Eğitim, egemen sınıfın sömürü düzenini sürdürmek üzere kullandığı en önemli ideolojik silahlardan biridir. Sınıflı toplumlarda eğitim kurumları, egemen sınıfın ideolojisinin yeniden üretimi ve topluma benimsetilmesi rolünü üstlenmiştir. Egemen sınıf, iktidarını sürdürebilmek için gençlerin beyinlerini yıkar ve düşüncelerini kendi çıkarlarına uygun şekillendirir. Kapitalizmde eğitim, burjuvazinin ihtiyaç duyduğu vasıflarda işgücü üretmenin de aracıdır.
Çocuk yaşlardan itibaren egemenlerin çıkarlarına uygun düşünmeleri, hatta fazla da düşünmemeleri sağlanan kuşaklar, mevcut sistemin devam etmesi gerektiğine ikna edilirler. Genç kuşakların beyni resmi ideoloji ile kirletilir. İnsanların beyinleri, sistemin kendini meşrulaştırması ve yeniden üretebilmesi için ihtiyaç duyulan kalıplar içine sokulur. Kapitalist eğitimde araştıran, sorgulayan, doğru bulduğunu sonuna kadar savunan, doğru bulmadığını eleştiren-tartışan bir anlayış hâkim değildir. Egemen ideolojiyi tartışmasız kabul edecek ezberci kuşaklar yetiştirmeyi esas alan kapitalist eğitim bilimsellikten uzaktır. Bu eğitim sistemi, bireylerin dünyayı kavramasına, kendi yeteneklerini keşfetmesine, kendisini ve toplumu çözümlemesine olanak tanımaz.
Burjuvazinin en kuyruklu yalanlarından biri okula ve kışlaya siyaset girmemesi gerektiğine ilişkin söylemidir. Kışlanın ve okulun siyasal ve ideolojik aygıtlar olduğu malûmdur. Aslında kışla ve okuldan siyaseti uzak tutmak söyleminin altında yatan kaygı, bu kurumların burjuvazinin bütününe hizmet etmesi gerektiğidir. Bu söylemde olumsuz bir anlam yüklenen “siyaset” aslen muhalif fikirlerdir. Kışladaki asker neye ve kime hizmet ettiğini sorgulayamamalıdır. Okuldaki öğrenci kendisine öğretilenlerin doğruluğundan şüphe etmemelidir. Burjuva ideologlar okula siyaset bulaştırmamaktan dem vursalar da gerçeklik bunun tam tersidir. Türkiye’de her gelen hükümet eğitim sistemine kendi çıkarları doğrultusunda müdahaleler yapmaya girişir. Eğitimin özü kapitalist sistemi ve devletin resmi ideolojisini benimsetmek olsa da her gelen hükümet işin içerisine kendi rengini biraz daha fazla katmaya çalışmaktadır. 12 Eylül darbesinin getirdiği YÖK, 28 Şubat’ın 8 yıllık kesintisiz ve zorunlu eğitim yasası ve AKP’nin 4+4+4 yasası eğitim alanında ilk anda akla gelen siyasal düzenlemelerdir.
Burjuvazinin eğitime ilişkin siyasal düzenlemeleri hükümetlerin politik tercih ve öncelikleriyle de sınırlı değildir. Dönemin dünya ve ülke koşulları, kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeni düzenlemeler gündeme getirmektedir. Tüm dünyada eğitimin özelleştirilmesi, işçi sınıfının kazanımlarına yönelik saldırının bir parçasıdır. AKP, hükümete geldiğinde %2 olan özel okul oranını Avrupa ortalamasına yani %10 düzeyine çıkarma hedefini benimsemişti. Bugün özel okul oranı %13’e ulaşmıştır. Burjuvazi bugün daha fazlasını hedefliyor. Sınavlardaki ve eğitimdeki test sistemi ile düşünmekten ziyade ezberini ölçmeye, hızlı tercih etmeye ve ezberlenmiş formülleri uygulamaya yönlendirilen gençler, tam da burjuvazinin üretimde ihtiyaç duyduğu tipteki işgücünün sahip olmasını istediği düşünme sistemine adapte edilmektedir.
AKP hükümetinin eğitimde 4+4+4 sistemini uygulamaya girişmesi de, dünyada yaşanan ekonomik ve siyasal süreçten kopuk değerlendirilemez. Eğitim sistemindeki değişiklikler, derinleşen ve yaygınlaşan kriz ve savaş sürecinin ihtiyacıdır. Eğitim yaşını çocukların pedagojik gelişimini hiçe sayan bir biçimde aşağıya çekmekteki amaç, genç, dinamik ve eğitimli işgücünün daha erken yaşta iş piyasasında (önemli bir kısmının ise işsizler ordusu içerisinde) yerini almasını sağlamaktır. Parası olmayanın 4+4 okuduktan sonra son 4’ü açık lise olarak okuyabilmesi, Türkiye’nin yoksul bölgelerini sermaye için Çin gibi ucuz emek cennetine çevirme planlarının parçasıdır.
Diğer kapitalist devletler gibi TC de körüklediği neo-liberal saldırılarla, hak gasplarıyla, terörle, savaş kışkırtıcılığıyla, muhalif seslere dönük baskı ve tutuklamalarla ayakta kalmaya çabalıyor. Tabii başında Kürdistan derdi de olan Türkiye açısından durum daha da vahim hale geliyor. Bir yandan burjuvazinin bitmek bilmeyen ihtiyaçlarını karşılamak, bir yandan Suriye kapılarına dayanmak, bir yandan Kürtleri dizginlemek, bir yandan Batı emperyalizmine yaltaklanmak, bir yandan işine karışanlara “hadlerini bildirmek”… Hükümetin işi hiç kolay değil!
Kısacası, eğitim şart. Nasıl bir eğitim? Bir kere, beyin yıkamaya başlamak için 7 yaş çok geç, 5 yaş iyidir, diye düşünülmüş. İlköğretimi 4+4 yıl olmak üzere ikiye bölmek lazım gelmiş. Yoksul emekçi çocukları için ikinci dört yıldan (ortaokul) sonraki 4 yılın okula gitmeden açık lise olarak okunması özendirilmektedir. Burjuvazinin emrine 13-14 yaşında, ortaokulu bitirmiş nur topu gibi işçiler sunulmaktadır. Ortaokulda “mesleki” eğitimini alan çocuklar bir an önce kendi ayaklarının üzerine dikiliverecekler. Art niyet aramaya gerek yok! Bir lokma ekmek için gece-gündüz çalışan; iş kazalarında sakatlanan, ölen; en ufak hatada küfür yiyen, horlanan; ne istense itaat etmek zorunda olan çocuk işçiler, böylece hayatı öğrenmiş olacaklar. Tabii bu çocukların, “iyi”, itaatkâr birer işçi olabilmesi için, ilköğretimin yalanı-dolanı, disiplini yetmez, demişler. Din derslerinin sayısını arttırarak dayanıklı, verimli, düşünerek enerji tüketmeyen, arızalansa belli etmeyen niteliklerde işgücü (meta) yetiştirmeye karar vermişler.
Yeni dönemde çocukları neler bekliyor?
İşte hükümetin yoksul emekçi çocuklarına reva gördüğü eğitim sistemi budur. Yeni eğitim döneminin başlamasına az bir zaman kala yaratılan karmaşa, sermayenin yüzünü güldürürken emekçileri kaygılandırıyor. Biraz daha açacak olursak:
Yeni düzenlemeye göre okula başlama yaşının alt sınırı 60 ay (5 yaş), üst sınırı 72 ay (6 yaş) olarak belirlendi. Eğitimcilerin ve pedagogların, 60 ve 72 aylık çocukların zihinsel, bedensel ve duygusal bakımdan ciddi farklılıklar taşıdıkları, bu yaştaki çocuklar arasındaki üç aylık bir sürenin bile çok önemli bir farklılık olarak görüldüğünü belirtmesine karşın, hükümet geri adım atmıyor. Henüz oyun çağındaki çocuklar; çeşitli travmalar, okula uyumsuzluk ve başarısızlık yaşamaları pahasına kışla disiplinine sokulmak isteniyor. Anasınıfına gitmeleri gereken 5 ve 6 yaşındaki çocukların birlikte ilkokula başlamasının doğuracağı ciddi problemler de cabası!
İlk dört yıl (ilkokul) ve ikinci dört yıl (ortaokul) için zorunlu ve kesintili, ancak örgün eğitim modeli geçerli olacak. Farklı gelişim evrelerindeki çocukları bir araya getirmenin doğuracağı sakıncalar AKP’nin zerre kadar umurunda değil. “Mühim olan”, imam-hatip okullarının orta kısımlarını yeniden açabilmektir. Hükümet, son dört yılda “eğitime devam edemeyecek olanlar” içinse açıköğretim seçeneğini sunuyor. Zorunlu denilen lise eğitimini okullarda görmek zorunlu olmayacak. Emekçi ailelerin ziyadesiyle belini büken eğitim masrafları, çocuklarının çalışmasına duydukları ihtiyaç, eğitimin işsizliğe çare olmaması gibi nedenler zaten yoksul aile çocuklarının lise eğitimi almasının önüne dikilmektedir. Bu durumda bir de açıköğretim seçeneği “sunmak” olsa olsa çocukların lise eğitimlerini alamamalarına sebep olacaktır. Okula gitmeden eğitime devam eden çocuklar sayesinde, öğretmen ve okul giderleri başta olmak üzere bütçeden eğitime ayrılan pay da kısılabilmiş olacak.
Hükümetin bir diğer kazığı da devlet okullarında ilköğretimin parasız sağlanmasının tarih olmasıdır. Zaten okulların temizlikten yakıt masrafına kadar her türlü giderini velilerin sırtına yıkan devlet, yasadaki “ilköğretimin devlet okullarında parasız olduğu”na ilişkin ifadeyi kaldırarak soygunu eğitim alanında daha da körükleyeceğini göstermiş oluyor. Eğitim özelleşiyor! Erdoğan, 4+4+4 sistemiyle özel okullardan hizmet alacağını, özel okullara yeni imkânlar doğacağını ilan ediyor. Bu ne anlama geliyor? AKP okul ve öğretmen sıkıntısını bahane ederek emekçilerden toplanan vergilerle özel okulları teşvik edecek. Bunu da “dershaneleri kaldırıyoruz, ya kapanacaklar ya da liseye dönecekler. İnsanların ellerindeki son imkânı da bu alanda kullanmalarını istemiyoruz” deme ikiyüzlülüğüyle ortaya koymuştur.
Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi 4+4 şeklinde ikiye bölen yasayla, ortaokul düzeyinde meslek okullarının ve farklı programlara sahip okulların açılabilmesine izin veriliyor. Bu düzenleme yasada da açıkça ifade edildiği üzere imam-hatip eğitiminin ortaokul düzeyinde de verilebilmesini sağlıyor. Ayrıca, ortaokul ve liselerde “Kuran” ve “Peygamberin hayatı” dersleri seçmeli ders olarak müfredatta yer alıyor. Yeni yasa sayesinde, eskiden lise düzeyinde başlayan dini “mesleki” eğitim şimdi 9 yaşa çekilmiştir.
Hükümet, meslek liseli öğrencileri de atlamıyor elbette. İşyerlerinde “beceri eğitimi” adı altında çalıştırılan meslek liseli öğrenciler artık daha fazla sömürülebilecek! Geçtiğimiz yıllar içersinde “kademeli” olarak işyerlerinde sayıları çoğaltılan meslek liselilerin istihdam alanı daha da genişliyor. “Çalıştırdıkları personel sayısının yüzde beşinden az, yüzde onundan fazla olmamak üzere” ifadesinin ikinci kısmı yani, “yüzde onundan fazla” ibaresi çıkarılarak, patronlara bütün işçilerini meslek lisesi öğrencilerinden seçme hakkı veriliyor. Böylece sermayeye, asgari ücretin net tutarının yüzde 30’u kadar bir ücretle (on kişinin altındaki işletmelerde bu yüzde 15’e iniyor) dilediği kadar meslek lisesi öğrencisini çalıştırarak, dilediği kadar sömürme olanağı sunulmuş oluyor. Kısacası yeni yasa, işyerlerinde tüm işçilerin meslek lisesi öğrencilerinden seçilebilmesini de sağlıyor. Artık patronlar, asgari ücretin altında ücrete çalışmamak için tutturan deneyimli işçilerle uğraşmayacak.
Yeni düzenlemelerde üniversite öğrencileri de düşünülmüş!
AKP hükümeti disiplin yönetmeliklerindeki yeni düzenlemelerle üniversite öğrencilerine de ayar çekmeyi ihmal etmiyor. Örgütlü olma “suçu” işleyen üniversite öğrencilerinin disiplin kurullarına “derhal” sevk edilmesi ve okuldan atılması isteniyor. Kumar oynamak disiplin suçu kapsamından çıkarılırken, bir örgüte üye olmak, üye olmasa da fikirlerini sahiplenmek okuldan atma sebebi sayılıyor. Burjuvaların ya da burjuva siyasetçilerin üniversitelerde gerçekleştirdiği konferanslarda protesto edilmeleri “ağır suç” kapsamına alınıyor. Böylece egemenler, öğrencilerin kafalarında yumurta kırmalarını engellemeyi başarmış olacaklar!
Üniversitelerde bilimsel eğitim ve araştırma, harçlar, anadilde eğitim gibi çok daha ciddi konulara yumurtaya verdiği kadar önem vermeyen hükümet, öğrencilerin yasakları protesto etmelerini de yasaklamış.
4+4+4’ten Kürtlere düşen!
Temel eğitimde Kürtçenin eğitim dili olmasını; liselerde Kürt kültürü, Kürt dili ve edebiyatı dersleri konulmasını ve bunlara seçmeli ders olarak eğitim müfredatında yer verilmesini; üniversitelerde ise Kürt dili-edebiyatı, kültürü ve tarihi yüksek okulları kurulmasını isteyen Kürtlerin taleplerine karşılık hükümet, milyonlarca Kürtle dalga geçercesine önlerine birkaç kırıntı serpiştirmektedir.
MEB, Kürtçe dersinin ikinci 4 yıl içerisinde seçmeli ders olarak haftada 2 saatliğine verilebileceğini öngörmüş. Anadilde eğitim gibi haklı ve reddedilemez bir talebin hemen herkes tarafından meşru görülmeye başlanması, hükümetin böyle aldatıcı manevralara girişmesine neden oluyor. Seçmeli ders adımının ardından Kürt siyasetçilerin tepkilerine karşılık olarak AKP “kötü niyetli Kürtler attığımız her adımı boşa çıkarmak istiyor, seçmeli derse karşı çıkıyorlar, bunlar çözüm istemiyorlar” demagojilerine sarılıyor. Kürtlere anadilde eğitim hakkı tanınsaydı ve Kürt olmayanlar için haftada 2 saat seçmeli ders olarak Kürtçe öğrenme imkânı tanınsaydı bunun bambaşka bir anlamı olurdu elbette. Ancak milyonlarca Kürdün anadilde eğitim talebine 2 saat seçmeli dersle yanıt verildiğinin söylenmesi tam bir yüzsüzlüktür.
Bundan 7 yıl önce Kürtçe dil kursu açılmasına izin verilerek benzer bir oyun oynanmıştı. Anadili Kürtçe olanlara, Kürtçe dil kursunda, Kürtçe öğrenme hakkı tanımak tam bir kepazelik örneğiydi. Anadili Kürtçe olanlar zaten özel kursa para verme ihtiyacı duymaz. Anadili Kürtçe olmayanların da Kürtçe öğrenme talebi olmadığı aşikârdır. Kürtçe kurslarına talep olmayacağı ayan beyan ortadaydı. Bu adım sahtekârca bir politik manevradan ibaretti. Nitekim “Kürtçe kurslara talep yok” denilerek anadilde eğitim talebinin haklılığına gölge düşürülmeye çalışılmıştı. Seçmeli ders manevrası da benzer bir nitelik taşımaktadır. TRT ŞEŞ kanalının açılmasında ya da okullarda Kürtçe seçmeli ders konmasında zerre kadar samimiyet olsaydı, KCK davasından yargılanan binlerce Kürdün anadilde savunma yapma hakkı gasp edilmez, mahkemelerde Kürtçeye “bilinmeyen bir dil” denilerek hakaret edilmezdi. TC egemenlerinin gerek AKP’li gerek CHP’li ve MHP’li sözcüleri ezelden beri Kürtçenin eğitim dili olamayacağını ileri sürüyorlar. Seçmeli ders manevrası, ırkçı-şoven anlayışın katıksız bir göstergesi olan “Kürtçe eğitim-öğretim dili olamaz” anlayışının özde devam ettiğini göstermektedir.
Burjuvazi dindar ve uysal işçiler yetiştirmek istiyor
Yeni yasayla birlikte din derslerinin sayısı ve çeşidi de çoğalmıştır. Seçmeli olarak haftada ikişer saatlik Kuran, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler dersleri konulmuştur. Burjuvazinin eğitim kurumlarında din, egemenlerin yorumuyla çarpık bir içerikle genç beyinlere sunulmaktadır. İslamiyetin doğduğu tarihsel koşullar, İslamiyet öncesinde toplumsal düzenin sınıfsal çelişkileri, İslamiyetin ortaya çıktığı dönemdeki sınıf mücadelesi, İslamın eşitlikçi ve adaletli bir düzen talebine verdiği yanıtlar sayesinde yoksullar ve köleler arasında yayılması gibi tarihsel gerçekler egemenler tarafından hazırlanan ders kitaplarında yer bulamamaktadır. Kader inancı çarpık bir içerikle sunulmakta, rızkın Allah tarafından verildiği, bir insanın kazandığı paranın ne kadar olduğunun değil, paranın ne kadar bereketli olduğunun önem taşıdığı öğretilmektedir. Burjuvazinin sözcülüğüne soyunan bazı sahtekârlar hiç utanmadan “asgari ücretin ne kadar olduğunun önemli olmadığını, önemli olanın işçinin aldığı paranın bereketi olduğunu” telkin edebiliyorlar. Burjuvalar hayatın gerçekliğini bu derece çarpıtabiliyor ve dini kisveler içerisinde kitleleri istismara yönelebiliyor.
Kemalist seçkinlerin iddialarının aksine din derslerinin sayısının artması ve çeşitlenmesi AKP’nin şeriat ajandasının bir sayfası değildir. Amaç düzene bağlı, itaatkâr, sorgulamayan, devleti ve sömürü düzenini kutsayan, haline şükreden, hakları için mücadele etmeyi günah sanan işçiler yetiştirmektir.
İşçi sınıfı ve eğitim sorunu
Kapitalist düzende eğitim egemenlerin ideolojik, politik ve ekonomik çıkarlarına göre düzenlenmektedir. Buna karşın Marksistler eğitim ihtiyacını reddetmezler. Parasız, bilimsel ve nitelikli eğitim daima işçi sınıfı mücadelesinin talepleri arasında yer almıştır. Bugün eğitime başlama yaşının düşürülmesine ve 60 ayını doldurmuş küçücük çocukların anaokulunda oyun oynaması ve sosyalleşmesi gerekirken ders yükü altına sokulmasına karşı çıkmamız gerekiyor. 200 yıllık işçi mücadelelerinin sonucunda kapitalistler çocuk işçiliğin sınırlarını daraltmak zorunda kalmışlardı. Bugün eğitime başlangıç yaşının aşağıya çekilmesi ve meslek okullarındaki öğrencilerin sınırsız sömürüsünün önünün açılması, işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının geriye itilmesi anlamına gelmektedir. Burjuvazinin çocuk işçiliğini yaygınlaştırmaya çalışan zalimce uygulamalarına karşı çıkmak işçi mücadelesinin konusudur.
AKP, iktidarın verdiği güç ve şımarıklıkla işçi haklarına fütursuzca saldırıyor. Egemenlerin kâr hırsı, arsızlıkları kendi kuyularını kazıyor. Düne kadar boş bir umutla AKP’yi destekleyen yoksul taban derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. AKP’nin iktidar gücü, onun giderek körleşmesine ve toplumda mayalanan rahatsızlıkları algılayamamasına yol açıyor. İşçi sınıfının tüm bu olanlara tepkisiz kalacağını sanan muktedirler fena halde yanılıyorlar.
Kürt halkının anadilde eğitim talebi seçmeli ders oyunlarıyla geçiştirilemez. Ezilen ulusun mücadelesi bu oyunu zaten bozmaktadır. Bilinçli işçiler kimin ne amaçla bu manevralara giriştiğini gayet iyi anlamaktadır. Anadilde eğitim talebi sadece Kürtlerce değil aklı başında her insan tarafından meşru görülmektedir. Bu süreci tersine çevirmek mümkün değildir.
Beyinleri nasıl yıkanırsa yıkansın işçiler hayatın gerçeklerini yaşayarak görmekte ve sömürü düzenini sorgulamaktadır. Dini eğitime daha erken yaşta başlamak tüm gerçekliğin tersyüz edilmesi için yeterli değildir. Dindar işçiler de, ciplere binen “din kardeşleri” ile aralarında bir ortaklığın olmadığını giderek daha fazla sezmektedir. Burjuvazinin itaatkâr işçi yetiştirme hayalleri işçi hareketinin her atılımında duvara toslamaya ve paramparça olmaya mahkûmdur. Bilimsellikten uzak, ezberci, gerici, ırkçı eğitim müfredatına karşı çıkmak ise işçi sınıfının demokrasi mücadelesinin gereğidir.
Eğitimin özelleştirilmesiyle yoksul sınıfların eğitim olanaklarının kısıtlanması, burjuva çocukları ile işçi çocuklarının okullarının farklılaşması bugün için eğitim sektörüne yatırım yapan burjuvaların ekmeğine yağ sürmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu durum dönüp burjuva düzeni vuracaktır. Okulların sınıfsal temelde ayrışması, üniversite kapılarının emekçi çocuklarına kapanması, sınıf atlama olanaklarını giderek daha da imkânsız hale getiriyor. Yoksul sınıfların çocukları eşitsiz başladıkları bu hayatı, adaletsizce sürüklendikleri sınav yarışlarını sorgulamaktadır. İşçi sınıfının mücadelesi emekçi çocuklarına kendi sınıfının safını ve sömürüden kurtuluşun yolunu gösterecektir.
link: Zehra Aras, Yeni Eğitim Dönemi Yeni Sorunlarla Başlıyor, Eylül 2012, https://marksist.net/node/3074
AB ve Avusturya’da Krizin Yeni Boyutları
Suriye’de Kanlı Açmazlar