işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik saldırı zincirinin yeni bir halkasıdır. 2009 yılında hazırlanan tasarı hükümet programına da dâhil edilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına göre “ulusal istihdam stratejisi”nin ana amacı “politika ve tedbirlerle Türkiye işgücü piyasasında yapısal sorunların çözülmesi, orta ve uzun vadede büyümenin istihdama katkısının arttırılarak işsizlik sorununa kalıcı çözüm sağlanması”dır. Ekonomik ve Sosyal Konsey aracılığıyla patronlardan, işçi sendika konfederasyonlarından görüş ve öneriler alındığını da belirten Çalışma ve Soysal Güvenlik Bakanı projenin ana hedefini şöyle açıklıyor: 1) Eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi, 2) İşgücü piyasasının esnekleştirilmesi, 3) Kadınlar, gençler ve dezavantajlı grupların istihdamının arttırılması ve 4) İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi.
AKP hükümeti ve patronlar tarafından “her şey çok güzel olacak” aldatmacasıyla kitlelerin önüne sürülen bu projeye göre, istihdam edilen işçilerin sayısı artacakmış, kıdem tazminatı almayan işçiler de kıdem tazminatı alabilecekmiş. 2023 yılında işsizlik oranı yüzde 5’e düşürülecekmiş, Türkiye dünya piyasalarıyla rekabet edecek, uluslararası yatırımlar için avantajlı ülke haline gelecekmiş! Böylece bir saldırı programı daha işsizliğin önlenmesi, işçilerin eğitilmesi, engellilerin işe yerleştirilmesi, kayıtdışılığın önlenmesi ve sosyal korumaların arttırılması gibi kulağa hoş gelen sözlerle, işçilerin çıkarınaymışçasına propaganda ediliyor. Oysa madalyonun ikinci yüzünde ne yazıldığı isçi sınıfından gizleniyor.
Türkiye ekonomisi son yıllarda işçi sınıfını sefalete sürükleye sürükleye sürekli büyüdü. Diğer yandan burjuvazi uluslararası piyasalarda yeni iş anlaşmalarına imza attı. Bölgesel güç olmanın avantajlarını kullanarak Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar pazar alanlarını genişletmekten geri durmadı. Sermayenin temsilcisi olan AKP hükümeti, “ulusal istihdam stratejisi” ile işçi sınıfının bütün kesimleri üzerindeki sömürüyü kat kat arttırmayı hedefliyor.
“Ulusal istihdam stratejisi” kapsamında, esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasına ek olarak, asgari ücretin bölgelere göre yeniden düzenlenmesi ve deneme süresinin uzatılması da öngörülüyor. En düşük ve en yüksek asgari ücret tespit edildikten sonra her bölgede asgari ücret yeniden belirlenecek. Böylece açlık sınırının da altında olan asgari ücret düzeyi bir adım daha geriye çekilecek. Bölgesel asgari ücret uygulaması milyonlarca işçinin boynuna vurulacak bir prangaya dönüşecek.
Türkiye’de özel ve kamu kesiminde çalışan işçilerin büyük çoğunluğu sendikal örgütlenmeden mahrum durumdadır. Bu örgütsüzlük koşullarından da güç alarak sermaye sınıfı, bütün işkollarında güvencesiz ve esnek çalışmayı dayatmaktadır. Bilindiği gibi 2003 yılında hazırlanan 4857 sayılı İş Kanunu ile, çağrı üzerine çalışma, belirli süreli iş sözleşmesi, kısmi süreli çalışma, geçici iş ilişkisi yeniden tanımlanarak bu sayede esnek çalışma kısmen hayata geçirilmiştir. Kısmen diyoruz çünkü istihdam strateji belgesinde esnek çalışmanın kapsamına “geçici istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisi”, “iş paylaşımı”, “uzaktan çalışma” ve “esnek zaman modeli” de dahil edilmek isteniyor.
“Esnek çalışmanın” güvencesizlik olduğunu bütün işçiler gayet iyi biliyor. AKP hükümeti de bu gerçeğin farkında. Esnek çalışma yöntemlerini çeşitlendirmek için bu “ulusal istihdam stratejisi”ne bu kez “güvenceli esneklik” aldatmacasını yerleştirmiş. “Ulusal istihdam stratejisi” saldırısında yer alan esnek çalışma, işçilere kadrolu işçiliği unutturmayı hedefliyor. Sosyal güvenlik primleri, servis, dinlenme, yıllık izin, işsizlik ödeneği, emeklilik dâhil birçok hak esnek çalışma modeliyle yok ediliyor. Peki, bu durum işçilere, işçi örgütlerine hangi bahanelerle yutturulmak isteniyor? Elbette AB veya modern kapitalist ülkeler örnek gösterilerek; işverenler üzerindeki maliyetlerin yüksekliğinden dem vurularak; işsizlere yeni iş kapılarının açılacağından dem vurularak; hatta hatta evinde çalışmak, uzaktan çalışmak, istediğin saatte istediğin kadar çalışmak gibi işçiye cazip gelecek tuzaklar kurularak.
Tüm bu saldırıların iç yüzünü işçi kitlelerine teşhir etmesi gereken sendikacılarda ise ölüm sessizliği hüküm sürüyor. İşçi ve kamu emekçileri konfederasyonları, sendika salonlarında, işyerlerinde, işçi semtlerinde bu saldırıları teşhir etmek ve mücadeleyi örgütlemek yerine, Ekonomik ve Sosyal Konseye katılarak, diyalogla sermayenin imana gelmesini bekliyorlar. Sendikaların tepesindeki bürokratlar, hükümet ve patronların saldırılarına karşı işçileri oyalamaya, tabandaki huzursuzluğu göstermelik eylemlerle sönümlendirmeye çalışıyor. Konfederasyonların içindeki patron ve hükümet yanlısı tutumlara karşı sendikalar içinde de mücadelenin yükseltilmesi gerekiyor. Aksi takdirde sendika bürokratları uğursuz rollerini oynamaya devam edecekler.
Kıdem tazminatının gasp edilmesi de “ulusal istihdam stratejisi” kapsamındadır. Meclis tatile girmeden önce AKP ve patronlar tarafından gündeme getirilen tasarı, basın ve medya eliyle bir anda işsizliğe çözüm olarak lanse edildi. Sermaye medyası kıdem tazminatını dünyada neredeyse hiçbir ülkede uygulanmadığı yalanına sarılarak çağdışı ilan etti. Hükümet programında da yer alan kıdem tazminatının kaldırılması ve yerine kıdem tazminatı fonunun kurulması önerisi ortaya atıldı. Burjuva akademisyen takımı da medyada çene yarışına girerek, kıdem tazminatının kaldırılmasını, fon kurulmasını savunur oldu. Elbette tuzu kuru akademisyenlerden işçi sınıfının çıkarlarını dile getirmeleri beklenemezdi.
Kıdem tazminatını kaldırmak işçi sınıfına yöneltilen sinsi bir saldırı hamlesidir. Kıdem tazminatı hesaplaması mevcut mevzuata göre işçinin bir yıl çalışması sonunda elde ettiği bir haktır. İşçi, çalıştığı her bir yıl için giydirilmiş brüt bir aylık ücreti kıdem tazminatı olarak almayı hak eder. Fakat yeni yasa tasarısı kıdem tazminatı hakkını bir fona devrediyor ve bu fondan kıdem tazminatı alınabilmesi için fona en az 10 yıl ödeme yapılması gerekiyor. Ayrıca kıdem tazminatı giydirilmiş brüt ücret üzerinden değil, çıplak brüt ücret (prime esas olan ücret) üzerinden ödenecek. Böylece işçinin eline gecikerek ve çok daha düşük bir tazminat geçmiş oluyor. Hükümet, bakanlar ve patronlar mevcut halde kıdem tazminatını işçilerin zaten zor aldıkları bahanesini ileri sürerek, işçilerin lehine bir yasa çıkartacaklardan dem vurup duruyorlar. Oysa bugüne değin kurulan “işsizlik sigortası fonu”, “konut edindirme fonu” gibi uygulamalardan da görüldüğü üzere fonlar, esas olarak sermeye sınıfı ve hükümete kaynak olarak aktarılmış, işçi sınıfının fondan yararlanması bin bir türlü yasal ve fiili engelle olanaksız hale getirilmiştir. Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olur demişler. Kıdem tazminatı, patronların, istediği zaman istediği kadar işçiyi bir anda atmasının önünde kısmen de olsa bir engeldir. Sermaye sınıfı bu engeli de kaldırmak için harekete geçiyor.
İşçi sınıfının örgütsüzlüğünden, uzlaşmacı sendika yöneticilerinden güç alan sermaye sınıfı bir kez daha krizi fırsata dönüştürüyor. İşçi sınıfının kazanılmış haklarını tasfiye etmek için yeni adımlar atılıyor. Sermaye sınıfı işçi düşmanı yüzünü ortaya seriyor. İşçi sınıfının geçmiş kazanımlarını birer birer gasp eden sermaye sınıfı, örgütlü mücadeleyle korunamayan hakların kalıcı değil geçici olduğunu herkese bir kez daha gösteriyor.
Sermaye sınıfı kendi çıkarlarını korumak ve geliştirmek için işçi sınıfına darbeler indiriyor. İşçi örgütleri olan sendikaları teslim alıyor, kendi yedeğinde tutuyor. Ancak umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. İşçi sınıfı içindeki öfke, işsizlik ve yoksulluk sarmalıyla daha da yükseliyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sokak isyanları, grevler, gösteri ve eylemler işçi sınıfının uzun süre sessiz sedasız oturmayacağını gösteriyor. Kendiliğinden patlayan öfke seli, meydanlarda polisle çatışmalara, ayaklanmalara kadar varabiliyor. Sınıf çatışmalarının ısındığı bu evrede komünistlere düşen görev, sınıf içinde örgütlenmek, sınıf örgütleri içinde mevzilenmek ve bağımsız sınıf çıkarları temelinde sınıf içinde çalışmaya sabırla devam etmektir. İşçilerin, işsizlerin, yoksul köylülerin, emekçi kadınların, gençlerin kaderi kapitalist sistemde her geçen gün daha da birbirine yakınlaşıyor. Milyonların düzen sınırları içinde umutlarının söndüğü böylesi dönemlerde devrimci hazırlığı yükseltmek, öncü işçilerin seferberliğinde militan eylemlerin hayata geçirilmesi için mücadeleye dört bir koldan atılmak gerekiyor.
link: Adil Aksu, “Ulusal İstihdam Stratejisi” Saldırısı, Ekim 2011, https://marksist.net/node/2762
Bölüm 7 - İnsancıl Bir Yargıç
“İkinci Cumhuriyet” Tartışmaları