Burjuvazi tüm dünyada çalışma koşullarını esnekleştirmek ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırmak üzere kapsamlı bir saldırı yürütüyor. Sürekli istihdamın yerini giderek geçici, esnek ve güvencesiz çalışma biçimleri alıyor. Burjuvazi bu istihdam biçimleri sayesinde işçilik maliyetlerini aşağıya indiriyor, işçilerin sosyal haklarını buduyor, sürekli istihdamın risk ve maliyetlerinden kurtuluyor, işçileri bölüp parçalıyor ve işçilerin sendikalaşmasını muazzam ölçüde zorlaştırıyor, hatta imkânsız hale getiriyor.
Taşeron kavramı Türkiye’de, asıl işverenin işinin bir kısmını sözleşme ile üstlenen alt işveren için kullanılıyor. Dünyada taşeronlaşma gerek alt işverenler, gerekse de işletmelere işçi kiralayan özel istihdam büroları (kölelik büroları) eliyle yürütülüyor. İster alt işveren yani taşeron şirket tarafından istihdam edilsin, ister kiralık işçi tedarik eden özel istihdam bürosu tarafından istihdam edilsin, işçi açısından taşeronlaşmanın özü değişmiyor. Asıl işletme, taşeron şirket ve işçi arasında üçlü bir iş ilişkisi kuruluyor. İşçi bir işyerinde çalışırken iş sözleşmesi başka bir şirket ile yapılıyor. Taşeron işçisi ücretini aracı (taşeron) patrondan alıyor. İşçi, asıl işveren ile taşeron şirket arasındaki anlaşmanın içeriğini bilemiyor. Büyük bir şirkette faaliyet gösteren çok sayıdaki taşeron firmadan herhangi birinde istihdam edilen işçinin, çalışma koşulları, ücreti ve sosyal haklarıyla ilgili, fiilen çalıştığı işyerinin patronu ile pazarlık etme şansı yok. Bağlı olduğu taşeron şirket karşısında taşeronun diğer tüm işçileriyle birlikte toplu hareket etmesi neredeyse imkânsız. Çünkü söz konusu taşerona bağlı işçiler, onlarca farklı şirkette farklı koşullar içerisinde genellikle de geçici iş sözleşmeleriyle çalıştırılıyor. Aynı işyerinde çalışan işçiler farklı şirketlere bölünmüş durumda. Taşeron şirkette istihdam edilen işçi, sözleşmesinin pamuk ipliğine bağlı olduğunun ve her an işten atılabileceğinin farkında. Taşeron işçisi önünü göremiyor, o sırada çalıştırıldığı işyerinde ne kadar daha çalıştırılacağını bilemiyor; patronunun kendisini yarın hangi işyerine göndereceğini ya da sözleşmesine son verip vermeyeceğini bilemiyor. Güvencesizliğe bağlı olarak tam bir güvensizlik sarmalına hapsediliyor. Çalıştığı işyeri ile bağlı olduğu patronun birbirinden farklı olması ve güvencesizlik, taşeron işçisinin hakkını aramasını ve koşullarını düzeltme iradesi göstermesini de engelliyor.
Bir firma içerisinde çalışan aynı taşeron şirketin işçileri tüm bu engellere rağmen haklarını aramak üzere birleştiklerinde bile sendikalaşma problemi yaşıyorlar. Söz konusu taşeronun işçileri, işyerindeki işçilerin sadece bir kısmını oluşturuyor. Dolayısıyla bir taşeronun işçilerinin işyerinde işi durdurmaları ya da yavaşlatmaları çoğu durumda mümkün değil. Bunu kısmen gerçekleştirdiklerinde de taşeron şirketin işçileri işten çıkartarak işyerine başka işçiler göndermesi an meselesi. Öte yandan asıl işveren, taşeron şirketin sözleşmesini iptal ederek, birleşen işçilerden bir çırpıda kurtulup işyerine başka bir taşeronu sokabilir veya mevcut taşeronlardan birinin çalıştırdığı işçi sayısını arttırmasını sağlayabilir. Zaten asıl işveren ile taşeron arasında geçici süreli sözleşmeler düzenleniyor. Dolayısıyla sözleşme süresi sona erdiğinde asıl işveren ya da taşeron patronu sözleşmeyi yenilemeyerek de örgütlülüğü fiilen boşa çıkartabiliyor. Bir işyerinde çalışan ve aynı şirket tarafından istihdam edilen işçilerin sendikalaşması ve toplu sözleşme yetkisi alması bile aylar hatta yıllar süren uzun erimli bir iş. Oysa bu süre zarfında taşeron firmanın ana firmayla sözleşmesi çoktan bitmiş oluyor.
Taşeron şirket çalışanlarının varlığı, asıl şirketin sürekli istihdam edilen (kadrolu) çalışanlarının taleplerini de baskı altına alıyor. Onların da iş güvencesini yok ediyor. Asıl işverenin sürekli işçileri –sendikalı olsalar bile– toplu pazarlık güçlerini büyük ölçüde yitiriyor. Sendikalı işçiler grev yaptığında işveren yasal ya da yasadışı olarak taşeronlar eliyle sendikalı işçinin üretimden gelen gücünü zaafa uğratıyor. Bütün dünyadaki sendikalardan gelen veriler, taşeron işçiliğinin giderek sürekli istihdamın yerini aldığını, sermayenin ücretleri düşürme, işçileri yasal güvencelerden mahrum bırakma ve örgütsüzleştirme saldırılarının taşeronlaştırma dalgasıyla birlikte yürütüldüğünü gösteriyor. Tüm dünyada hızla artan taşeronlaşma, sadece taşeronlarda istihdam edilen işçilerin değil, tüm işçi sınıfının sorunudur.
Taşeronlaşma işçi sınıfına yönelik stratejik-küresel bir saldırıdır!
Dünyanın pek çok ülkesinden gelen rakamlar taşeronlaşmanın hızla yaygınlaştığını gösteriyor. Çin’de, kentlerde çalışan 300 milyon işçinin beşte biri, yani 60 milyonu geçici taşeron işçisidir. 2009 yılı itibarıyla Meksika’da işgücünün %10’u taşeron işçisidir. Meksika’da dünya çapında rekabetin yoğunlaştığı elektronik sanayiinde istihdam şirketleri adına fabrikalarda çalışanların oranı %60’a ulaşmıştır. Rusya’da yabancı şirketlerin %75’i, Rus şirketlerin %35 ilâ %50’si taşeron işçi kullanmaktadır. İngiltere’de taşeron işçilerin tahmini sayısı 270 bin ilâ 1 milyon 400 bin arasında değişmektedir. Hindistan’da özel sektördeki işçilerin %30’u, imalattaki işçilerin ise %50’si taşeron şirketler tarafından çalıştırılmaktadır. İspanya’da geçici işçilik tüm istihdamın %31’ini oluşturuyor. Geçici olarak çalışanların altıda birini taşeron şirketler istihdam ediyor. Tayland’da elektronik sanayiindeki 500 bin işçinin yarısından fazlası taşerona bağlı çalışıyor. 2008 rakamlarıyla Filipinler’de tüm işçilerin %10,8’i, imalattaki işçilerin ise %15,6’sı taşeron çalışanıdır.
Özel istihdam büroları eliyle de yaygınlaştırılan taşeron işçiliği tüm dünyada işçi sınıfının karşısına dikilmektedir. Özel istihdam bürolarının küresel örgütü CIETT (Özel İstihdam Firmaları Uluslararası Konfederasyonu) verilerine göre, dünya çapında 72 bin özel istihdam şirketi, 169 bin şube ile faaliyet yürütüyor. Sadece işçi kiralayan özel istihdam bürolarının yıllık satış geliri 1996’da 83 milyar avro iken, 2009’da bu rakam 203 milyar avroya ulaşmıştır. Bu istihdam şirketlerinin pazarladığı taşeron işçi sayısı da aynı dönemde iki katına çıkmıştır. İşçi simsarlığı pazarının büyümesi, dünya çapında milyonlarca işçiyi pazarlayan Adecco, Randstad ve Manpower gibi dev küresel işçi simsarı tekelleri ortaya çıkarmıştır. Sektör lideri Adecco’nun yıllık işgücü satış geliri 21,3 milyar dolardır. Adecco’yu 17,3 milyar dolarlık satış geliriyle Randstad ve 16,7 milyar dolarlık yıllık geliriyle Manpower takip ediyor. 72 bin özel istihdam şirketi içerisinde en büyük 10 şirket istihdam pazarının %29’unu ele geçirmiştir.
İşçi simsarı şirketler onlarca ülkede federasyonlar kurmuş durumdadır. Örneğin CIETT, farklı ülkelere yayılmış 47 federasyonu birleştiren bir konfederasyondur. Bu tür küresel işçi simsarı sermaye örgütleri, tüm dünyada taşeronlaşmanın önündeki engelleri kaldırmak üzere faaliyet yürütmektedir. Bu örgütler, hükümetlere taşeronlaşmanın önünü açan yasa değişiklikleri önermekten ve baskı oluşturmaktan, taşeronlaşmanın faydalarını kamuoyuna propaganda etmeye kadar çeşitli işlevler üstlenmektedir. Görüldüğü gibi emperyalizm çağında işçi simsarlığı da kendisini çağa uyarlamış, küresel örgütlenmeler yaratmıştır.
Taşeronlaşmanın önünün açılması için gösterilen çabalar işçi simsarı şirketlerle sınırlı değildir. IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi emperyalist örgütler tüm dünyadaki kapitalist devletlere ekonomik büyüme için esnek çalışmayı tavsiye ediyor. “Ulusal İstihdam Stratejisi” gibi işçi sınıfına yönelik uzun vadeli saldırı programları Türkiye’de olduğu gibi pek çok ülkede de yürürlüktedir. Malezya da 2010 yılında istihdam yasasını değiştirerek taşeronlaşmayı yasallaştırmak istedi. Sendikaların muhalefetiyle hükümet geri adım attı. Fakat 2011 yılında değişikliği tekrar gündeme getirdi. 2012 yılı Mart ayında yasa meclisten geçti. Sendikalar muhalefet etmeyi sürdürdü. Sadece tarım plantasyonlarında taşeronlaşma yasallaşabildi. Güney Kore’de hükümet taşeronlaşmanın önündeki kısıtlamaların kaldırılmasını amaçlayan yasa değişikliğini amaçlıyor. Türkiye’de hükümet asli işlerin de taşerona verilmesinin önündeki yasal engeli kaldırmak istiyor. Avrupa’da taşeron işçilerinin grevci işçilerin yerine kullanılması yasaktır. Ancak AB ülkelerinde de taşeronlaşma önündeki yasal kısıtlamalar giderek ortadan kaldırılmaktadır. 2012 yılında Avusturya’da hükümetin geçici işçilerle sürekli işçilere eşit davranılmasını öngören, taşeron işçileri koruyan bir yasa çıkarmak istemesine burjuvazi karşı koydu. Sermaye çevreleri hükümeti, şirketlerini başka ülkelere taşımakla tehdit etti. Rusya’da 2011 yılında sendikalar işverenin işçilerini alt işverene devretmesini engelleyen bir yasa teklifi sunmuştu. Ancak yasa teklifi taşeron patronlarının ve CIETT gibi küresel sermaye örgütlerinin muhalefetiyle karşılaştı.
Taşeron işçileri neler yaşıyor?
Taşeron çalışma, sermaye sınıfını sürekli istihdamın getirdiği maliyetlerden kurtarmaktadır. 2008 krizinde öncelikle taşeron işçileri işlerini kaybetti. 2008 ortaları ile 2009 ortaları arasındaki dönemde, AB üyesi 27 ülkede, işyerlerinde sürekli çalışanların sayısı %1,3 azalırken geçici çalışanların sayısı %6,3 azaldı. İşçi örgütlerinin taşeronlaşmaya direndiği Almanya’da bile kapitalistler, yeni yaratılan istihdamın yarısından çoğunu geçici olarak istihdam etmeyi tercih etti. Taşeronda çalışanların önemli bir kısmı da tam zamanlı çalışmak yerine eksik zamanlı çalışmak zorunda bırakıldı. Özel istihdam şirketlerinin kiraladığı işçilerin bir yılda çalıştıkları ortalama süre, tam zamanlı işçilerin sadece yarısı kadardır. 2008 krizinin etkisi zayıflayınca şirketler tekrar taşeron işçi istihdam etmeye öncelik verdiler.
Sendikaların çeşitli ülkelerde yayınladığı raporlar, taşeron işçilerinin ana firmada sürekli istihdam edilenlere göre çok daha düşük ücretlerle çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Hindistan’da kimya, enerji ve madencilik sektörlerinde taşeron işçiyle aynı işi yapan ve sürekli istihdam edilen işçiler 270 ilâ 360 dolar civarında ücretler alırken, taşeron işçileri 72 ilâ 108 dolar arası ücretlere çalıştırılıyor. Tekstilde ise taşeron işçisi sürekli istihdam edilen işçinin yarısı kadar ücret alıyor. Taşeron işçisinin ücreti yasal asgari ücretin bile altına inebiliyor. Şirketlerin asıl işlerde taşeron çalıştırması yasak olmasına karşın sermaye ne yasa ne yasak dinliyor. Taşeron işçilerine sürekli işçilerle aynı iş yaptırılıyor ve taşeronlar hep daha düşük ücret alıyor. Örneğin Çin’de Nokia ürünlerinin üretildiği fabrikalarda taşeron işçileri sürekli istihdam edilenlerin dörtte üçü kadar ücret alıyor. Almanya’daki bir BMW fabrikasının işçileri, 2011 yılında ücretleri %40 oranında düşürülerek BMW’nin bir yan şirketinde istihdam edildi. Almanya’da taşeron işçilerinin önemli bir kısmı kısa sürelerle çalıştırıldıkları için işsiz kaldıklarında işsizlik yardımı almaya hak kazanamıyorlar.
İş kazaları ve işçi ölümlerinde de taşeron işçileri sürekli istihdam edilen işçilere göre daha fazla risk altında. Belçika’da taşeron işçilerinin kazaya uğrama riskinin sürekli işçilerinkinden iki kat fazla olduğu tespit ediliyor. Brezilya’daki bir sendika, üyesi olan Petrobras şirketi işçilerinden 1995-2009 yılları arasında 280 kişinin öldüğünü, bunların 226’sının taşeron işçisi olduğunu açıklıyor. Keza bu ülkede 2009 yılında elektrik sektöründe iş kazalarında ölen taşeron işçi sayısı sürekli işçilere oranla 13 kat fazlaydı. Peru madenlerinde 2009 yılının ilk 9 ayında ölen 49 maden işçisinin 37’si taşeron işçisiydi. Asıl işveren, taşeron şirket ve işçi arasında kurulan üçlü iş ilişkisi, iş güvenliğinden hangi noktada kimin sorumlu olduğunu belirsiz kılıyor.
Şirket şirket bölünüp paramparça edilmiş, örgütsüzleştirilmiş ve güvencesiz çalışmaya mahkûm edilmiş, fiilen çalıştırıldığı şirket ile aracı şirket arasında kapana sıkıştırılmış taşeron işçileri kriz dönemlerinde de kolayca gözden çıkarılan kesimi oluşturmaktadır.
Taşeronlaşmanın önünü açan siyasi iklim
Güvencesiz, esnek ve taşeron çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması ve giderek sürekli istihdamın yerini alması, işçi sınıfının ücretlerinin aşağıya çekilmesi ve sosyal kazanımlarının yok edilmesi anlamına geliyor. 80’li yıllardan itibaren dünya kapitalizmi işçi sınıfına karşı neo-liberal bir saldırı dönemi başlatmıştı. İşçi sınıfına yönelen bu küresel saldırı, işçi hareketinin dünya ölçeğinde gerilediği 90’lı yıllarla birlikte ivme kazandı. SSCB ve Doğu Bloku’nun çözülerek kapitalist dünyaya entegre olması ve bunun sosyalizmin çöküşü olarak lanse edilmesi burjuvaziye olağanüstü imkânlar sağladı. Sonuçta işçi hareketindeki dağınıklık dönemi ile neo-liberal saldırı süreci üst üste geldi.
Böylesi bir dönemde sendikal hareket de burjuvazi karşısında geçmişte kazandığı mevzilerden çok çok gerilere savruldu. Dünya ölçeğinde sınıf dengelerinin işçi sınıfı aleyhine değişmesini fırsat bilen burjuvazi, işçi sınıfının var olan örgütlerini zayıflatmak ve etkisizleştirmek, işçi sınıfını bölmek ve esnek çalışma biçimlerini dayatmak üzere çok yönlü saldırıya geçti. İşçi sınıfının geçmişte büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımları yok etmeye girişti. İşçi sınıfı gücü ve örgütlülüğü oranında bu saldırıları kısmen durdurabildi, gücü yettiği kadarıyla geri püskürtebildi. Ancak örgütlü gücünün zayıflığı nedeniyle taşeronlaşmanın bugün bir ur gibi yayılmış olmasını engelleyemedi.
Kapitalist ekonominin küresel entegrasyonunun derinleştiği bu dönemde, sermaye yatırımları hızla ucuz ve örgütsüz işçiliğin bulunduğu coğrafyalara kaydı. Dev şirketlerin fabrikalarını Çin, Vietnam, Endonezya ve Hindistan gibi ülkelere kaydırması Batı’daki örgütlü işçi kesimleri üzerinde de ciddi bir basınç oluşturdu.
Türkiye’de taşeronlaşma
4857 sayılı iş yasasının 2. maddesi, asıl işveren ile alt işveren (taşeron) arasındaki ilişkiyi tanımlıyor. Yasada “asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz” deniliyor. Türkiye’de patronlar işyerine soktukları taşeronların çalışan sayısını arttırırlarken, eski işçilerin sayısını kademeli olarak azaltıyorlar. Böylece yasanın etrafından dolanarak, aynı işi yapan taşeron işçilerini daha ucuza çalıştırıyorlar. Yasada “daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz” yazıyor. Ancak bu yasayı çiğneyen patronlar, yanlarında çalıştırdıkları ve sözlerinden çıkmayan kişiler adına sahte şirketler kurup bunlara taşeronluk veriyor. Yasayı çiğneyen patronların pek azı bu yüzden sorun yaşıyor. Yasada “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez” deniliyor. Ancak fiiliyatta patronlar asıl işlerini parça parça taşeronlaştırıyor.
İş müfettişleri hileli ya da yasadışı yöntemlerle taşeronlaştırmayı raporladıklarında, taşeron işçileri asıl işverenin işçisi sayılıyor. Bu nedenle AKP hükümeti, iş müfettişlerinin hileli taşeronlaşmayı tespit yetkisini elinden almayı planlıyor. Daha da önemlisi, iş yasasının ikinci maddesini değiştirerek işletmelerin asıl işlerinin bölünerek taşeronlaştırılabilmesinin önünü açmak istiyor. Bu konuda bakanlığın hazırladığı bir yasa değişikliği taslağı var. Ancak bu taslak kamuoyuna açıklanmıyor. Çalışma bakanının sözlü beyanları taslağın içeriğini kısmen ele veriyor. Bakanlık elindeki taslağı gizleyerek değişikliğin içeriğinin öğrenilmesini ve işçi örgütleri tarafından tartışılmasını engellemeye çalışıyor.
Türkiye’de resmi rakamlara göre 3 milyon civarında taşeron işçisi var. DİSK Araştırma Enstitüsü ise yaklaşık 6 milyon işçinin taşeronlar tarafından istihdam edildiğini açıklıyor. İşçileri güvencesiz, esnek ve taşeron çalıştırmak konusunda en büyük işveren konumundaki kapitalist devlet, önemli bir mesafe kat etmiştir. Devlet Personel Başkanlığı verilerine göre 2001 yılında 14 bin olan sözleşmeli personel sayısı 2011 yılında 214 bine yükselmiştir. 2000 yılında kamu sektöründeki taşeron şirketlerde 20 bin işçi çalışırken, bugün devlet 500 bine yakın işçiyi taşeronlarda istihdam ediyor. 2001 yılında KİT’lerde çalışan kadrolu işçi sayısı 276 bin iken, bugün bu sayı 156 bine düşmüş durumda. Böylelikle iş güvencesiyle çalışan devlet işçisi sayısı yarı yarıya azalırken, taşeron işçi sayısı 28 kat arttırılmıştır.
Sağlıkta, eğitimde ve belediyelerde taşeronlaşma hızla yaygınlaştırılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı 2003-2009 arasında 478 bin personel istihdam etmiştir. Ancak bunun sadece %31’i (148 bini) kadrolu olarak istihdam edilirken 240 bini kısmi zamanlı, geçici ya da ders saati üzerinden işe alınmıştır. 70 bin kişi ise sözleşmeli olarak geçici sürelerle istihdam edilmiştir. 4C statüsünde de 20 bin kişi istihdam edilmiştir. Bakanlık bünyesindeki temizlik hizmetleri de taşeronlaştırılmıştır. Böylece bu bakanlığa bağlı olarak kadrosuz ve güvencesiz çalıştırılanların oranı %60’a varmıştır. AKP’nin 2003’ten bu yana sürdürdüğü “Sağlıkta Dönüşüm Programı” gereğince, taşeronlardan temin edilen işçi sayısı 11 binden 116 bine yükselmiştir. Laborantlık, hemşirelik, radyoloji teknisyenliği, hastabakıcılık gibi işlerde taşeronlar aracılığı ile çalıştırılan sağlık işçilerinin sayısı 150 bine yaklaşıyor. Belediyelerde, il özel idarelerinde ve belediye iktisadi teşekküllerinde yalnızca 175 bin kadrolu işçi çalışıyor. Yerel yönetimlerde çalışanların %22’si taşeronlarda çalıştırılıyor. Yani bu alandaki taşeron işçi sayısı 50 bin kişiye ulaşmaktadır.
İnşaat sektörü, iş kazaları ve işçi ölümlerinde olduğu gibi taşeronlaşmada da başı çekmektedir. TÜİK’in bir araştırması Türkiye’de inşaat sektöründe yaklaşık 1,5 milyon işçi çalıştığını, bu işçilerin 1 milyon 100 bininin mevsimlik işçi olarak göründüğünü, yani ekseriyetle taşeron şirketlerde çalıştığını gösteriyor. Madenler ve tersaneler iş kazaları ve taşeronlaştırmalarla sıkça gündeme geliyor. Gemi inşa sektöründe çalışan 35 bin işçinin 10 bini asıl işverenler, 25 bini ise taşeronlar tarafından çalıştırılıyor.
Tüm sektörlerde yemek, güvenlik ve temizlik işleri büyük oranda taşeronlara devredilmiştir. Ulaştırma, depolama ve haberleşme gibi hizmetlerde de taşeronlaşma giderek yaygınlaşmaktadır. Güvenlik, bina, çevre düzenleme vb. hizmetlerde kayıtlı çalışan sayısı 600 binin üzerindedir. Bu işlerde çalışanların %58’i “mevsimlik işçi” olarak tanımlanmıştır. Fabrikalarda şirketin asıl faaliyet konusu olan işlerin bile taşeronlaştırıldığı, işçilerin yasadışı bir şekilde çok sayıda taşeron şirkete bölünmüş olarak çalıştırıldığı bilinmektedir.
Taşeronlaşma, sermayenin işçi sınıfına karşı küresel-stratejik saldırısı olarak gelişmektedir. Burjuvazinin bu küresel saldırısının karşısında tüm dünya işçileri için mücadele etmekten başka çıkar yol yoktur. Sendikaların bu gelişen saldırıyı, mevcut yasalar çerçevesine hapsederek püskürtmesi mümkün değildir. Sendikalar taşeron işçi-kadrolu işçi ayrımı yapmaksızın tüm işçileri kucaklamak zorundadır. Taşeron işçisiyle kadrolu işçilerin birleşmesinin önüne dikilen yasal ya da fiili engellere teslim olunmamalıdır. İşçiler arasındaki rekabete son vermek sendikaların asli görevidir. Farklı şirketlere bölünmüş işçileri fiilen birleştirmeden üretimden gelen gücü kullanmak mümkün değildir.
Burjuvazi, yatırımlarını ucuz ve örgütsüz işgücünün yoğunlaştığı ülkelere yönlendirerek işçi sınıfının daha örgütlü olduğu ülkelerde işçi sınıfına boyun eğdirmeye çalıştı. Ancak yatırımların kaydırıldığı ülkelerde de genç ve dinamik bir işçi sınıfı mücadele sahnesine çıkıyor. İşçi mücadelesi kaçınılmaz olarak küreselleşiyor. Burjuvazinin küresel saldırısını yenilgiye uğratmak için, işçi sınıfının enternasyonal mücadele bayrağını yükseltmekten başka yol yok!
link: Zehra Aras, Sermayenin Küresel Saldırısı: Taşeronlaştırma, Ocak 2013, https://marksist.net/node/3188
Bir Devrim, Bir Kadın: Nadejda Konstantinovna
Asgari Ücret Sermayeye Çok Fazla Geliyor