17 Aralıktaki AB zirvesi yaklaştıkça egemen bloklar içindeki ayrışma birçok olayla birlikte gündeme geldi. Azınlık raporu olarak bilinen belgenin Başbakanlığa bağlı bir kurul tarafından yayınlanmasından sonra iyice alevlenen tartışmalar, raporun televizyon kameralarının karşısında yırtılmasının hemen ardından üniversitelerde burjuvazinin tutucu kanadının görüşlerini savunan faşistlerin devrimci öğrencilere dönük saldırıları biçimine bürünmüştü.
İstanbul üniversitesinde 11 Kasımdan bu yana faşistlerin saldırılarına karşı hazırlıklı bir şekilde durmaya çalışan devrimci öğrencilere, 13 Aralıkta okul idaresiyle işbirliği halinde üzerinde düşünülerek önceden hazırlandığı çok aşikâr olan bir senaryo uygulamaya konarak polis devrimci öğrencilere saldırdı. 41 devrimci öğrenci gözaltına alındı.
13 Aralık sabahı faşistlerin 20-25 kişilik bir grup halinde ellerinde satırlarla okula girdikleri haberini aldığımızda, diğer devrimci öğrencilerle birlikte, olası bir saldırıya karşı Hergele Meydanında toplandık. Polis, çok geçmeden, yaklaşık 80 kişiyi bulan öğrenci kitlesine müdahale etmek üzere Edebiyat Fakültesi tarafından içeri girdi. Polisin içeri girdiğini fark ettiğimizde, Hergele’ye açılan kapıların önüne barikat kurduk. Gaz bombaları, maskeleri ve robokop kıyafetiyle öğrencilere saldırmak üzere tam teçhizatlı olan polis, barikatı geçerek gaz bombalarını üzerimize fırlattı, ardından da copla ve biber gazlarıyla saldırıya geçti. Bu esnada okulun içinde bulunan faşistlerden 15’i Fen Fakültesi tarafından dışarı çıkmak üzereyken üzerlerinde bulunan tüm satırları ve bıçakları yere bırakarak polise teslim oldular. Bir yandan polis devrimci öğrencilere saldırısını sürdürürken, faşistlerle devrimci öğrenciler arasında herhangi bir çatışma durumu da ortaya çıkmadı. Oysa burjuva medya organlarında polisin sağcılarla solcular arasında ortaya çıkan çatışmayı engellemek üzere içeri girdiği söyleniyordu!
Polisin saldırısından korunmak üzere okulun üst katlarına ve kantinlerine dağıldık, ardından da buralardan birer birer toplanarak gözaltına alındık. Akşam yaklaşık saat 17:00’ye kadar okula giriş-çıkışları bekleyen polis, okulda 12 Eylül’ün mirası olarak kurumsallaşan öGB ve sivil polislerin yardımıyla dışarı çıkmaya çalışan devrimci öğrencileri gözaltına almaya devam etti. Gaz bombalarını öğrencilerden esirgemeyen polis, bunları bol bol kullanarak okulu duman içerisinde bıraktı. Solcularla sağcılar çatışıyor bahanesiyle de derslerine girmek üzere okula gelen öğrencileri içeri almadı.
Bizleri “eğitim özgürlüğünü” engellemek iddiasıyla gözaltına alıp, Vatan Caddesi’nde bulunan Güvenlik şube Müdürlüğüne götürerek burada nezarete attılar. öğrencilere verilen kağıtlarda öğrencilerin “eğitim özgürlüğünü engelledikleri” ve üzerlerinde kesici aletler bulunduğu iddiası yer alıyordu. Bu kağıtları top haline getirerek içerde futbol oynayanlar da yok değildi. Böylece gerçekten de “toplu” bir gözaltı oldu!
Nezarette kaldığımız 24 saat boyunca zamanımızı türküler ve marşlar söyleyerek geçirdik. Faşist cunta tarafından 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in anısına saygı duruşunda bulunduk. Değişik politik anlayışlara sahip devrimciler olsak da dört duvar arasında paylaşma ve dayanışma duygularını yoğunluğuna yaşadık. Polislerin kendi aralarındaki konuşmalar, onların geriliğini ifade etmesi bakımından öğrenciler için eğlence konusu oldu. Bayan ve erkek koğuşlarının karşısında nöbet tutan üniformalı polisler mehter marşını açtıklarında sloganlarla tepkimizi gösterdik ve müziği kapattırdık. Bayan öğrencilerin gözaltı süresi boyunca erkeklere göre daha canlı olduğu da bir gerçekti. Onların bulunduğu koğuşun hemen üstünde faşistler “konuk edilmişti”. Faşistlerin seslerini bastırmak için hiç boş durmadılar. Gözaltındayken hiçbirimiz polise ifade vermeyerek ortak tutum takındık.
14 Aralıkta 24 saatlik gözaltı süresinin bitimiyle savcılığa götürülmek üzere yeniden araçlara bindirilenlerimizden 7’si mahkemeye sevk edildi, diğerleri buradan serbest bırakıldılar. Devrimci öğrencilerden 6’sı tutuklandı. Faşistlerdense ayıp olmasın diye bir kişi tutuklandı. Tutuklanan faşist Zafer Kuran, 11 Kasımda ülküdaşlarıyla birlikte devrimci öğrencilere satırla saldırmış, bir öğrenciyi elinden yaralayarak kaçmıştı. Taksiye binip kaçacağı sırada sakarlığı tutarak satırla kendini yaralamıştı. Polis tutanağında ise solcu öğrencilerin saldırısı sonucu yaralandığı yazılıydı. Aslında olay Vezneciler çıkışında sivil polislerin ve öGB’lerin gözü önünde gerçekleştiği halde polis tutanağında doğal olarak çarpıtılmıştı.
Nezarette tutulan öğrencileri ziyaret eden avukatlar, polisin hazırladığı tutanakta yer alan iddiaları okudular, burada yer alan uydurma ifadelere karşı hazırlıklı olunmasına yardımcı oldular. Tutanağa göre, aramızda dışardan gelen, öğrenci olmayan kişiler de varmış. Halbuki gözaltına alınanların tamamı İstanbul üniversitesi öğrencisiydi. Okula giren faşistlerden birkaçı öğrenci iken geri kalanının ülkü Ocaklarından gelen bir güruh olduğu biliniyordu. üstelik hepsinin de elinde satır bir yana kılıca benzer uzun döner bıçakları vardı. Bunların bir bölümü biz devrimcilere mâl edildi. Tutanakta yer alan diğer bir iddiaya göreyse, solcu öğrencilerin “sağ görüşlü” öğrencilerin sınavlarına girmelerine engel olarak onların “eğitim haklarını” çiğnedikleriydi. Devrimci öğrencilerin üzerine saldıran Tarih Bölümü öğrencilerinden üçü, doğal olarak sınava girerlerken ve çıkarlarken sloganlarla protesto edildiler ve diğer öğrencilere teşhir edildiler. Sınavlarına girmeden önce valilikten polis koruması talepleri kabul edilmiş ve kalabalık bir sivil polis ordusu tarafından sınavlarına girip çıkmışlardı. Yine tutanağa göre, sınavların son haftası “olay çıkmaması için” sınavlarına girmemişler ve aynı faşistler “eğitim özgürlüklerinin engellendiğini” iddia etmişlerdir. Devrimci öğrencilere satırla saldırdıktan sonra eğitimlerine devam etme hakkını egemen sınıf onlara tanıyor ne de olsa! Bunun örneklerinden biri yakın geçmişte de yaşandı: bu ülkenin başbakanlığını yapan biri, Susurluk Olayıyla devletle çeteler arsındaki ilişki patladığında “devlet için kurşun atan da, attıran da bizdendir” ifadesini kullanarak devletin illegal işlerini yürüten çeteleri açıkça savunmuştu.
Yaşadığımız dünyada egemen olan sistem kapitalizmdir. Ve kapitalizmin doğasında insanlar arasında yaşam koşullarını iyileştirmek, insanlar arasındaki ayırımları ortadan kaldırmak gibi bir düşünceye yer yok. Tersine her geçen gün yenilerini ekleyerek ve bunları körükleyerek kendi çelişkilerini kitlelerin gözünden gizler, manipülasyonlar yaratır. Bir zamanlar kendi sınıfsal iktidarını işçi ve emekçi sınıfların desteğiyle kuran burjuvazi, bir süre sonra kendi iktidarını işçi sınıfından korumak için saldırıya geçmiştir. Yığınla mücadelenin ardından insanların bilincinde oluşan “haklar mücadeleyle kazanılır” düşüncesini berhava etmek için elinden geleni yapmıştır. En başta da tarih bilincini yok etmiştir. İnsanlarda doğru bir tarih bilincinin oluşmasını, bugüne kadar tıpkı son yaşadığımız örnekte olduğu gibi fiziki ve ideolojik saldırılarla engelleme çabasında olmuştur. Tarih bilincini kaybeden toplumsa, iradesi dışında egemenlerin yalanlarının gerçek olduğuna inanır. Devrimciler kitlelere ulaşıp onlara gerçekleri anlatamadıkları sürece de, yaşananlar yalanlarla çarpıtılmış biçimde onların zihninde yer bulacak.
Devrimci Marksistler toplumun bilincinin dönüşümünün ezilen yığınların ve işçi sınıfının içinde yürütülecek kararlı ve inatçı bir çalışmanın ürünü olacağını, düz bir çizginin sonunda değil, bir dizi sıçramalı gelişimin ardından işçi sınıfının devrimiyle taçlandırılacağını biliyorlar. Tam da bu nedenle, devrimci Marksist öğrenciler, bulundukları her yerde bu dönüşümün mimarı olacaklarının bilinciyle ve sorumluluğuyla hareket edeceklerdir.
link: İstanbul Üniversitesi’nden Marksist Tutum okurları, İstanbul Üniversitesinde Planlı Polis Saldırısı, 15 Aralık 2004, https://marksist.net/node/452
Eğitim-Sen’i Kapattırmayacağız
İşçi Hareketinden: Ekim-Kasım 2004