Günümüzde krizi giderek derinleşen emperyalist-kapitalist sistemin işçi sınıfına ve yoksul halklara saldırısı her alanda alabildiğine artarken, bu saldırılara cevap vermesi gereken işçi sınıfı, ideolojik, politik ve örgütsel mevzilerini kaybetmiş olduğundan ciddi bir karşı koyuş sergileyememektedir. İşçi-emekçi yığınlar tam da örgütsüz ve bilinçsiz olduklarından, burjuva düzene ve burjuva partilerine umut bağlamışlardır. Bu tıkanıklığı aşabilmek, ancak sınıf hareketiyle kalıcı bağlar kurmak, devrimci siyaseti onun saflarına taşımak ve işçi sınıfının en ileri unsurlarını devrimci Marksizme kazanmakla mümkündür. Aksi takdirde, bugün için kafası burjuva ideolojisinin safsatalarıyla dolu, siyasi mücadelesi reformizmin sınırlarını aşmayan ve dar bir ekonomizme saplanmış durumdaki sınıf hareketini, devrim mücadelesine yönlendirmek mümkün olmayacaktır.
Sınıf hareketine önderlik etmek ve ona yön vermek iddiasında olan komünistler için, sınıfın ekonomik-sendikal temelde ve/veya kendiliğinden gelişen mücadelesini doğru tahlil etmek, ona abartılı ve gereğinden fazla anlamlar yüklememek hayati derecede önem taşıyan bir konudur. Sınıfın kendiliğinden eyleminin önemini abartmak, kimi zaman işin kolayına kaçmak, kimi zaman kadroların veya işçilerin moralini yükseltmek, onları umutlandırmak adına, kimi zaman da sabırsızlık ve acelecilik yüzünden içine sık düşülen bir hatadır. Fakat daha da vahim olanı, işçi sınıfının kitlesiyle sözümona daha kolay bağ kurabilmek ve ona politika götürmek adına yapılanların, gerçekte sınıf hareketinin kuyruğuna takılmak, politik mücadelenin düzeyini ve içeriğini sınıfın geri bilincinin seviyesine indirgemekten öteye geçmemesidir.
Bu tür tutumların hiçbiri aslında yeni değildir ve bizzat devrimcilerin sık yakalandıkları bu hastalığın adı ekonomizmdir. Bu hastalıkla mücadele, devrimcilerin sürekli önünde duran ve uyanık olunmasını gerektiren bir görevdir. Hiç kimse bu tür hastalıklara karşı doğuştan şerbetli olmadığına göre, ekonomizmin ne olduğunu iyi kavramak, bugünün mücadele koşullarında ve pratiği içinde ekonomizmi tarif etmek, bu hastalıktan kurtuluşun yollarını iyi öğrenmek gerekiyor.
Bataklığa giden yol: ekonomizm
Yüzyılın başlarında Lenin’in sert eleştirilerine maruz kalan ekonomistler, politik mücadelenin ekonomik mücadele zemini üzerinde gelişmesi ve onu izlemesi gerektiğini söylüyorlardı. Buradan iki temel sonuç çıkarıyorlardı: işçilerin acil görevi burjuva devlet iktidarını yıkmak değil, günlük veya ekonomik talepler için mücadele etmekti; politik mücadele işçilerin ekonomik mücadelesine tâbi olmalı, bu temelde politik ajitasyona girişilmeliydi. Onlara göre bu tarz bir politik anlayış ve mücadele sınıf mücadelesinin en gelişkin, en yaygın ve en gerçek biçimiydi. Ekonomistler, işçi sınıfının geri kitlesinin aktif politikaya çekilebilmesinin en geniş uygulanabilirliğe sahip aracının ekonomik mücadele olduğunu ve işçi sınıfına düşen temel görevin de “işverenlere ve hükümete karşı ekonomik mücadele vermek” olduğunu savunuyorlardı. Bu durumda sosyalistlerin temel görevi de “ekonomik mücadelenin kendisine mümkün olduğunca politik bir nitelik kazandırmak”tan ibaret kalıyordu.
Oysa işçi sınıfının büyük önderi Lenin, daha 1902’de yazdığı ünlü “Ne Yapmalı” broşüründe, üzerinde önemle durduğu ve devrim mücadelesinde büyük bir tehlike olarak gördüğü ekonomizm hastalığını en özlü biçimde, işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin kuyruğuna takılmak ve işçi sınıfının mücadelesini burjuva siyasetin sınırlarına hapsetmek olarak tanımlamıştır. Ekonomizm, ekonomik mücadelenin önemine yapılan aşırı ve yersiz vurgularla, işçi sınıfının devrimci politik görevlerinin arka plana itilmesiyle kendini belli ediyordu. Lenin’in belirttiği gibi, işçilerin sadece ekonomik mücadele yürütmesi ve politikanın liberallerle birlikte aydınlara bırakılması düşüncesini işçilere aşılayan ekonomizmle mücadele, devrimci sınıf hareketinin yükseltilebilmesi için kaçınılmaz bir görevdi.
Lenin’in ekonomizme karşı yürüttüğü mücadelenin üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen, bugün bu sorunun ortadan kalktığı veya devrimcilerin böylesi sorunlardan muaf olduğu söylenemez. Lenin’in ekonomizm üzerine söylediklerini lafta kabul etmek ve –tüm ekonomistlerin yaptığı gibi– “biz de ekonomizme karşıyız!” demek yetmiyor. Ekonomizmi teşhir etmek ve onunla hem ideolojik hem de politik temelde bir mücadele yürütmek gerekiyor. Bunun için ekonomizmin ve benzeri eğilimlerin ebesi olan kendiliğindenciliği kavramak ve mahkûm etmek gerek.
Konuya ilişkin yakın ve uzak geçmişten pek çok örnek verilebilir. Meselâ küreselleşme karşıtı kendiliğindenci hareketlerin emperyalizme karşı bir mücadele odağı yaratabileceği yönünde açılımlar getirilmektedir. Avrupa’da işçi sınıfının ve toplumun muhalif kesimlerinin kendiliğinden gelişen savaş karşıtı hareketlerinin emperyalist savaşı durdurabileceği yolunda da iyimser inançlar yayılmaktadır. Böylece işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin kendiliğinden gelişen hareketi veya eylemliliği abartılmakta, sanki devrimci bir partinin önderliği olmaksızın da hareketin önündeki tıkanıklıklar aşılabilecekmiş gibi bir hava yaratılmaktadır. Yine benzer şekilde, 15-16 Haziran’da Türkiye işçi sınıfının gerçekleştirdiği direnişin temelde kendiliğinden karakteri belirtildiğinde buna karşı çıkılmaktadır. Tüm bunlar, tam da Lenin’in dediği gibi işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin kuyruğuna takılmaya veya kendiliğinden hareketin öneminin abartılmasına denk düşen örneklerdir.
Sınıfın kendiliğinden eylemliliğini abartan yaklaşımlar, içinden geçtiğimiz dönemde zaman zaman gerçekleşen grev ve direnişlerde de kendini göstermektedir. Örneğin, geçtiğimiz aylarda gerçekleşen SEKA işçilerinin direnişinin, Türk solu tarafından gereğinden fazla abartılması ve bu eyleme olmadık anlamlar yüklenmesi ekonomizme katıksız bir emsal teşkil etmektedir. SEKA örneği aynı zamanda, ekonomik-sendikal mücadelenin kendi içinde belirli ölçülerde siyaseti barındırdığını –ki bu da Lenin’in adını koyduğu sendikal siyasetten, yani sendikalardaki burjuva siyasetten başka bir şey değildir–, işçilerin doğru bir politik önderlikten yoksun olduklarında nasıl da burjuva politikalarına ve politikacılarına alet olduklarını da göstermiştir.
İşçi sınıfının nihai kurtuluşu, ancak kapitalist toplumun yıkılması ve yerine sosyalizmin kurulmasıyla mümkün olacağına göre, işçilerin salt sendikal örgütlenme ile kendisini burjuvazinin politik ve ekonomik köleliğinden kurtaramayacağı, bu yüzden aynı zamanda devrimci-politik bir parti içinde örgütlenmesi gerektiği aşikârdır. Oysa SEKA’da işçiler politik olarak sendika bürokrasisinin ve burjuva politikacılarının dümen suyundan ayrılamadıkları halde, sınıfa yön vermek iddiasındaki devrimci hareketin büyük bir kısmı tam da yukarda bahsettiğimiz üzere ve her zaman olduğu gibi ulusalcı, devletçi anlayışlarla onların peşine takılmışlar, sınıfın geri bilinç ve eylemlilik düzeyinin şakşakçılığına soyunmuşlardır.
Kuşkusuz sendikal hareketin içinde bulunduğu tıkanıklık ve bu tıkanıklığın sebepleri hepimizin malumûdur. Sendikalı işçi sayısının olanca hızıyla düştüğü, sendikaların kendi üyeleri olan işçilere yabancılaştığı, sendikal hareketin tepesine çöreklenmiş olan bürokrasinin denetiminden dışarıya çıkamadığı koşullarda, kuşkusuz başka türlü bir sonuç beklemek de olanaksızdır. Sendikalar o kadar kötü durumdadır ki, en temel fonksiyonları olan ekonomik sorunlar için mücadeleyi, ücret mücadelesini bile yürütememektedirler. Yıllardır üst üste gelen yenilgiler yüzünden işçi sınıfının güvenini kaybetmiş durumdadırlar. Bu da işçilerin mücadeleye olan inançlarını zayıflatmaktadır.
Bu koşullarda mücadele yürütmeye ve işçi sınıfıyla bağlar kurmaya çalışan devrimciler ise, çoğu durumda, işçilere ekonomik sorunlarını çözme mücadelesinde de yardımcı olmak adına, sendikaların yapması gereken birtakım işleri de üstlenmek zorunda kalıyorlar. Bu durum o kadar yaygın bir hal almıştır ki, ekonomik sorunlar için mücadelelerinde işçilere yardım etmek, neredeyse politik görevlerin bile önüne geçmeye başlamıştır. Hatta ve hatta kimi zaman, bizzat politik faaliyetin kendisi, işçileri komünistleştirme, onlara Marksist bilinci aşılama faaliyeti, işçileri örgütlemenin önünde bir engel olarak görülebilmektedir. Oysa tam da bu anlayış, işçileri burjuva siyasetinin kucağına iten bir duruma yol açmaktadır ve Lenin tarafından mahkûm edilmiştir.
İşçilerle bağ kurabilmek adına, ekonomik-sendikal mücadeleyi yürütmelerinde onlara yardım edilmesi, fakat bu yapılırken sosyalist hedeflerin veya hareketin politik görevlerinin ya hiç anlatılmaması ya da bir sonraki aşamada anlatılacağı varsayılarak çok az anlatılması, çok sık rastlanan bir durumdur. Oysa Lenin, sınıf mücadelesini aşamalara ayıran ekonomist zihniyetin varsaydığı gibi, işçilerin mücadelesinde önce “ekonomik” bir aşama ve onu izleyen ve daha sonra gelen “politik” bir aşama olmadığını söyler.
Yanlış olan, işçilerin ekonomik-sendikal mücadelesinin yaygınlaşması ve güçlenmesi için, ekonomik teşhirlerle ilgili çaba sarf etmek veya bu mücadelelerinde işçilere yardım yahut önderlik etmek değildir. Aksine, çalışma koşullarının ve gündelik hayatın dayanılmazlığının teşhir edilmesi, yani bu koşulların asıl sebebinin kapitalizm olduğunun ortaya konulması, işçi sınıfı içinde kaçınılmaz biçimde yankı bulacak ve onlarda da kendi durumlarını anlamak ve kavramak yönünde bir istek uyandıracaktır. Dolayısıyla sorun, ekonomik-sendikal mücadelenin gereksiz görülmesi yahut küçümsenmesi değildir. Tarihin her döneminde sendikal mücadelenin yaygınlaşması, sosyalizm mücadelesinin yaygınlaşması için de bir çıkış noktası oluşturmuştur. Önemli olan ekonomik-sendikal mücadelenin veya alanın sınırlarının iyi kavranmasıdır.
İşçilere yardım etmek veya onlarla bağlar kurmak amacıyla da olsa, ekonomik-sendikal mücadelenin önemi mutlaklaştırıldığında ve sınıf mücadelesi aşamalara ayrıldığında, doğal olarak işçilere sosyalist-politik bilincin götürülmesi görevi de ikinci sıraya düşmekte ve ortaya son derece çarpık anlayışlar, pratikler çıkmaktadır.
Kuşkusuz bu aşamacı ve yanlış yaklaşımlar, işçilerin politik bilince ulaşması ve hayatlarının dönüşmesi sürecinin diyalektiğini iyi kavrayamamaktan veya Marksizmin şematik bir biçimde algılanmasından kaynaklanıyor. Kimi zaman işçi sınıfının ekonomik-sendikal mücadelesi tamamen küçümsenerek, hatta sendikalı işçiler ayrıcalıklı oldukları için kötülenerek ve sendikal mücadele alanı tamamen burjuvazinin hizmetindeki sendika bürokratlarına terk edilerek bir yanlışa düşülüyor; kimi zaman da ekonomik-sendikal mücadele her şeyin önüne geçirilerek ve işçileri politikleştirmenin tek yolu bu mücadeleden geçiyormuş gibi davranılarak bir başka ters uca savrulunuyor. Lâkin işin aslı, bu birbirine tezat gibi duran konumlar sonuçta aynı kapıya çıkmaktadır. Tıpkı ekonomist-reformistler ile küçük-burjuva radikalizmini savunanların, işçi sınıfını devrimci siyaset sahnesinin dışına itmek ortak paydasında buluşmaları gibi, sendikalara tukaka diyenlerle sendikaları her şeyin önüne koyanlar da neticede sınıf hareketini benzer çıkmazlara sürüklemektedirler.
En az aşamacı yaklaşımlar kadar sakat ve onunla bağlantılı olan bir başka anlayış da, “ekonomik mücadelenin kendisine mümkün olduğunca politik bir nitelik vermek” düşüncesidir. Bu anlayış pratikte de işçilerin örgütlülüğü daima “sendikal” bir temelde algılamalarına ve sendikal örgütleriyle devrimciler örgütü arasındaki farkı kavrayamamalarına, daha doğrusu politik örgütün gerekliliğini anlayamamalarına yol açmaktadır. Bu yüzden de, grev veya direnişler gibi sınıf mücadelesinin daha açıktan yaşandığı “sıcak” koşullarda devrimci çevrelere yaklaşan pek çok işçi, sonrasında koşullar “soğuk” bir hal aldığında bu çevrelerden uzaklaşabilmektedir. Hiç kuşkusuz, günümüz benzeri gerici dönemlerde işçi sınıfının devrim davasına sonuna kadar bağlı kalacak unsurlar, ancak Marksizmi özümsemiş ve sosyalizme yürekten inanmış kadrolar arasından çıkacaktır. Ancak tam da bu nedenle, öncü işçilerle ilişkiler ekonomik-sendikal mücadele temelinde kurulmuş olsa dahi, onlara politik örgütlülüğün gerekliliğinin anlatılması ve politik bilincin verilmesi asla ertelenmemesi gereken öncelikli bir görevdir.
Lenin, ekonomik taleplerin işçi sınıfının kitlesiyle bağ kurmada tek doğru yöntem olarak benimsenmesinin hatalı olduğunu, sosyalistlerin görevinin işçi hareketine tek tek bütün aşamalarda pasif bir şekilde hizmet etmek değil, hareketin tümünün çıkarlarını temsil etmek, bu harekete onun nihai hedefini ve politik görevlerini göstermek, hareketin politik ve ideolojik bağımsızlığını korumak olduğunu anlatır. Devrimci faaliyetin başlangıcında devrimci kadroların işçi sınıfının gündelik, kısmi ve en acil sorunlarına yoğunlaştığını, bunun –belirli ölçülerde– doğal ve kaçınılmaz olduğunu, fakat kısmi görevlerin mücadele yöntemlerinin asla amaç haline getirilmemesi gerektiğini vurgular.
İşçilerin devrimci eğitimi
Politika, ekonomiden bağımsız değildir ve ondan ayrı düşünülemez. Fakat devrim sorunu sonuçta politik bir sorundur ve ancak politik mücadele yoluyla gerçekleştirilebilir. Bu yüzden de ekonomik-sendikal mücadeleden bir kaldıraç olarak yararlanmak, onu sosyalizm mücadelesinin bir parçası haline getirmek, ona tâbi kılmak gerekir. Bunu başarmak, kendimizi ekonomik zemin üzerindeki ajitasyon ve örgütlenme faaliyetiyle sınırlamadığımızda mümkün olacaktır.
İşçi sınıfının ileri unsurlarını politikleştirmek, her devrimcinin temel görevidir. Ancak burada da politik tecrübe ve deneyim eksikliği, yani amatörlük karşımıza çıkmaktadır. Lenin, işçilerin sadece kendi sınıflarının değil, toplumdaki ezilen tüm sınıfların sorunlarıyla ilgili olmaları, her türlü zorbalık ve baskı, zor ve suiistimal olayına tepki göstermeleri ve bu tepkilerin de burjuva veya küçük-burjuva temelde değil, devrimci Marksist temelde olması gerektiğine açık bir şekilde işaret etmektedir. Sosyal hayatın, sınıfların birbirleriyle olan ilişkilerinin, burjuva devletin toplum üzerinde kurmuş olduğu zorbalığın ve onun hayatın binbir alanındaki tezahürlerinin politik teşhiri yapılmadan, salt işyerindeki veya sendikadaki olayların ve gelişmelerin konuşulması ve eleştirilmesi, işçilerin gündelik mücadele sınırlarına hapsolmasını ve kısmi-yerel sorunların dışına çıkamamalarını getirir. Oysa işçi sınıfının kurtuluşu için bu yeterli değildir.
İşçi sınıfının boynundaki politik boyunduruk, onun burjuvazi tarafından ekonomik temelde sömürülmesini olanaklı kılan temel etmenlerden birisidir. Bu boyunduruk kırılmadan kurtuluş söz konusu olamaz. Dolayısıyla işçilerin gündelik sorunlarıyla, ekonomik-sendikal sorunlarıyla ilgili ajitasyonla yetinilmemeli, devrimci politik ajitasyona gereken önem verilmelidir. Kapitalizmin teşhiri salt ekonomik temelde değil, hatta daha fazla politik temelde yapılmalıdır. İşin aslı, işçilere politik ezikliklerini genel olarak anlatmak da yetmeyecektir. Bu baskının her somut belirtisi karşısında ajitasyon yapmak gerekir. Ve bu baskılar mesleki, medeni, özel, ailevi, dini, bilimsel kısacası hayatın ve faaliyetin her alanından belirebileceği için, politik teşhir ve ajitasyon da bu alanların hepsini, olabildiğince kapsamalıdır. Aksi takdirde işçi sınıfı burjuvazinin peşinden gitmeye devam edecek ve işçi sınıfına egemen olan siyaset burjuva siyasetten ibaret kalacaktır.
link: Kerem Dağlı, Ekonomizmin Dayanılmaz Hafifliği, 1 Temmuz 2005, https://marksist.net/node/81
Açlıktan kırılanlar; onlar bizden ...
1 Eylül Yaklaşırken: Barış Hayalleri ve Solun Unuttukları