Klaus Neuktantz tarafından kaleme alınan Wedding Barikatları, Berlin’deki 1929 Mayıs kavgasını anlatıyor. İşçilerin 1 Mayıs’a sahip çıkmasına, emekçi kadınların mücadeleyle dönüşümüne, baskı ve saldırılara direnen işçilerin mücadelesine tanıklık ediyoruz romanda. Klaus Neuktantz, Mayıs mücadelesinde polis tarafından katledilen 33 kişinin devrimci mücadelesine atfetmiş kitabını. Devrimci işçilere ölüm emri yağdıranlar arasında Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) üyeleri olan Şansölye, İçişleri Bakanı ve Emniyet Müdürü de yer alıyor. Sınıf mücadelesinin yükselişe geçtiği ya da keskinleştiği zamanlarda defalarca uğursuz rolünü oynayan SPD’nin işçi sınıfına ilk ihaneti değil bu elbette.
II. Enternasyonal’in merkezinde yer alan SPD, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde hem kitlesel bir işçi partisiydi hem de parlamentonun en kalabalık grubunu oluşturuyordu. Parlamenter ve reformist yollardan adım adım sosyalizme ulaşılacağı söylemine rağmen gerçekte kapitalist düzenin koruyuculuğunu üstlenen SPD, işçi hareketine de sendika bürokrasisi aracılığıyla yön veriyordu. Savaş patlak verdiğinde, “ulusal çıkarları” yücelten SPD milletvekilleri savaş bütçesini onayladı. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in öncülüğündeki Spartakistler, parti içerisindeki bu reformist ve şovenist tutuma savaş açtılar. 30 Aralık 1918’de Alman Komünist Partisini (KPD) kurdular. Ama devrimci önderliğin inşasının gecikmesi, SPD’nin ihanetiyle Rosa ve Karl’ın katledilmesi karşı-devrimci yükselişin önünü açtı. 1918 Ekim-1919 Şubat dönemini kapsayan ilk devrimci dalgayı 1921 ve 1923’teki devrimci durumlar takip etse de başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimler neticesinde dünya devrimi geri çekildi. Faşizmin tehlike çanlarının çaldığı bu dönemde, 1929 1 Mayıs’ına işte böyle bir sürecin ardından gelindi.
Kızıl Wedding’de Mayıs Kavgası
“Doğanın ve insanın, kire ve pasa karşı ışık ve hayat için mücadele ettikleri güneşten mahrum bu duvarlı uçurumlara ilkbahar geç gelirdi.” Mahalledeki tüm evlerin duvarları, merdivenleri ve odaları birbirine yapışıktı. “Kiracılar, kiracıların kiracıları, yatakçılar ve bu sokağın laneti kendi yatağında uyuyamayan çocuklar. Büyük ve aç Berlin’de, en çok çocuğun, en sefil halde yaşadığı cadde burasıdır… Wedding tren istasyonunda suskun, uykularını alamamış işçilerle birlikte sabah trenleri… sanayi mahallelerine giderler.” İşten arta kalan zamanlarında çoğunlukla Kızıl Bülbül’e gider işçiler. Duvarlarında Lenin, Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un resimlerinin asılı olduğu bir işçi kulübüdür burası. Arkadaki ufak salona açılan odada, KPD üyelerinin toplanma odası yer alır. Bu odada yapılan toplantılar, yaklaşan 1 Mayıs nedeniyle iyice sıklaşır. İşten çıkar çıkmaz Köslin Caddesindeki sokak hücresinin toplantısına gelir işçiler. “Bu yüzler yılların ağır işlerinin yorgunluğunu ve gündelik endişelerin ortak izini taşıyordu; âdeta ezilen sınıfların üniformasıydı bu izler.”
Liderleri metal işçisi Hermann, toplantıyı iki ana gündemle açar; birincisi sendikalar ve 1 Mayıs, ikincisi 1 Mayıs’a hazırlık çalışmaları. Hermann toplantıda, 1 Mayıs’ın bir mücadele günü olduğunun altını çizerek, reformist sendikacıların 1 Mayıs’ta iş bırakmaya karşı çıktıklarını söyler. Rosa’nın 1 Mayıs üzerine görüşlerini ve Karl Liebknecht’in 1 Mayıs 1916’da Berlin’deki Potsdam Meydanında “Savaşa Son! Dünyanın Bütün Halkları Ayaklanın!” sözlerini hatırlatır. “Savaş sonrası olan bitenlerin tümüne baktığımızda sosyal demokrat işçiler de kabul etmeliler ki, kapitalistler, her önemli dönüm noktasında «huzur ve düzeni» tekrar sağlama ve işçilerin kazandıkları az sayıdaki önemli kazanımlarını ekonomik ve sosyal alanda geri alma işini hep SPD’ye yüklediler” diyen Hermann, konuşmasını iktidarın 1 Mayıs’taki mücadele yürüyüşünü yasaklama kararıyla bitirir. Toplantıdan 1 Mayıs’ta sokakları doldurma kararı çıkarken, Berlinlilerin “Böceklerin Kalesi” olarak adlandırdıkları Emniyet Müdürlüğünde kanlı bir saldırının hazırlıkları sürmektedir.
1 Mayıs sabahı, en güzel kıyafetlerini giyen, saçlarını özenle tarayan, yakalarını kırmızı kâğıtlardan çiçeklerle süsleyen emekçiler doldurur sokakları. “Sokağa çıktıklarında parıldayan kızıl bayrakların oluşturduğu bir denize dönüşmüştü sokak. Kızıl bayrakların dalgalanmadığı tek bir pencere bile yoktu.” Alarm düdüğünün çalmasıyla gök gürültüsünü andırırcasına hep bir ağızdan haykırdı işçiler; “Kahrolsun yürüyüş yasağı!” “Kortejin içinden birkaç kişi, «uyan artık, uykudan uyan, uyan esirler dünyası» diye Enternasyonal Marşını başlatınca sokağın tamamı onlara katıldı. 1929 Mayıs Kavgası başlamıştı!” Köslin Caddesini iki taraftan kapatan polis acımasızca emekçilere saldırmıştı.
“O gün şehirde kırmızı karanfil takan herkes, polislerin hedefi haline gelmişti. Ölenler, yaralananlar, tutuklananlar… Durmaksızın yeni yürüyüş kortejleri oluşuyordu.” Aynı akşam toplantı yapan işçiler polislerin sokağa girmemesi için hızla barikat kurdular. Ölen ve yaralanan işçiler için, çeşitli fabrikalardan işçiler, maden ve inşaat işçileri iş durdurdular. 2 Mayıs gecesinde, kadınlar ellerindeki lambalarla sokağı aydınlatırken, erkekler inşaat malzemeleri ile barikatı güçlendirdi. Birden yüksek sesle Enternasyonal Marşını söylemeye başladılar. “Kurak, susuz toprak nasıl suyu kana kana içerse, melodi de insanlara ve koca sokağa sıçrayıverdi. Kadınlar bağıra bağıra, aşağıya el sallaya sallaya karanlık pencerelerini açıp dışarı sarkıyorlardı. Kapılardan koşarak çıkıp geldiler, koca bir kaldırım şarkı söyleyip gülen insanlarla doluvermişti.”
Yaşamı değiştiren kadınlar, Mayıs kavgasını da güçlendiriyor
Wedding’in çocukları çoğunlukla manavdaki elmaların, bir çift yeni çizmenin ya da okuldaki sıcak sobanın hayaliyle uyurlar. Ama duvarlardan düşerek tenlerine yapışan tahtakuruları o güzelim rüyalarını böler çocukların. Bu nedenle kadınlar çocuklarına ellerini birleştirmeyi değil, yumruk yapıp “Kızıl Cephe!” demeyi öğretirler. Küf ve nem kokan duvarlarla, havasızlığın sıkıştırdığı bu evlerin birçoğuna birikmiş kira borcu nedeniyle çoktan tahliye emirleri gelmiştir. Bir sabah kısa boylu bir icra memurunun mahalleye gelmesiyle, kadınlar evlerinden atılmamak için birleşmek ve örgütlenmek zorunda olduklarını konuşurlar. İcra memurunun yanındaki üç nakliye işçisini emri yerine getirmemeleri için ikna etmeye çalışır, bütün binayı ayaklandırırlar. Ve tahliyeyi durduklarında, sevinç çığlıkları eşliğinde nakliye işçilerine ikramda bulunurlar.
Mahalledeki kadınlardan biri de Anna Zimmermann’dır. Uzun yıllar fabrikada çalıştıktan sonra çimento taşıyıcısı Kurt ile evlenmiştir. Eşinin işçi hareketi içerisinde yer alması, evliliğinin ilk yıllarını hep bir endişe içinde geçirmesine neden olur. Mayıs kavgasının yaklaştığı günlerde yüreği korku doludur Anna’nın. Yasaklı 1 Mayıs için hazırlıkları yürütenlerden biri de eşidir çünkü. İşçilerin sokakları doldurduğu o büyük gün geldiğinde, Anna da çocuğuyla birlikte kortejdeki yerini almaya karar verir. Polis kortejleri dağıtmak için işçilere saldırdıkça, Anna’nın tedirgin ve kaygılı tavırları yerini öfkeye bırakır. Anna, binlerce insanla birlikte sokakta yürürken, yüreğindeki güçlü dalgaların hayatında ilk defa yanan gözlerinin ta içine yükseldiğini hisseder. Polisin evlerin balkonundan sarkan kızıl bayraklara bile tahammülü yoktur. Evlerin pencerelerine kurşun yağdırırlar. Ama bu sırada beklenmedik bir şey olmuştur.
“Bir kadın gülmüştü! Kısa, yankılı bir kahkaha, zaferden emin, kışkırtıcı bir güçle…” Evlerin odalarına, pencerelerine yayılan bu sesle emekçilerin soluk yüzleri tekrar aydınlanıp güçlenir. “Ateş etsenize… ateş edin, katledin, öldürün… Neyi öldürmek istiyorsunuz sahi? Sefil evlerimizi kurşunlayarak öldürebilir misiniz? Açlığımızı, hastalıklarımızı, ya işsizliğimizi? İşçi katilleri sizi! Yaşasın, yaşasın, tabancalarınız ve toplarınızla asla öldüremeyeceğiniz o şey yaşasın: YAŞASIN DÜNYA DEVRİMİNİN ZAFERİ!” diyerek haykırmaktadır. Günler süren Mayıs kavgasında Anna tutuklanır. Eşi Kurt, Anna’yı ziyarete gittiğinde karşısında eski Anna yoktur artık: “Biliyor musun, başlarda katılmadım çünkü senin için endişeleniyordum. Ama sonra her şey farklı gelişti… Her zaman «tarafsız», partiler üstü gördüğüm bu devlete karşı «direnmenin» sınıf mücadelesiyle ilgili olduğunu bilmiyordum. İşçilerin her hak mücadelesinin, bu devlete karşı bir mücadele olması gerektiğini öğrendim. Hâkime diyeceğim ki, bugün ellerinde devlet otoritesini tutan kişiler, işçilerin can düşmanlarından başkası değiller. Ellerindeki iktidarı, kapitalistlerin çıkarlarını korumak ve işçilerin haklarını «devlet otoritesiyle» bastırmaktan başka bir şey için kullanmıyorlar… 1 Mayıs’tan işte bunu öğrendim.”
33 kişinin yaşamını yitirdiği dört gün süren Mayıs Kavgası, Almanya’nın Kanlı 1 Mayıs’ı olarak tarihe geçti. İlerleyen yıllarda, yükselen faşizm tehlikesine ve sermaye sınıfının saldırılarına karşı SPD de, KPD de birleşik işçi cephesi politikasına yanaşmadılar. Toplumsal ve siyasal yaşamı yutan 12 yıllık faşist karanlığın sorumluluğunu da birlikte paylaştılar. İşçi sınıfına derin acılar yaşatan bu gidişat elbette ilelebet süremezdi, sürmedi de. Sendikaları ve işçi örgütlerini kapatan, hem içeride hem de dışarıda katliamlarla insanlığı yıkıma sürükleyen Alman faşizmi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşında bozguna uğradı. Düne ve bugüne doğru perspektiften bakmak, mücadele tarihimize sahip çıkmak, işçi sınıfı siyasetinin sorumluluğunu taşıyan devrimcilerin çabalarıyla mümkündür. Geçmişten geleceğe taşınan ve 136 yıldır dalgalanan 1 Mayıs bayrağı, geleceğin büyük kavgalarına hazırlanan işçi sınıfımızın ellerinde yükselmeye devam ediyor.
link: Ceyhan Duru, “Wedding Barikatları”: 1929 Mayıs Kavgasının Romanı, 27 Nisan 2022, https://marksist.net/node/7630
Emekçi Kadınlara Travmalar Yaşatan Bu Düzen Yıkılmalı!
“Gezi” Davasında Nefret Kusan Rejimin İsyan Korkusu