Dünya işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma azminin ve geleneğinin çarpıcı bir ifadesi olan 1 Mayıs bu yıl da tüm dünyada milyonlarca işçinin ve devrimci gencin katılımıyla kutlandı. Bu tarihsel günün anlamının bilincinde olan ve onun mücadele çağrısını yüreklerinin en derinlerinde hisseden sınıf güçleri, kızıl bayraklarıyla ve devrimci sloganlarıyla 1 Mayıs alanlarındaydılar. Öfkeleri, tepkileri ve talepleri yüzlerce farklı dille ifade ediliyor olsa da, bütün dünyada işçi sınıfı ve devrimci gençlik kapitalist sistemi hedef alan şiarlarla alanları doldurduğunda, ırklarımız, dillerimiz, dinlerimiz ve milliyetlerimiz ne denli ayrışırsa ayrışsın, yüreklerimiz ve özlemlerimiz hep aynı noktaya işaret ediyor. Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz ve savaşsız; özgürlük, barış ve eşitlik dolu bir dünya toplumu, yani sosyalizm!
Türkiye’de 1 Mayıs gününe, büyük kentlerin hepsini içermek üzere toplam 35 ilde düzenlenen ve yaklaşık 100 bin kişiyi kucaklayan miting ve gösteriler damgasını basıyordu. Ne var ki, bu katılım sayısı geçen yıla oranla düşüktü ve son yıllarda özelde sendikal cephede ve genelde solda yaşanan bir dağınıklık ve gerilemenin somut göstergesiydi. İşçi sınıfının kalbi ve beyni sayılan İstanbul’daki 1 Mayıs Kadıköy mitingine de egemen olan gerçeklik bundan farklı değildi. Yaklaşık 30 bin kişinin katıldığı bu yürüyüş ve mitingin en göze çarpan tarafı, sendikalı işçilerin son derece sınırlı bir katılım göstermesiydi. Her zaman olduğu gibi, 1 Mayıs’a dönük olarak hiçbir ciddi çalışma yürütmeyen, işçileri seferber etmeyen ve miting yeri ve saatinin açıklanmasını bile son günlere bırakan sendika konfederasyonlarının üst yönetimlerinin bahanesi hazırdı: gergin siyasal ortam ve mitingin hafta içine denk düşmesi!
Özellikle Türk-İş üst bürokrasisinin tutumu tam anlamıyla ibretlikti. Burjuvazinin sınıfa ve sendikal örgütlülüğe yönelik saldırılarının tam gaz sürdüğü ve işçi sınıfının ezen ulus şovenizminin zehirli bataklığına çekilmeye çalışıldığı bir dönemde, Türk-İş yönetimi 1 Mayıs’ın “sembolik” olarak kutlanması önerisini piyasaya sürmüştü. Miting öncesinde ortalığı bulandırıcı haberler yaymak dışında hiçbir “hazırlık” yürütmeyen ve mitinge katılımı genelde sendika temsilcileriyle sınırlamaya çalışan bu sendika ağaları, böylece bir anlamda muratlarına ermiş oldular!
Ancak tabanda bazı sendikaların katılımı açısından olumlu istisnalar vardı kuşkusuz. Sözleşmelerinde 1 Mayıs’ı tatil günü olarak kabul ettiren belediye işçileri Türk-İş kortejinin ana gövdesiydi. Yıllardır mücadeleci çizgileriyle öne çıkan Tuzla deri işçileri, geçtiğimiz yılları aratsa bile yine de anlamlı ve coşkulu bir katılım sağlamışlardı. Bu iki sendikanın yanı sıra, işçi sınıfının canlılığını, disiplinini, militanlığını, coşkusunu yansıtan Tez-Koop-İş korteji ise, pankartları, dövizleri, yükselttikleri talepler ve enternasyonalist sloganlarıyla dikkat çekiyordu.
Üç büyük konfederasyondan DİSK ve KESK’in de 1 Mayıs öncesinde ciddi bir hazırlık yürüttüğünü söylemek mümkün değildi. KESK korteji neredeyse yalnızca eğitim emekçilerinden oluşurken, DİSK kortejinde göreli kalabalık bir katılım sağlayan Genel-İş ve ikinci olarak da Birleşik Metal-İş sendikasıydı. Bunun dışında katılım son derece kısıtlıydı. Ancak altını çizerek belirtmek de gerekir ki, proletaryanın tarihsel 1 Mayıs gününü sıradan bir kutlama gününe indirgemek ne denli yanlışsa, onun değerlendirilmesini de yalnızca törenlere katılan insan sayısının ölçülmesiyle sınırlamak o denli yanlış olur. Önemli olan, genel siyasal ortamın özelliklerini çözümlemek ve 1 Mayıs eylemliliğine damgasını basan genel ruh halini bu çözümleme içinde değerlendirebilmektir.
Soruna bu açıdan yaklaştığımızda öncelikle hatırlanması gereken bir gerçeklik var. Burjuvazinin yıllardır işçi sınıfına yönelttiği saldırıların yanı sıra, Kürt halkına karşı yürütülen haksız savaş da 2006 Newroz’undan itibaren iyice körüklenmektedir. İşte bu durum sendika bürokrasisinin elinde, bu yıl 1 Mayıs’ı kutlamamak için iyi bir bahaneye dönüşmüştü. Yine de, bürokrasinin bu tutumlarına, burjuva medyanın günlerdir “büyük provokasyon olacak” söylentilerine, polisin “1 Mayıs mitinginde bomba patlatacaklardı” şeklindeki artık kanıksadığımız rezilce yalanlarına, işyerlerinde patronların tehditlerine, liselerde okul idarelerinin “1 Mayıs’a gitmeyeceksiniz” şeklindeki baskılarına, üniversitelerde o güne denk getirilen sınavlara ve en sonu kutlamaların hafta içine denk düşmesinin taşıdığı olumsuzluğa rağmen, 1 Mayıs geleneğinin söndürülemeyeceği bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktaya değinelim. 1 Mayıs ve benzeri tarihi günlere salt bir günlüğüne alanlarda boy göstermekle değil, başta işçi sınıfı olmak üzere diğer emekçi ve gençlik kesimleri arasında tüm bir yıl boyunca örgütlü çalışma yürütmekle sahip çıkılabilir. Yılın diğer günleri boyunca sınıf içinde çalışma görevinden yan çizip de, 1 Mayıs vesilesiyle devşirme kalabalıklarla alanlarda boy göstermek devrimcilik değildir. Kısa süreliğine ve kolayından gelenlerin yine kısa sürede ve kolayca gidecekleri bilinen bir gerçektir. Bu bilinçle önümüzdeki hedef, işçi sınıfının devrimci mücadelesini sağlıklı temellerde ilerletip güçlendirmeye çalışmak ve böylece 1 Mayısları da daha ileriye taşıyabilmek olmalıdır.
Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da tüm dünyada işçi sınıfının mücadele gündemine, sermaye cephesinin işçi ve emekçi kitlelerin yaşam ve çalışma haklarına yönelik çok yönlü saldırıları damgasını basmıştır. Açıkça görüldüğü üzere, kapitalist sistem ekonomik durgunluk ve kriz ortamından çıkabilmiş değildir. Buna eşlik eden emperyalist paylaşım kavgası ve bu kavganın doğurduğu savaşlar ise yatışmak şöyle dursun, giderek artacağının, derinleşeceğinin ve yaygınlaşacağının sinyallerini vermektedir. Tüm dünyada çalışma saatleri uzamakta, ücretler düşmekte, iş temposu artmakta, sosyal haklar budanmakta ve tümden yok edilmeye çalışılmaktadır. Sendikasızlaştırma, özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırısı hız kazanmakta, çalışma koşulları “esnek çalıştırma” adı altında belirsizleştirilmektedir. Dahası, ırkçılık ve şovenizm körüklenmekte, siyasal-demokratik haklar budanmakta ve yok edilmekte, faşizan uygulamalar yaygınlaşmaktadır.
Evet, saldırı tüm dünyada sürüyor; ama, burjuvazi her yerde aynı başarıyı yakalayamıyor. Çeşitli Avrupa ülkelerinde, Latin Amerika’da, Asya’nın kimi ülkelerinde burjuvazinin kesintisiz saldırıları, işçi ve emekçi sınıfların ciddi direnişiyle karşılaşıyor. Ama Türkiye’de işçi sınıfı bu saldırılara karşı henüz ciddi bir karşı koyuş sergileyebilmiş değil. İşçilerin yalnızca gündelik yaşantısını değil, tüm geleceğini de doğrudan etkileyen yasalar ardı ardına burjuva meclisten geçirildi. İş Yasası, Sendikalar Yasası, Sosyal Güvenlik Yasası, Genel Sağlık Sigortası Yasası, Anti-Terör Yasası bir direnişle karşılaşmaksızın bu meclisten geçti ya da geçirilmek üzere. Ama işçi sınıfının sendikal planda örgütlü kesimlerinden dahi neredeyse hiçbir ses çıkmadı. Sendikaların başlarını tutmuş olan bürokrasinin ihaneti günden güne derinleşiyor.
Açıktır ki, sendikal harekette işçiler açısından anlamlı bir atılım, ancak tabandan yükselecek örgütlü militan bir kıpırdanmanın sonucunda sağlanabilir; tepeden yürütülen ve şu ya da bu burjuva kliğin amaçlarına alet olan sendika üst yönetimleri tarafından değil! Bugünün somut koşullarına ve işçi konfederasyonlarının tepe yönetimlerinin eğilimine baktığımızda ortaya çıkan tablo şudur: Hangi işçi konfederasyonu söz konusu olursa olsun, sendika üst bürokrasisi burjuvazinin bir uzantısı konumundadır. Dolayısıyla bu bürokrasi, 1 Mayıslarda somutlandığı gibi kendi “iş”ini yapacak, sınıfı, uzlaşmacı bir çizgiye ve pasifizme çekmeye çalışacaktır. O nedenle meselenin bu yönünü çok fazla uzatmanın bir gereği yok. Asıl önemli olan, işçi sınıfının sendikal mücadelesinin önünü tıkayan bu bürokrasinin etkisini kırabilmektir. Bunun yolu da bellidir: Sendika bürokrasisi işçiler savaşırsa defolur!
İşçiler hiç kuşkusuz burjuvazinin saldırılarına ve bürokratların tutumlarına karşı mücadele etmek istiyorlar. Ama onlardaki bu mücadele isteğinin açığa çıkartılabilmesi, örgütlenmesi, yönlendirilmesi ve sınıfın kendine güven duygusunun geliştirilebilmesi için, her şeyden önce işçilerin güven duyabilecekleri siyasal bir önderliğin var olması gerekir. Olmayan da bu! İşçi sınıfının sendikal düzeydeki örgütlülüğünün ileriye taşınabilmesinde de temel etken, sınıf içindeki uzun soluklu devrimci çalışmadır.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da tüm dünyada milyonlarca işçinin 1 Mayıs alanlarından yükselen mücadele çağrıları, işçi sınıfının enternasyonal birliğinin, dayanışmasının ve mücadelesinin ne denli önemli ve zorunlu olduğunu bir kez daha kanıtlamış bulunuyor. Bugün bizleri bölen burjuva ulusal sınırlara inat, kararlılıkla dillendirdiğimiz “yaşasın proletarya enternasyonalizmi” sloganı, enternasyonalist komünist bir dünya partisine duyduğumuz yakıcı ihtiyacı ifade ediyor. Sorunların aşılabilmesi için kolay başarı beklentisini, sihirli kestirme yollar arayışını bırakıp, sabır ve azimle bir duvarcı ustası gibi çalışmak gerekiyor. 1 Mayıs 2006’dan çıkan, ama hiç de yeni olmayan en önemli ders budur. Devrimci işçiler ve yolunu onlarla birleştirmiş devrimci gençler biliyorlar ki, sınıf mücadelesi enternasyonalist temellerde yükselişe geçtiğinde dünya yerinden oynayacaktır.
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü 1 Mayıs!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
link: Marksist Tutum, Gelecek 1 Mayıslara!, 1 Mayıs 2006, https://marksist.net/node/842
Göçmen İşçiler Gözüyle Malta’da 1 Mayıs
Delikanlım İyi Bak Yıldızlara