Gezi direnişiyle ilgili olarak düzmece suçlamalarla yıllardır sürdürülen ve yılan hikâyesine döndürülen dava süreci sanıklara yağdırılan ağır cezalarla sonuçlandırıldı. Hiçbir delili olmayan suçlamalarla kurulmuş düzmece iddianameyle, mahkeme kılığındaki kapıkulu organı, verdiği hükümlerle rejimin tepesinden gelen emirleri yerine getirdi. Bir hedef sembol haline getirilerek, her türlü hukuk kuralı ayaklar altına alınarak 1637 gündür salıverilmeyen Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Tutuksuz yargılanan Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi ise 18’er yıl hapis cezasına çarptırılarak tutuklandı. Bu kararları protesto etmek üzere eylem yapmak isteyenler de polis şiddetiyle engellenmek, cezalandırılmak istendi. Bu cezalandırmalar rejimin Gezi sürecinden intikamını olduğu kadar, topluma genel olarak vermek istediği gözdağını ifade ediyor. Öncelikle kendisine dönük her türlü politik ve toplumsal muhalefeti en ağır şekilde ezmeye girişmekten çekinmeyeceğini, bu yolda anayasa, kanun, hukuk, kural, teamül, ahlâk vs. hiçbir şeyi tanımayacağını alenen ilan ediyor bir kez daha. Öte yandan rejim özellikle son dönemde inanılmaz bir hızla artan hayat pahalılığının öfkelendirmeye başladığı kitlelere de açık bir gözdağı veriyor.
Rejim seçime giden süreçte keskinleşen çelişkiler karşısında nasıl bir yaklaşım içinde olacağına dair ciddi bir mesaj veriyor. Irak Kürdistanı’na yapılan askeri saldırı operasyonu da, HDP’nin önümüzde duran kapatılma davası da, seçim kanunlarında yapılan son değişiklikler de, Garo Paylan’ın Ermeni Soykırımının tanınması için 7 yıldır verdiği önergenin bu yıl karşılaştığı azgın tepki de dâhil birçok gelişme rejimin içine girilen yeni politik mücadele etabında hareket tarzının nasıl olacağını ortaya koyuyor.
Gezi direnişi Erdoğan’ın otoriterleşme sürecinde kritik bir dönüm noktasıydı. Bu dönüm noktası birkaç önemli gelişmenin ardından gelmişti. Devlet içinde Gülencilerle yaşamaya başladığı güç paylaşımı kavgası bir kopuş noktasına doğru ilerlemiş ve üstüne 2011-2012 yıllarına yayılan Arap halklarının isyan dalgası gelmişti. Aslında Akdeniz’in güney ve doğu kıyılarını saran bu isyan dalgasının hemen öncesinde havzanın kuzey kıyılarında, Yunanistan’da kitle isyanları patlak vermişti. Böylece birkaç yıllık adeta kesintisiz bir süreç içinde Türkiye’nin de bir parçası olduğu Akdeniz havzasında iktidarlar devrilmiş, rejimler değişmişti. Ortadoğu’yu saran isyan dalgası emperyalist güçlerin de dahlini içeriyordu. Erdoğan, benzer biçimde, Gezi direnişi ile başlayan sürecin, belki doğrudan doğruya olmasa da, içte ve dışta aleyhindeki tüm güçleri birleştirebileceği ve iktidardan devrilebileceği korkusuna kapıldı. O günden bu yana Gezi’ye karşı sergilediği nefretin, beslediği kinin kökünde bu korkunun yattığı açıktır.
O dönem kaleme aldığı yazısında Elif Çağlı şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Şurası açık ki, askeri vesayet olgusu karşısında kendilerini mağdur ve demokrat göstermeye çalışan Erdoğan ve AKP kesimleri tam ikiyüzlüce bir tutuma sahiptirler. Zaman zaman bir dış görünüm olarak parlatmaya çalıştıkları «demokratlıkları», içlerinde yatan demokrasi karşıtlığını örtmeye yetmemektedir. Yine son «Gezi» olaylarının sergilediği üzere, Başbakan Erdoğan’ın insanları provoke edici açıklamalarından tutun da o insanların tepkilerini sokakta ortaya koyması karşısında takındığı tutumlara dek, bu siyaset anlayışı ve çizgisi, burjuva parlamenter demokratik işleyişi kabul edemeyen ve içine sindiremeyen bir otoriterin eğilimidir. Nitekim içindeki gerçekliğin sıcak gelişmeler karşısında dışa vurmasıyla Erdoğan’ın demokratlık maskesi de iyice düşmüş ve altından onun otoriterce sırıtan gerçek yüzü ortaya çıkıvermiştir.” (Burjuva İktidara Karşı Mücadelede Sınıf Çizgisi, 30 Temmuz 2013)
Gezi’den sonraki tüm süreç Erdoğan’ın otoriterleşmesinin dozunun artmasıyla karakterize oldu. Sonunda burjuva erkler ayrılığının ortadan kaldırıldığı totaliter rejime geçildi. Bugün Gezi davasının bir kez daha sefil biçimde gösterdiği gibi, yargı erki, yürütme gücünü elinde tutan Erdoğan’ın kulu kölesi konumundadır. Cemal Kaşıkçı davasını Suudi Arabistan’a satan, devlet kontrolünde iş gören narko mafyayı bir kapıdan alıp öteki kapıdan salan, elleri kanlı İslamcı ve diğer kontra güçlerini koruyup kollayan da bu yargıdır.
İktidar kliğinin hudut tanımayan nefretini yansıtan Gezi davası kararlarını tebliğ eden mahkemenin hâkimi Murat Bircan’ın serencamı aslında rejimin yapılanması hakkında tipik bir örnek oluşturuyor. Savunma yapan avukatlardan birinin de son duruşma sırasında sergilediği gibi, sözde adalet dağıtmakla görevli Bircan AKP’li Bafra Belediyesi Hukuk İşleri Müdürlüğünde çalışırken istifa edip hâkim olan ve AKP’den milletvekili aday adayı olmuş birisi. Bu bilgileri veren Avukat Evren İşler, devamında Bircan’ın “Güçlü bir Türkiye için güçlü bir lidere ihtiyacımız var. Bu güçlü lider de Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır” sözlerini de aktararak “bağımsız yargı”nın hali pürmelâlini sergiledi.
Yargıyı tümüyle kendi kontrolüne alan faşist rejim, bu alanda nispeten eksik kaldığını düşündüğü seçim kurullarını da yapılan son yasal düzenlemeyle kendi istediği gibi şekillendirebileceği noktaya getirmeye girişmiştir. Bu girişim, rejimin (yapılmasına izin vermesi halinde) önümüzdeki seçimlerde sandıktan çıkamasa bile çoğunu kendi atadığı hâkimlerden oluşacak olan sandık kurullarından çıkmayı da alternatif planları arasına aldığını gösteriyor.
Özetle rejim hem kitle hareketlerinden hem de mevcut defolu haliyle bile seçimlerden korkmaktadır. Bu da onun hırçınlığını arttırmaktadır. Ancak kitlelerde hızla biriken öfkenin karşısında tüm bu baskı yöntemleriyle kendisine yeni bir ikbal dönemi devşirmesi zorlaşmaktadır. Son tahlilde korkunun da hırçınlığın da ecele faydası olmayacaktır. Gezi’yi aşacak bir işçi sınıfı dinamiğinin harekete geçmesi bunun tek garantili yoludur. Önümüz 1 Mayıs’tır. 1 Mayıs meydanlarında işçi sınıfının sesinin en güçlü şekilde yankılanması, rejime verilecek güçlü bir mesaj da olacaktır aynı zamanda.
link: Marksist Tutum, “Gezi” Davasında Nefret Kusan Rejimin İsyan Korkusu, 27 Nisan 2022, https://marksist.net/node/7631
“Wedding Barikatları”: 1929 Mayıs Kavgasının Romanı