Biz işçiler için yaşam oldukça zordur. Haftanın altı günü çalışmak zorundayız. Bir de bunun üzerine mesailer, kötü muamele, kötü çalışma koşulları eklenince, bizler için çalışmak iyiden iyiye çekilmez olur. Her alanda, her yerde bizler varız. Dünyayı bizler var ediyor olmamıza rağmen, dünyanın nimetlerinden, kısacası insanca yaşamdan mahrum bırakılıyoruz.
Ben de genç bir işçiyim. Büyük bir fabrikada çalışıyorum. Makinelere bağımlı çalışıyoruz. Makine bozulur da beş dakika dinlenebilirsen şanslısın. Ağır koku ve gürültüden başının ağrımadığı gün olmuyor. Yanındaki arkadaşınla konuşman dahi yasak. Sekiz saat boyunca tek uğraşın işin olmalı. çok dikkatli, hızlı ve temiz olmalısın.
Fabrikanın her alanında enerji tasarrufuna gidilmiş. Bu konuda, çalışan arkadaşlara çok iş düşüyormuş! Gördüğümüz boşuna akan sular, gereksiz yanan lambalar formlarla patrona bildiriliyor. çünkü bu enerjilerin hepsi doğadan karşılanıyor ve gereksiz yere doğayı daha fazla kullanmış oluyormuşuz! Bunu da vermiş oldukları eğitimle pekiştirdiler. çevreyi kirleten fabrikalar, boşa giden enerjiler, kirlenen denizler... Hepsini slayt görüntüleriyle izledik. Bu görüntülerden sonra, çocuklarımıza bırakmamız gerekenin güzel bir gelecek ve yaşanacak bir doğa olması gerektiği üzerine konuşuldu. Eğitimdeki herkes çok duyarlı bir fabrikada çalışacağını düşünerek ayrıldı.
Bu doğaya ve insanlığa çok duyarlı fabrikamız, deneme üretimlerinde tonlarca mamulü çöpe atıyor. Elbette patronlarımız da bunca ürünü çöpe dökmek istemiyor, aksine atılan bu ürünleri azaltmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama bunu, doğaya vermiş oldukları zarardan dolayı değil, o ürüne yatırım yaptığı ve üretimin maliyetini arttırdığı için istemiyorlar. üretimi daha ucuza sağlamak için, bizi daha çok çalıştırmaktan, gerektiğinde doğayı daha fazla tahrip etmekten geri durmuyorlar. Dünyada milyonlarca insan açlıktan, sefaletten ölürken, tonlarca mamulün dökülmesi, çocuklarımızın geleceğine ve doğaya duydukları kaygının ne derece gerçek olduğunu çok iyi anlatıyor. Dahası girmiş oldukları krizlerin yarattığı emperyalist savaşlar da, doğaya, üretime vermiş oldukları zararlar da geleceği bekleyen felâketi gösteriyor.
Kapitalistlerin duyarlılıkları kazandıkları kârlar kadardır. üretici güçlerin şu anki düzeyi, insanlığın bir bütün olarak ihtiyaçlarını gidermeye yeterli bir temel sunuyor. Fakat bugün kapitalist üretim tarzı ihtiyaç için değil, kâr elde etmek için yapılıyor. Ve kapitalistler kâr getirecekse, doğa da dahil hiçbir şeyi sonuna kadar kullanmaktan geri durmuyorlar.
Koca insanlık dünya çapındaki bir avuç sömürücünün sınıf çıkarlarının kaprisine mahkûm olmuş durumdadır. Bir yanda artan zenginlik, diğer yanda artan sefalet ve acılar. Evet, bizler de çocuklarımıza ve gelecek nesillere yaşanacak bir doğa ve insanca hayat bırakmak istiyoruz. Fakat çocuklarımız ve doğa için istediğimiz bu yaşam; fabrika bacalarına filtre takmakla, enerji tasarrufuyla vs. sağlanamaz. Sorunun özüne inmeliyiz. Bu birkaç kapitalistin sorunu değil, aksine bir bütün olarak kapitalist düzenin sorunudur. Bataklıktaki sinekleri öldürmek yerine, bataklığı kurutmalıyız. Kapitalizm son bulmadan insanlık kurtulamaz. Kapitalizme son verecek olan biz işçilerin örgütlü mücadelesidir. Bu mücadele de, yolumuzu aydınlatan Marksizmin ışığı tüm dünyayı aydınlatana kadar devam edecek.
YA SOSYALİZM, YA BARBARLIK!
link: MT okuru bir işçi, Kapitalizm yıkılmadan doğanın ve insanlığın kurtuluşu mümkün değildir, 7 Eylül 2005, https://marksist.net/node/471
Barış İşçiler Savaşırsa Gelir
Bereketin “Formula”sı