Karadeniz. Eşsiz yaylaları, alabildiğine yeşil ormanlarıyla, hırçın dalgalarıyla Karadeniz. İnsana dinginlik veren doğasıyla dünyanın cennet köşelerinden biri. Kim bilir nelere tanıklık etmiştir! Kimleri misafir etmiştir bağrında. Ne medeniyetler görmüştür. Zulmü, baskıyı, hoyratlığı da görmüştür. Umudu, sabrı, direnci de. Tabiat ananın büyük bir ustalıkla yaptığı eserinin içinde boylu boyunca uzanan yüksek duvarlar bunu anlatıyor sanki. Hırçın dalgaların durup dinlenmeden dövdüğü geçit vermez dev surlarla örülü bu yer Sinop Cezaevi. Cezaevinin duvarları adeta egemenlerin yüreklerindeki korku duvarları kadar yüksek. Üç tarafı denizle çevrili, denizin kıyısında. Cezaevinin her yeri egemenlerin baskı, işkence ve sindirme yöntemlerinin izleriyle dolu. Dev prangalarla insanların zindanlarda zincire vurulması. Küçücük çocukların mahkûm edildiği çocuk koğuşları. Yaşatılan bu zulüm karşısında insanın öfkelenmemesi mümkün değil.
Girişten geçip bahçeden 3. Kısmın avlusundan içeri girince tanıdık ezgiler sesleniyor insanın kulağına. Sabahattin Ali’nin dizelerinden bestelenen şarkılar eşliğinde avludan yürüyerek içeri geçiliyor. İçerde alt katta birbirinin ardı sıra mahpus koğuşları. Egemenlerin ezilenler için hazırladıkları adaletsizlikten adalet diye bahsedilen yer burası. Duvarlar cezaevinin tarihi kadar eski ve dökük. Koridorda yürüdükçe insanın yüreğini bir öfke kaplıyor. Ah şu duvarların dili olsa da bir konuşsa diye düşünüyor insan. O günlerin canlı tanığı olarak dile gelse. Sabahattin Ali’yi, Mustafa Suphi’yi anlatsa bize. Girişte ve duvarlarda Sabahattin Ali’nin şiirleri asılı. Merdivenleri çıkınca sağ tarafta parmaklıkların ardında Sabahattin Ali’nin kaldığı hücre karşılıyor bizi.
Tabii niçin burada tutsak edildiğine, kim olduğuna, hangi sınıfın safında kavga verdiğine dair bir bilgi yok. Sabahattin Ali, egemenlerin bu zalim düzenine karşı boyun eğmeyip, ezilenlerin safında mücadele ettiği için burada mahkûm edildi. Ama egemenlerin dev surların ardına hapsettiği yalnızca bedeniydi. Fikirleri ile içeride de kavga vermeye devam etti. Yürek işidir mahpusta yatarken bile zalimlere kafa tutmak, şiirler yazmak, şarkılar söylemek. Sımsıkı sarılmak o en zor koşullarda bir kez daha davaya. İşte Sabahattin Ali de nice mücadeleci yoldaşı gibi boyun eğmeyenlerin safında yer tuttu. Öfkesini, özlemini, kavgasını ve umudunu kaleminden dizelerine, satırlarına akıttı. Bir adım ötesinde olduğu halde göremediği denizin hayalini kurdu. Özlemini şu dizelere akıttı:
Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma
Göremediği o denizden daha engindi yüreğindeki kavga ateşi. Karadeniz gibi hırçın ve kavgayla dolu bir yürek taşıyanlardandı. Hapisten çıktıktan sonra da mücadelesine devam etti. Bulgaristan’a gitmek isterken egemenler tarafından kalleşçe katledildi. Sabahattin Ali mücadeleye ömrünü adamış nice yoldaşı gibi geride bıraktığı eserleriyle birlikte kavgaya devam ediyor. Egemenler nasıl ki hapiste bedenini tutsak ederken fikirlerine zincir vuramadıysalar, haince pusuya düşürüp yaşamına son verirken de kavgasını ve fikirlerini yok edemediler.
link: Tuzla’dan bir işçi, Yüreğine Pranga Vurulamayanlardan Biri: Sabahattin Ali, 30 Eylül 2018, https://marksist.net/node/6499
Burjuva Medya İftiharla Sunar: “Havalimanı Komplosu!”
Gençliğin Kurtuluşu Örgütlü Sınıf Mücadelesindedir