Bu yazıda Avusturya gençliğinin içinde bulunduğu trajik durumla ilgili bir tablo ortaya koymaya çalışacağım. Fakat bu tablo aslında sadece Avusturya gençliğinin değil, genel anlamda özellikle gelişmiş kapitalist AB ülkelerindeki genç nüfusun da içinde bulunduğu durumu yansıtmaktadır. Çünkü Avusturya’nın gelişmiş kapitalist bir Orta Avrupa ülkesi olma konumundan ötürü, bu ülke üzerinde yapılan gözlemler ve elde edilen izlenimler üç aşağı beş yukarı diğer benzer gelişmişlik düzeyinde olan AB ülkelerine de genelleştirilebilir.
Avusturya gençliği kelimenin tam anlamıyla bir yozlaşmışlık, çürümüşlük, kokuşmuşluk ve bunalım girdabına düşmüş durumda. Avrupa Birliği ülkelerinde hâkim olan vahşi, ruhsuz, mekanik kapitalizm, mensup oldukları sınıfsal konumdan belli ölçülerde bağımsız bir şekilde Avrupalı gençlerin hatırı sayılır bir kesimini acımasız çarkları içinde öğütüyor. Kokuşmuş burjuva aile kurumunda egemen olan egoist, maddeci, duygusuz anne-baba ilişkileri, bu ilişkilerin doğal sonucu olarak yapılan evliliklerin %60’ının boşanmayla sonuçlanması, anne-babaların çocuklarına karşı aşırı ilgisizlik, duyarsızlık ve sevgisizliği, aile içinde bitmek tükenmek bilmeyen kavga ve huzursuzluklar, evli çiftlerin ekonomik olarak ayakta kalabilmek ve kapitalist tüketim kültürünün de dayatmasıyla hep daha fazla lüks ve konfora sahip olabilmek amacıyla birer iş hayvanı gibi çalışıp çocuklarını ihmal etmesi, çocukların daha iki yaşından itibaren çocuk yuvalarına teslim edilip anne sevgisinden ve kokusundan mahrum bırakılmaları ve bunun gibi sayısı çoğaltılabilecek birçok nedenden ötürü Avusturya’da depresif, mutsuz bir gençlik yaratılmış bulunuyor. Bütün bunlara bir de okul hayatının stres ve baskısı eklenince, gençler için hayat artık dayanılmaz bir hal alıyor. Çünkü okul onlar için bütün bu pisliklerden kaçıp sığınabilecekleri huzurlu bir liman değil. Tam tersine okul denen kurum, aile içinde darbeyi zaten yemiş olan çocuk veya gence bir de ezberci, baskıcı, kuralcı, anti-demokratik bir eğitim sistemini dayatıyor. Böyle bir işkenceye katlanmaları istenen gençler için çoğunlukla sığınabilecekleri tek bir yer kalıyor: Alkol ve uyuşturucu madde kullanımı.
Son iki yıldan beri Avusturya, biraz duyarlı olan bir insanı derin kaygılara sürükleyecek gelişmelere sahne oldu. Bir lisede iki öğrenci arasında ölümle sonuçlanan bir bıçaklama olayı yaşandı. Başka bir olayda iki genç durup dururken cadde ortasında yanlarından geçmekte olan bir adamı yumruklayıp kaçtılar. Sonradan bir iktidar partisinin ilçe düzeyinde politikacısı olduğu anlaşılan adam, yere düşüp kafasını kaldırıma vurduktan kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Bir başka olayda, metro istasyonunda sigara içmemeleri için kendilerini uyaran yaşlı bir adama saldırıp komaya girinceye kadar döven iki göçmen kökenli genç, ırkçı ve yabancı düşmanı çevrelerden homurdanmaların yükselmesine hizmet etti. Bunlara benzer yüzlerce örnek vermek mümkün ve bu örnekler gençliğin nasıl şiddet kullanmaya hazır bir barut fıçısı haline geldiğini anlamak için yeterli. Kapitalist sistemin bu gençleri yatıştırıp uysallaştırmak, bütün bu pisliğin kaynağını görmelerini engelleyip onları uyuşturmak için kullandığı çeşitli araçlar var. Alkol, uyuşturucu, seks, barlar, diskolar, sinemalar vs.
İçinde bulunduğumuz sistemin egemen sınıfı burjuvazi ve onun sadık siyasetçileri, her alanda olduğu gibi burada da son derece sahtekâr ve ikiyüzlü bir politika izliyor. Toplumun duyarlı kesimlerinin bu gidişten duydukları derin kaygıları ve bunun sonucu oluşan tepkileri yatıştırıp zararsız hale getirmek için, “bakın biz de boş durmuyor, siyasetçiler olarak bir şeyler yapıyoruz” pozlarına girip hiçbir derde deva olmayacak içeriksiz ve aptalca yasalar çıkararak dolgun maaşlarını hak ettikleri izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Örneğin ülkedeki süpermarket ve diğer satış birimlerinde 16 yaşından küçüklere alkol satışı yasaklandı. Bu ülkede 14-15 yaşındaki çocukların alkol komasına girip hastanelik olmaları artık seyrek yaşanan olaylar olmaktan çoktan çıktı. Sarhoş kafayla diskodan çıkıp babasından ödünç aldığı arabayla sabaha karşı eve giderken kaza yapıp hayatını kaybeden 16-18 yaşındaki gençlerin fotoğrafları da her hafta gazetelerde boy gösteriyor. Burjuva siyasetçileri bu göstermelik yasaları çıkarırken, diğer taraftan da çaktırmadan uyuşturucu ticaretine göz yumuyorlar. Metrolarda ve tramvaylarda alıcılarıyla buluşup yolcuların dehşet ve şaşkınlık dolu bakışları arasında eroin, esrar ve uyarıcı haplar satan çoğu göçmen ve mülteci kökenli kişiler ve onların arkasındaki “organizatörler” bu işten iyi paralar kaldırıyor. Çünkü burjuvazi için birkaç bin gencin eksik ya da fazla olması hiç önemli değil. “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” felsefesiyle hareket ediliyor. Nasıl olsa toplumda yeterince sömürülecek ücretli köle var, onları baskı altında tutmak için yeterince genç işsiz de. Kapitalizm, kendi dayattığı koşullara tahammül edemeyen bir kesimin ortadan kalkmasını zaten arzu ediyor. Ona göre bu “marjinal” grup uyuşturulup bertaraf edilmediği takdirde, radikalleşip sistemi tehlikeye sokacak bir yola girebilir.
Gençliğin içinde bulunduğu bunalım neticesinde saldırganlaşmasına başka bir cepheden daha katkıda bulunuluyor. Kapitalist kâr elde etme amacıyla üretilen şiddet içerikli bilgisayar oyunları ve “aksiyon” filmleri sağduyulu çevrelerden gelen uyarılara rağmen güçlü sermaye lobileri yüzünden yasaklanamıyor. Almanya ve Finlandiya’da yaşanan kanlı okul baskınları henüz bütün tazeliği ile hafızalarda ve bunların arkasının geleceği de kuşku götürmez bir gerçek.
Bilinçli uygulanan politikalardan biri de, eğitim düzeyi düşük ve politik olarak bilinçsiz “lümpen proleter” gençlik kesimine yabancı düşmanı, ırkçı, milliyetçi zehri aşılayıp, genç proletaryayı kendi içinde bölüp güçsüz düşürmek. Bu amaçla kurulmuş neo-Nazi gruplar var ve bunlar ırkçı politikacılar tarafından gizlice destekleniyor. Zaten ekonomik kriz yüzünden şişmiş bulunan işgücü piyasasının bir kısmını oluşturan göçmen işçiler bu psikolojik terör yöntemleriyle tekrar kendi ülkelerine dönmeye zorlanıyorlar. Bu arada işsizlik ve perspektif yoksunluğu yüzünden bunalıma girip saldırganlaşma eğilimi gösteren genç kitlelere bütün bunların sorumlusu olarak bir “günah keçisi” de bulunmuş oluyor. Irkçı ve milliyetçi zehir enjekte edilen bu gençler, gururları okşanmış birer “vatan kurtaran aslan” edasıyla neo-Nazilerin saflarına katılarak, potansiyel katiller olarak boy göstermeye başlıyorlar.
Peki bu karanlık tablonun çerçevesinin dışında kalmayı başarabilmiş gençlik kesimleri hiç yok mu? Az veya çok bu rezil kapitalist sistemin dayatmalarından toplumdaki her genç insan mutlaka belli ölçülerde etkileniyor. Ayrıca etkilenen sadece isçi sınıfı gençliği veya öğrenci gençlik de değil. Orta burjuva katmanlara mensup gençler de ekonomik anlamda olmasa bile, ahlâki ve moral değerler bazında bu çürümeden etkileniyorlar. Çünkü kapitalist değerler ve önyargılar toplumun bütün sınıf ve katmanlarına nüfuz etmiş durumda. Ama bir kesim daha var: Onlar en az etkilenen, en az yozlaşan, kendini bu çürümeden en iyi koruyabilen gençler. Çünkü onlar bütün olan bitenin farkında, politik bilinci olan, hayata diyalektik materyalist gözlüklerle bakmayı öğrenmiş, kendini uyuşturarak kaçmak yerine örgütlenip mücadele etmeye karar vermiş küçük bir azınlık: Avusturya devrimci, sosyalist gençliği. Bütün ülkede sayıları şimdilik birkaç bini geçmeyen ve çeşitli siyasetleri temsil eden örgüt ve grupların çatısı altında bir araya gelmiş olan anti-ırkçı, anti-faşist, demokrat, ilerici, devrimci gençler. Onları yazıma son noktayı koyarken sevgiyle selamlıyorum. Çünkü onlar şu andaki manzara itibariyle, koca bir çölün ortasında hayat veren bir vaha gibi duruyorlar ve bu vaha mutlaka her geçen gün büyüyüp genişleyecek. Ta ki işçi sınıfı tarihsel ve kaçınılmaz görevini yerine getirmek üzere sahneye çıkıp bu gençliği de sosyalist devrim yolunda peşine takacağı güne kadar!
link: Avusturya’dan A.E., Avrupa Gençliği Nereye Gidiyor?, 19 Temmuz 2009, https://marksist.net/node/2180
225. Hafta: “Bizde Yok!”
Mayından Arındırılan Topraklar Yoksul Köylülere!