Ben Marmara Üniversitesinde okumakta olan bir öğrenciyim. Sizlerle paylaşmak istediğim konu, bir ay önce öğrendiğimiz bir olay. Üniversitenin ikiyüzlülüğü. Öğrencinin arkasından çevrilen oyunlar. Okumak isteyen gençlerin boşluğa sürüklenmesi.
Hikâyemiz ilginç, bir o kadar da komik. Nasrettin Hoca fıkraları tadında bir okulda, eğitim öğretime devam etmekteyiz. Güldürürken düşündüren dört duvarlar arasında okumaktayız. Okulumuzun bazı bölümleri taşınıyor, birçok öğrenci arkadaşımız mağdur olacak. Yıkım kararı alınan başka bir binada eğitim öğretime devam edecek olan arkadaşlarımız var. Yani anlayacağınız genel olarak bu binada okuyan öğrenciler mağdurlar. Tüm bunların yanında rektör seçimlerinde dönen sahtekârlıklar da cabası. Güya bize bilimi, insanlığı, ekmek sahibi olmayı öğretecek kurumdan ilk öğrendiğimiz ders “sahtekârlık” oldu. Ne kadar hoş değil mi?
Okulun öğrencileri olan bizleriz, bizler adına karar veren onlar. Eğitime yüzde yüz destek nutukları atıyorlar ama devlet üniversitesinin öğrencisine verdiği önem bu. Yıkım kararı olan bir binada ölüme terk edilmek! Mağdur olan öğrencilere herhangi bir olanak sağlamamak ve bütün bunların arasında kalmış olan biz öğrenciler. Harçlardan bıkıp usanan, ulaşım sorunlarından bıkıp usanan bizleriz. Bu ülkede ve bu eğitim sisteminde baskı altında koyun misali boynuna ip takılıp hunharca gezdirilen de yine bizleriz. Ne de olsa öğrencidir bunlar, cici çocuklardır denilip sus payı verilenler de bizleriz. Biz sustukça heybetlenen onlar, biz sustukça kükreyen onlar, biz hak hukuk dediğimizde hakaret eden onlar, kendi ideolojik propagandalarını yapan onlar, “çok büyük adam” olan onlar, küçücük olarak sıfatlandırılansa bizleriz. Aman çocuğum okusun diye gece gündüz çalışan anne ve babalarımızın arttırdığı beş kuruş parayı bu vurdumduymazlara verecek olanlar da bizleriz. Tüm bu olumsuzluklara rağmen vermeli miyiz tartışılır. Yoksa mücadele mi etmeliyiz! Haklarımızı ve taleplerimizi bizi hiç olarak görenlerin yüzüne haykırmalıyız. Hayatın en büyük gerçeklerinden bir tanesi anne baba gözyaşında yatmakta, onların beyaz saçlarında yatmakta ve bizim çektiğimiz sıkıntılara rağmen “bundan bana ne?” diyen üniversite yönetiminin vurdumduymaz tavrında yatmakta. Biz sustukça, biz öğrenciler olarak birleşmedikçe boynumuza ip geçiren çok olur. Şairin dediği gibi, “kim demiş uysal bir koyunum diye, kesilmeye gelir çekilmeye gelmez boynum”. Bu mısra tadında bir öğrencilik mi, yoksa koyun sürüsü tadında otlar arasında saklanan bir öğrencilik mi? Çoban eşliğinde bir üniversite hayatı mı, yoksa dik başlı, haksızlığa boyun eğmeyen bir öğrencilik mi?
Göztepe’den Anadolu Hisarı’na taşınmaya mecbur edilen İngilizce ve siyasal bilimlerdeki arkadaşlar, Anadolu Hisarından Bahçelievler kampüsüne taşınmak zorunda bırakılan arkadaşlar ve Bahçelievler’de yıkım kararı çıkan bir binada ölüme terk edilen maliye, ekonometri ve iktisat 1 ve 3’üncü sınıftaki arkadaşlar! Marmara Üniversitesi öğrencileri olarak, koyun olmaya niyeti olmayan arkadaşlarla beraber bir şeyler yapabilmeliyiz. Sonuç olarak bu tür sorunları hep biz işçi çocukları yaşıyor. Üniversite yönetiminin aldığı kararlar kimleri mağdur edecek diye düşünen yok, olmasını da beklemek yanlış olur. Kararlar alınır, imzalar atılır, işçi çocuklarından da bu kararlara uymaları beklenir. Acaba böyle mi olması gerekiyor! Kesinlikle değil. Biz işçi çocuklarının da söz sahibi olması gerekir. Fabrikalarda babalarımız ezilir, okullarda bizler. Artık yeter. Çözüm fabrikalarda babalarımızın örgütlenmesi, okullarda da biz işçi çocuklarının bir araya gelmesidir. Hepimiz bir ağızdan haykırmalıyız. Biz işçi çocukları buradayız. Bize zarar veren bu kararlarınızı başınıza çalın!
link: Marmara Üniversitesi’nden bir öğrenci, Marmara Üniversitesinin Mağdur Öğrencileri, 29 Eylül 2010, https://marksist.net/node/2498
“Değişen” Obama ve Emperyalist Savaş Süreci
“Kâğıt Parçaları” ve Savaş Suçları