Yakın zamanda gerçekleştirdiği Latin Amerika gezisi sırasında Erdoğan, Kübalı yetkililere, Ortaköy Camiinin bir benzerinin Türkiye tarafından başkent Havana’ya yaptırılmasını teklif etti. Birkaç ay önce de Amerika’nın Kolomb’tan evvel Müslümanlar tarafından keşfedildiğini ve Kolomb’un Amerika’ya geldiğinde Küba tepelerinde cami gördüğünü iddia eden Erdoğan’ın bu teklifi üzerine haliyle çok konuşuldu. Haklı olarak, Türkiye’den binlerce kilometre uzaklıktaki, üstelik Müslüman nüfusun hayli az olduğu bir ülkeye cami yaptırma hevesinin nereden kaynaklandığı sorusu akıllara geldi. Kimileri bu gayreti Erdoğan’ın ideolojik heveslerinden kaynaklı kişisel fantezilerine yorarken, kimileri de bunu Türkiye’deki tabanına mesajlar vermek için yaptığını söyledi.
Erdoğan’ın bu isteği elbette iç siyasete dönük kimi hesapları içinde barındırıyor ama esasen onun emperyal emellerle yürüttüğü dış politikasıyla ilgili. Emperyalist devletler böylesi faaliyetleri çeşitli ve çok boyutlu biçimler altında uyguluyorlar. Türk devleti de tüm emperyalist devletlerin yaptığını yaparak nüfuz alanını genişletmek istiyor ve AKP hükümeti bu doğrultuda girişimlerde bulunuyor. Bu yüzden de kendisini her zaman hatırlatacak ve kendisi ile ilişki kurabilecek olanları bir araya toplayabileceği bir camiyi Havana’ya inşa etme hevesine kapılıyor. Üstelik bu çaba sadece Küba’ya cami yapma projesi ile de sınırlı değil. Zaten Türkiye Diyanet Vakfı, aralarında ABD, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Arnavutluk, Filipinler, Filistin ve Somali’nin de bulunduğu 25 ülkede 50 civarında cami yaptırmış durumdadır. Haiti’de bile Türk devletinin yaptırdığı bir cami bulunmaktadır.
Tüm bunlarda ne kötülük var diye düşünülebilir elbette. Ne güzel yardımlar yapılıyor işte denebilir. Ancak kazın ayağı öyle değil tabii ki. TC’nin de aralarında bulunduğu ülkeler bu çalışmaları halisane duygularla yerine getirmiyorlar çünkü. Bu çalışmalar sayesinde yöneticileri ve halkı ile psikolojik yakınlaşma sağladıkları ülkelerde emperyal amaçlarını hayata geçirmek için yapıyorlar. Nüfuz alanı haline getirmeyi hedefledikleri bölgelerde olumlu bir imaj çizmek için, kültürel olarak etkileme faaliyetleri gerçekleştiriyorlar ve ekonomik yardımlarda bulunuyorlar. Çünkü kültürel etkileşim yoğunlaştıkça ve ekonomik destekler sağlandıkça, kültürel etki altına alınan ve yardım alan bölgeler sermaye yatırımlarına ve ihracatın baskın olduğu ticari ilişkilere daha açık, istekli ve yatkın hale geliyorlar. Kamuoyları bu faaliyetler sayesinde yönlendiriliyor, ikna ediliyor ve yapılan pazarlıklardan her daim kazançlı çıkılıyor. ABD’nin İngilizceyi dünya ölçeğinde kullanılan bir dil haline getirme çabalarının, sinema endüstrisi ile empoze ettiği düşüncelerin, yaşam biçimlerinin, NBA gibi spor etkinlikleri ile yarattığı cazibenin ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşının ardından çok sayıda ülkeye sağladığı ekonomik desteklerin oluşturduğu etki ortadadır. Bütün bu yumuşak güç uygulamalarının sayesinde emperyalist etki güçlenmiş, sömürü çarkları daha kolay çalışmıştır.
TC de bu kervana son yıllarda gerçekleştirdiği büyük ataklarla dâhil olmaktadır. Edebiyat, sanat, eğitim konusunda Türkiye tarafından başka ülkelerde sürdürülen çalışmalar, ekonomik alanda desteklenen projeler, o ülkeler için yapılan harcamalar, çeşitli konularda yürütülen yardım organizasyonları ve bunun dünyaya tanıtılması faaliyetleri yoğun bir biçimde sürdürülmektedir. Bunların yanı sıra pek çok ve çeşitli başka girişimlerle de TC, kendisini tanıtan, ona çeşitli türlerden ilişki kanalları açan faaliyetleri yürütmektedir. Türkî cumhuriyetlerde ekonomik, kültürel, eğitim, sosyal, teknik ve ticari alanlarda faaliyet gösteren Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Türkiye’nin bu yönde faaliyet gösteren başlıca kurumlarındandır.
TİKA dünya genelinde 100’den fazla ülkeye ulaşmaktadır. TİKA’nın, Orta Asya, Kafkasya ve Balkan ülkelerine yönelik faaliyetleri zamanla Ortadoğu, Kuzey Afrika ve diğer Afrika ülkelerine doğru yayılmıştır. 2004-2005 arasında Pakistan depremi ve Güney Asya’da yaşanan tsunami sebebiyle bu bölgelere yardımlar yapmıştır. 2008 yılının sonunda yaşanan Gazze krizi, 2010’da meydana gelen Haiti ve Şili depremleri, Pakistan’daki sel felâketi ve 2011’de Japonya’da meydana gelen deprem ile Libya krizi sebebiyle de TİKA “yardım” adı altında bu bölgelerde çeşitli faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Türkiye ABD işgaline uğrayan Afganistan’a da “yardım” adı altında bir yandan asker göndermiş, öte yandan Afganistan’ın yeniden imarı da dahil pek çok alanda ihale kapmak için faaliyetlerini hızlandırmıştır.
TC’nin bu tür ülkelere sadece 2010 yılında yaptığı “yardım”, 1 milyar dolar civarıdır. “Sivil toplum kuruluşları” ve çeşitli şirketlerin katkıları ile birlikte bu tutar iki katına çıkmaktadır. Küresel İnsani Yardım 2014 raporuna göre 2013’te 1,6 milyar dolarlık yardımda bulunan Türkiye, gayrisafi milli hâsıla bazında en çok uluslararası insani yardım yapan ülke haline gelmiş, en fazla uluslararası yardımda bulunan ülkeler sıralamasında ise ABD ve İngiltere’nin ardından üçüncü olmuştur. Elbette burjuvazi tüm bunları babasının hayrına yapmamaktadır. Bu harcamalar emperyal bir güç olmanın gereği olarak yapılmakta, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmemektedirler.
30’dan fazla ülkede 40’a yakın Türk Kültür Merkezi ile faaliyet gösteren Yunus Emre Enstitüsünün yurtdışında Türk kültür ve dilini yaymak için gerçekleştirdiği projeler de Türk devletinin emperyalist politikalarının önemli unsurlarıdır. Türkoloji projesi kapsamında, Türk kültürünün, dilinin ve sanatının tanıtılması için anlaşmalı üniversitelere akademisyenler gönderilmekte ve Türkiye’deki üniversitelere de akademisyenler kabul edilmektedir. Kültürel etkileşim faaliyetlerinin bir diğer önemli konusu ise öğrenci değişim programlarıdır. Erasmus öğrenci değişim programı başta olmak üzere bu programlar ile Türkofiller (Türksever) yetiştirilmeye çalışılmaktadır.
ABD’nin sinema endüstrisinin ABD için sağladığı olanaklar gibi, Türk dizilerinin de Türkiye devletinin emperyalist politikalarını hayata geçirmesine önemli bir katkısı olmuştur. Ortadoğu ülkelerinde başlayan Türk dizilerinin popülerliğinin, Balkanlar’a, Yakın Doğu’ya kadar ulaşması, Türkiye’ye, turizmden ticarete, birçok alanda yeni olanaklar sağlamıştır. Örneğin Türkiye’de üretilen dizileri satın alan ülkelerden gelen turistlerin sayısı, 2007-2012 arasında yüzde 12 artmıştır. TESEV’in 2010 yılında yaptığı araştırmaya göre, Ortadoğu ülkelerinin, Ortadoğu bölgesi içinde tatil için en çok tercih ettiği ülke Türkiye haline gelmiş, Ortadoğu dışında ise Türkiye, Fransa’dan sonra en çok tercih edilen ikinci ülke olmuştur. Yani bir bütün halinde bu politikalar sermayenin daha çok kazanmasına, güçlenmesine yaramaktadır.
Bir diğer önemli faaliyet de yurtdışında açılan eğitim kurumlarıdır. Özellikle Gülen cemaatinin uzun yıllar boyunca yürüttüğü çalışmalarla çok fazla sayıda okul açılmıştır. Türkçenin yaygınlaşmasını sağlayan ve iyi eğitim veren bu okullar sayesinde Türkiye’ye sempatiyle bakan binlerce öğrenci yetiştirilmiştir. Bu okullarda yetişenler kendi ülkelerinde edinmeye başladıkları pozisyonlarla birlikte Türkiye devleti ve kapitalistleri için de olanaklar yaratmaya başlamışlardır. Zamanında ABD’nin, Fransa’nın, Almanya’nın Türkiye’de açtırdığı Robert Kolej, Saint Joseph, Alman Lisesi gibi okullarla o ülkeler için sağlanan faydalar, şimdi Türkiyeli kapitalistler için Orta Asya’da, Afrika’da, Balkanlar’da açılan bu okullarla sağlanmaya çalışılmaktadır. Bizzat Gülen, bu okulların bir zamanlar Batı’nın yaptığı gibi, misyoner görevi gördüğünü söylemiştir.[*] Bugünlerde Gülen hareketini tasfiye etmek için cansiperane bir mücadele veren hükümet de bu okulların sağladığı faydanın bilinciyle, bu bölgelerde Gülen’in eğitim kurumlarının kapatılmasını ama yerine Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir vakfın (bu vakfın Bilal Erdoğan başkanlığındaki TÜRGEV’le nasıl irtibatlandırılacağını yakında göreceğiz) okullar açmasını teklif etmektedir.
Kapitalistler, onların devletleri ve hükümetleri “insani” yardım organizasyonlarıyla, eğitimi ve kültürel etkileşimi geliştirme kisvesiyle yürüttükleri faaliyetleriyle toplumlara bakın ne iyi işler yapıyoruz diyorlar ama, “iyi niyetle” yürütülüyor gösterilen bu çalışmalar, burjuvazinin çok yönlü çıkarları doğrultusunda yapılıyor. Burjuvazi emperyalist politikalarını kitlelerin gözünde meşrulaştırırken, bu politikaların arkasına takılan kitlelerin sömürü ilişkisini görmesinin önüne geçmeye de çalışılıyor. Böylece emekçilerin zihninde oluşturulan yanılsamalar sayesinde sömürü ilişkilerinin derinleşmesi kolaylaşıyor. Zenginlik bir avuç kapitalistin elinde birikmeye devam ederken işçi sınıfı giderek daha ağır koşullar altında yaşamını sürdürmek zorunda kalıyor.
Sermaye sınıfının kafasında sadece çıkarları ve bu çıkarları hayata geçirmek için ne pahasına olursa olsun uygulayacağı politikalar var. Tüm kapitalistlerin ve elbette Erdoğan’ın işçilere ve tüm yoksullara verip verebileceği sadece kan, gözyaşı ve sömürüdür.
[*] Levent Toprak, “İslamcı” Sermaye ve Fethullah Gülen Cemaati /2, MT, Ağustos 2009
link: Selim Fuat, AKP’nin “Yardım” Kılıfındaki Emperyalist Politikaları, 3 Mart 2015, https://marksist.net/node/4029
Akıllı Tahtalar Daha Nitelikli Bir Eğitim mi Sağlayacaktı?
Mızrak Çuvala Sığmıyor