Almanya
Dünyanın en büyük otomobil üreticilerinden olan General Motors, Ekim ayında, Avrupa’daki 12 bin işçisinin işine iki yıl içinde son vereceğini açıklamıştı. Bu sayı, şirket bünyesinde çalışan işçilerin %20’sine karşılık geliyor. Dünyada otomobil sektöründe işçi ücretlerinin en yüksek olduğu yer Almanya olduğu için, işten çıkarmalardan en çok etkilenecek işçiler de kuşkusuz Almanya’daki işçiler olacak.
Şirketin bu kararı açıklamasının ardından Almanya’nın Bochum kentindeki Opel (General Motors) işçileri harekete geçtiler ve 14 Ekimde greve çıktılar. Grev sırasında polisin tüm izinleri kaldırıldı ve yoğun güvenlik önlemleri alındı. Tüm karşı propagandalara rağmen, çevre fabrikalardan gelen işçiler aileleriyle birlikte fabrika önünde toplanarak sınıf kardeşlerine destek verdiler.
18 Ekim sabahı fabrikada toplanan işçiler ezici bir çoğunlukla greve devam etme kararı aldılar. Öte yandan işverenlerle görüşme halinde olan sendika temsilcileri ve fabrikadaki işçi konseyi patronlarla anlaşmaya varacaklarının sinyalini verdiler. Temsilciler nasıl mücadele edileceğinden ziyade hangi haklardan taviz verileceğini düşünüyorlardı. Burjuvazinin temsilcisi Alman hükümetiyse, bir an önce işbaşı yapılması çağrılarında bulundu. Bir dakikalık bir duraklama bile burjuvazi açısından kâr kaybı demekti.
Bochum’da üretimin durması doğal olarak Belçika, İngiltere ve Polonya’daki Opel fabrikalarını da etkiledi. Belçika’daki fabrikalardan biri üretimi durdurmak zorunda kaldı, çünkü Bochum’da özel olarak üretilen parçalar olmadan üretim gerçekleştirilemiyordu! Almanya’da Rüsselsheim’daki ana fabrikada da üretimin belirli bir bölümü durduruldu. Zira Bochum’dan gelen egzozlar ve akslar olmadığı sürece, diğer fabrikalardaki işler de sekteye uğruyordu.
Ancak çeşitli ülkelerdeki Opel işçileri, “böl ve yönet” politikası güden burjuvazinin değil, sınıf kardeşlerinin yanında yer aldılar. Bu amaçla, 19 Ekimin uluslararası eylem günü olması çağrısı yapıldı ve bunun bir parçası olarak düzenlenen protestolara Almanya, İngiltere, İspanya, Belçika, İsveç, Almanya ve Portekiz’de bulunan Opel işletmelerinden 40 binin üzerinde işçi katıldı. Opel işçilerine Porsche firmasında çalışan işçilerden de destek geldi. 19 Ekim günü Bochum’da 25 bin kişilik bir yürüyüş gerçekleştirildi. Rüsselsheim’da ise 20 bin kişilik bir gösteri yapıldı.
Fakat işlerin bu boyuta gelmesinden baştan beri rahatsızlık duyan IG Metal sendikası yönetimi burjuvaziye teslim oldu. Baştan beri yapılan grevin yasadışı olduğunu ve bir an önce sona erdirilmesi gerektiğini savunan sendika yönetimi, grev yapan işçilere destek çıkması ve onlara maddi yardımda bulunması gerekiyorken bunun tersine grevi bir an önce sona erdirme politikasını izledi. Uluslararası eylem gününün hemen ertesi gününde, yani 20 Ekimde, işçilere “fabrikalarının kapanmasını istemiyorlarsa greve son vermeleri gerektiği” hissettirilerek yapılan grev oylamasından, sendikanın istediği sonuç çıktı. 6404 işçiden 4647’si işe geri dönme lehinde oy kullanırken, pek çok işçi temsilcisi IG Metal’in bu tutumunu ihanet olarak değerlendirdi.
Sendika ve onun denetimindeki işçi konseyi, sadece fabrikanın kapanmaması üzerinde durmuşlardı. Oysa Bochum’daki grevle birlikte diğer ülkelerde de üretimin durma noktasına gelmesiyle işçilerin baskısı artmış, patronlar da sıkışmaya başlamıştı. Ama IG Metal burjuvazinin zora düştüğü durumda onun için kurtarıcı rolünü üstlendi. Grevdeki işçilere hiçbir maddi yardımda bulunmayacağını el altından duyuran sendika, böylece grevi baltalamayı başardı.
Bu grevden çıkarılması gereken en önemli derslerden biri, işçilerin sendikalarını sürekli denetim altında tutmaları ve militan sınıf sendikacılığı anlayışının sendikalara yerleştirilmesi gerektiğidir. Bir diğer sonuç da işçilerin üretimden gelen gücünün ne kadar etkili olduğudur. Bir fabrikada üretim durduğunda kilometrelerce uzaklıktaki başka ülkelerdeki fabrikalarda da üretim durma aşamasına gelmektedir. General Motors grevi bunun küçük bir örneğidir. Bu da “bütün dünyanın işçileri birleşin” şiarının ne kadar yerinde ve elzem olduğunu ve gerçekleştiğinde neler olabileceğini açıkça göstermektedir.
Rusya
Rusya’da ağırlıklı olarak doktorlardan, öğretmenlerden ve kültür sektöründe çalışan işçilerden oluşan 1 milyon 180 bin işçi, ücret artışı talebiyle 20 Ekimde greve gitti. Öğretmenler ve diğer eğitim emekçileri ilk sene için %50’lik, ikinci sene için ise %100’lük bir ücret artışı talep ediyorlar. Halen bu sektörlerde ortalama ücret 3-4 bin ruble (100-150 dolar) civarında. Grevin yapıldığı gün ülke çapında düzenlenen yürüyüş ve gösterilere 3 milyondan fazla işçi katıldı. Bu gelişmelerden 114 bin eğitim, tıp ve kültür kuruluşu etkilendi. Bazı kuruluşlarda üç saat grev yapılırken, öğretmenler tüm gün iş bıraktı.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra yoksulluğun korkunç boyutlara vardığı Rusya’da, enflasyon nedeniyle ücretlerde muazzam bir düşüş yaşanmasının yanı sıra, ödemelerde de kimi yerlerde bir yıla varan gecikmeler yaşanıyor. Bu işletmelerden biri de Yekaterinburg’daki Krasnouralsk Kimya Fabrikası. İşletmede çalışan işçiler, ortalama ücretleri 3500 rubleyi aşmadığı halde 11 aydır maaş alamıyorlar. Bu yüzden, asit işleme bölümünde çalışan 29 işçi, 30 Kasımda süresiz açlık grevine başladı.
Fabrika, maden sanayii, inşaat sanayi ve tıp başta olmak üzere pek çok sektörde kullanılan patlayıcı maddeler üretiyor. Bu fabrika, aynı zamanda Rusya’nın stratejik önemde saydığı askeri-sınai komplekslerden biri.
İtalya
Ülkenin en büyük üç konfederasyonunun ortak çağrısıyla 30 Kasımda gerçekleştirilen genel greve milyonlarca işçi katıldı ve o gün İtalya felç oldu. Berlusconi hükümetinin kamu harcamalarını kısmaya devam etme yönündeki politikalarını protesto eden işçiler, 76 merkezde gösteriler düzenlediler. Bu gösterilere toplam 1 milyondan fazla işçi katılırken, fabrikalarda şalterler indi, devlet daireleri, okullar, bankalar, mağazalar kapandı, uçak seferleri iptal oldu, toplu taşıma araçları durdu. Sendikaların açıklamalarına göre katılım oranı %80 civarındaydı.
Berlusconi hükümeti, bütçe açıklarını kapamak için kamu işçilerinin sayısını daha da azaltmayı planlarken, öte yandan işverenlerden aldığı vergilerin oranlarını düşürüyor. Üstelik bunu tüm toplumun çıkarına olduğunu söyleyerek yapıyor. İşçiye kapı gösterilirken ve ücretler sürekli düşerken, patronlar dört bir koldan besleniyor.
Çin
Geçen ayki İşçi Haberlerimizde Çin’de 6 binden fazla işçinin çalıştığı bir tekstil fabrikasında 14 Eylülde greve çıkıldığını duyurmuştuk. Daha önce bir devlet işletmesi olan ve özelleştirilerek China Resources adlı bir işletmeye dönüştürülen bu fabrikada, yeni yönetim, işçi ücretlerini düşürmek ve daha önceki kıdem sürelerini sıfırlayarak geçmişe dönük kıdem tazminatlarını yakmak istiyordu. Böylece çoğu on yıldır bu fabrikada çalışan işçiler, bu düşük ücretlerle yeni çalışmaya başlamış görünecekler ve gelecekte kıdem tazminatlarını bu ücretler üzerinden, yıl başına bir aylık ücret olarak alacaklardı. Bunun yanı sıra işveren, yeni işe başlayacak işçiler için deneme süresini altı ay olarak kabul ettirmek ve bu süre boyunca işçilere normal ücretin %60’ını ödemek istiyordu. Daha da önemlisi, işçilerin emeklilik ve sigorta primlerini ödemek istemiyordu. Bunun üzerine işçiler 14 Eylülde üretimi durdurarak fabrikada kalabalık gruplar halinde nöbet tutmaya başlamışlardı.
Yedi haftalık grev sonucunda, China Resources patronu, çalışma koşullarının iyileştirilmesini, altı aylık deneme süresinden vazgeçmeyi, uzun süreli sözleşmeleri kabul ettiğini açıkladı ve bunun ardından işçiler greve son verdiler. İşveren, işçilerin tazminatlara ilişkin taleplerini kabul etmedi. Fakat iki aya yakın bir süredir parasız kalan işçiler, o örgütsüzlük koşullarında daha fazla direnecek güçleri olmadığı için, işverene attırdıkları bu geri adımlarla yetinmek zorunda kaldılar. Çin’de bu tür saldırılar giderek yaygınlaşıyor ve pek çok işletmede bu tür direnişler yaşanıyor. Bu ortak saldırıya karşı ortak direnişi örgütlemeden, kuşkusuz işçi sınıfının, iyileştirmek bir yana mevcut haklarını dahi koruması mümkün değil.
Dünyanın en büyük kömür üreticisi olan ve enerji ihtiyacının %70’ini kömürden sağlayan Çin’de en sık gündeme gelen konulardan biri de maden katliamları. Ekimin son haftasında dört ayrı madende gerçekleşen patlamalarda 200’den fazla işçi hayatını yitirdi. 29 Kasımda gerçekleşen büyük patlamada ise ölü sayısı 166 idi. Günler öncesinden gaz sızıntısı tespit edilmesine rağmen tehlike göz ardı edilmiş ve işçiler çalışmaya zorlanmıştı. Bu katliamın ardından, yerel yetkilerle görüşme taleplerine hiçbir yanıt alamayan 800 madenci yakını 2 Aralıkta ayaklandı. Yerel hükümet binasının camlarını kırıp bürolarını dağıtan aileler, devletin umursamazlığına ve ilgisizliğine ateş püskürdüler. Ayaklanma üç gün boyunca devam etti.
Çin’de maden kazalarında bu yılın ilk dokuz ayında 4 binden fazla işçi hayatını kaybetti. Geçen sene ise resmi verilere göre 7 bin madenci ölmüştü. Fakat gerçek sayının bunun çok çok üzerine çıkarak 20 bini bulduğu söyleniyor. İster devlet isterse özel sermaye olsun, işverenlerin masraflardan kısmak, verimliliği arttırmak adına aldıkları “önlemler” sürekli olarak aynı sonuçları doğurmaktadır. Bunun yanı sıra Çin’de güvenlik koşullarını yerine getirmediği gerekçesiyle kapatılan binlerce maden, yasadışı yollarla işletilmeye devam edilmektedir. Devlet işletmelerinin kapatılması sonucunda işsiz kalan pek çok madenci ise buralarda çalışmak zorunda kalmaktadır.
Güney Kore
Hükümetin militan sendikal faaliyetleri yasaklamaya ve geçici sözleşmelerle işçi alımını kolaylaştırmaya dönük iş yasalarını meclisten geçirme çabaları karşısında, Güney Kore işçi sınıfı 26 Kasımda 6 saatlik genel greve gitti.
İşçilerinin genel greve katılması nedeniyle Kia ve Hyundai gibi büyük otomobil fabrikaları 26 Kasımda kapandı. 42 bin işçinin greve katıldığı Hyundai’de, işveren grevin fabrikaya 76 milyon dolara mal olduğunu ve 5600 otomobilin üretilemediğini açıkladı. Yaklaşık 26 bin işçinin greve katıldığı Kia Motor ise, grevin kendilerine maliyetini 45 milyon dolar ve 3447 araç olarak duyurdu.
Kore Sendika Konfederasyonu KCTU’nun açıklamasına göre greve 398 işyerinden 157 bin sendika üyesi işçi katılırken, toplam katılım sayısı 600 binin üzerindeydi. Sokaklarda yapılan yürüyüşlere ise 53 bin işçi katıldı.
Kapitalistler geçici sözleşmelerin yaygınlaştırılmasını ve özellikle ihracata dönük sektörlerde iş olmadığı zamanlarda işçi sayısının azaltılmasının önündeki engellerin kalkmasını istiyorlar. Güney Kore’de resmi verilere göre 4,6 milyon geçici işçi var ve bunların 2,3 milyonunu kadın işçiler oluşturuyor. Geçici işçilerin ücretleri ortalamanın %20 altında. Yeni yasa yürürlüğe girdiği takdirde bu işçilerin sayısı hızla artacak.
link: Marksist Tutum, İşçi Hareketinden: Ekim-Kasım 2004, 10 Aralık 2004, https://marksist.net/node/339
İstanbul Üniversitesinde Planlı Polis Saldırısı
Belçika’dan merhaba