Emekçi kitlelerin iki yakasının bir türlü bir araya gelmediği Türkiye’de iki kıta bir araya geldi. Erdoğan’ın açılış töreninde dediği gibi Çanakkale Boğazına “yakut bir gerdanlık” takıldı, hem de çok pahalı bir gerdanlık. Erdoğan’ın açılış sırası ve sonrasında “yepyeni bir gelecek” vaadine, “Türkiye’nin bugünü ve geleceği arasında kalkınma köprüsü kurduk” gibi hamasi sözlerine bakınca “bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya?” demeden geçemiyor insan. Her gün bin bir dertle yoğrulan ve yarınından endişeli milyonlarca emekçi içinse bu konuşmalar artık yeni bir şey anlatmıyor. Erdoğan arzu ettiği duygusal karşılığı bulamadıkça milliyetçi duyguları köpürtecek, ecdat vurgulu, şiirlerle süslü hamaset düzeyi yüksek konuşmalarını daha sert bir tonla yapıyor. Açılışı Erdoğan’ın doğum gününe planlanıp son anda 18 Marta, Çanakkale Muharebelerinin anmasına denk getirilmesine rağmen bu dev “şaheser” de beklenen duygusal etkiyi yaratmadı.
Erdoğan iktidarı boyunca kendisi ve ecdadı hakkında gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan yeni bir tarih yazdırma çabası içinde olmuş ve bunu çeşitli sembollerle de kalıcılaştırma hırsından vazgeçmemiştir. 1915 Çanakkale Köprüsü[1] de adı, uzunluğu, genişliği, renkleri gibi simgesel özellikleriyle, bunun son örneklerinden biri olmuştur. Erdoğan konuşmasında buraya köprü kurma fikrini Sultan Abdülhamit’in eskizlerine kadar götürmüş ve hayali gerçekleştiren lider gururuyla “1915 yılının haçlı-hilal mücadelesinde zafer nişanesi” olarak tanımlamıştır. Ama “zafer nişanesi”nin nişanesi, köprü geçiş ücretleri ve farkın Hazineden ödenmesi şeklindeki artık yerleşik hale gelen soygun modeli olmuştur! Araç başı fiyatı için “200 liracık” deyişi ve “çok mu?” diye soruşu bile binlerce insanın bir lokma ekmeğe muhtaç hale geldiği, hayatının baharındaki gençlerin intihara sürüklendiği ülke gerçeklerinden ne kadar kopmuş olduğunu göstermiştir bir kez daha. Muktedirlerin büyük eserler inşa etmekle övündükleri bu ülkede TÜİK verilerine göre 4 milyondan fazla insan günlük 15 lira ile geçinmeye çalışıyor, 12 milyonun üzerinde insan ise günlük sadece 34 lira kazanabiliyor. Bu veriler TÜİK’e ait olunca gerçek rakamların çok daha yüksek olduğu herkesin malûmu.
İhalesi Türkiye ve Güney Koreli firmalardan (Daelim-Limak-SK-Yapı Merkezi Ortak Girişimi) oluşan konsorsiyuma verilen Çanakkale Köprüsü dünyanın en uzun asma köprüsü oldu. Kamu Özel İşbirliği kapsamında yap-işlet-devret modeliyle yapılan köprünün toplam maliyeti 3,1 milyar euroyu geçmiş ve 2034 yılına kadar köprüden günlük 45 bin araç geçme garantisi verilmiştir. En kalabalık geçiş zamanları olan bayram tatillerinde bile günlük ortalama 10 bin aracın geçtiği güzergâh üzerine inşa olan bu köprü için aradaki fark doğrudan veya dolaylı vergi kamçısı olarak emekçilerin sırtında şaklayacaktır. Şimdi çeşitli yasaklamalar, zorunlu geçişler tam gaz uygulamaya sokulacaktır. Feribot sayıları azaltılacak ve belki de bir zaman sonra tümüyle kaldırılacaktır. Açıldığı günden bu yana köprüden günde ortalama 6 bin araç geçmekte ve garantisi verilen 39 bin aracın bedeli her gün çocuklarımızın çocuklarının hanelerine borç olarak yazılmaktadır. Feribotla yıllık 3,5 milyon araç geçmekteyken bunun beş katı araç geçiş garantisi verilmiştir. Sözleşmeye göre, yüklenici firma köprüyü 11 yıl boyunca işlettikten sonra Karayolları Genel Müdürlüğüne devredecektir. Kamunun işletmeciye ödemeyi garanti ettiği tutarın yıllık maliyeti ise 246 milyon 375 bin eurodur. Ama “devletin bütçesinden tek bir kuruş çıkmadı”ydı değil mi?!
Köprüler, otoyollar, havalimanları, şehir hastaneleri, tüneller, termik santraller… Böyle alt alta dizilince “ne büyük hizmetler yapmışlar” yanılsaması yaratan bu “eser”lerin bir yüzünde ışıltılı bir şatafat, diğer yüzünde ise malûm şirketlerin kasalarına akan muazzam büyüklükte bir talan ve soygun var. İktidarsa uzun yıllardır bunları “büyüyen Türkiye masalı” ile emekçi kitleleri aldatma aracı olarak kullanmaya devam ediyor. İçinde adalet olmayan en büyük adalet sarayları, hastaların müşteri sayıldığı en büyük şehir hastaneleri, kar yağınca günlerce insanların mahsur kaldığı kuş uçmaz kervan geçmez en büyük otoyollar, en büyük havalimanları, en büyük köprüler, en büyük başkanlık sarayı, en büyük cami… Böyle uzayıp giden bu beton yapılar iktidar sahiplerinin kibir ve büyüklenme hastalığının da dışavurumudurlar. “En büyükleri” çok seven Erdoğan’ın 2011 yılında Kars’taki Üçler Tepesine yapılan “İnsanlık Anıtı” heykelini “ucube” diye aşağıladığını hatırlayalım. Onu kaba ve çirkin bulanlar, başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanını beton ucubelerle doldurmaktan vazgeçmiyorlar.
Daha taze Kütahya Zafer Havaalanı garabetinin garanti ödemesinin Hazineye maliyeti sekiz yılda 45 milyon euroyu geçmiştir. Bunun bedelini doğrudan ve dolaylı vergilerle emekçiler ödemek zorunda kalırken, yandaş şirketler semirdikçe semirmektedir.
Devlete bağlı işletmelerin özelleştirildiği, kamusal hizmetlerin kapsamının daraltıldığı, tüm kaynakların sermayenin hizmetine sunulduğu neoliberal politikalar neredeyse yarım yüzyıla damga vurmuş ama kapitalizmin tarihindeki en büyük krize yuvarlanmasını engelleyememiştir. Bu politikaların sonucu eğitim, sağlık, ulaşım, altyapı vb. kamu hizmetlerinde yapılan kesintiler emekçilere ağır bedeller ödetmiştir. Türkiye’de 1980 sonrası Özal liderliğinde uygulamaya sokulan neoliberal politikalar, Erdoğan’lı yıllarda çok daha ağır sonuçlara yol açmıştır. “Neo-liberal politikalar zengini daha zengin yaparken gelir dağılımındaki adaletsizliği alabildiğine arttırmıştır. Türkiye’de en zengin %1’lik kesimin toplam servetten aldığı pay AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında %39,4 iken, bu oran 2014 yılında %54,3’e yükselmiştir.”[2] Ülke tarihinin en uzun süre iktidarda kalan partisi olan AKP elindeki gücü kullanmış, neredeyse tüm kamu hizmetlerini sermayenin hizmetine sunmuştur. Yandaş sermaye gruplarına Hazinenin kasasının anahtarı verilmekle kalmamış, İşsizlik Sigortası Fonundan, deprem vergilerine ve hatta toplanan bağışlara kadar teşvik adı altında sermayeye peşkeş çekilmiştir.
İktidarın kendi sermaye gruplarını yap-işlet-devret modeliyle nasıl finanse ettiğini dünya âlem bilmektedir. Bunun gibi projelerin tümünde bu büyük şirketlerin devlet güvencesiyle aldıkları devasa kredilerle, işletme garanti bedeli, kira bedeli gibi ödemelerle kurulu soygun düzeneği tıkır tıkır işlemektedir. Hiçbir risk almadan iktidarın şemsiyesi altında uzun yıllar bu kadar kolay kazanmakta olan sermaye çevrelerinin çıkarları Erdoğan rejiminin bekasına bağlıdır. Erdoğan’ın yirmi yıllık iktidarının “Büyük Türkiye”sinde zenginleşenler kendi cennetlerini ahirete havale etmemiş, emekçilere de cehennemi aratmamışlardır.
Ege’nin bağrını yakan yangınlarda, sel ve depremlerde emekçilere İBAN numarası verdiler. Emeklilikleri gasp edilmiş işçilere “yetim hakkı yedirmem, çifte maaş almak istiyorlar” dediler. Yeterli devlet okulu bulamadığı için ilkel koşullarda okuyan çocuklarımız, atanamayan öğretmenler, kalacak yeterli yurt bulamadıkları, fahiş kiraları ödeyemedikleri için parkta yatan üniversiteliler, aylarca muayene olabilmek için bekleyen ve numara alamayan hastalar, biraz daha ucuzunu bulmak için ekmek kuyruklarında kalan, kısacık ömürlerini insanca yaşamadan tüketen emekliler… Böyle uzayıp giden listedekilere neden kaynak bulunamadığı ortadadır. Yıllardır bu dipsiz soygunla semirenlerden ve emekçileri pespaye bir dille aşağılayanlardan bunların hesabı teker teker sorulmalıdır. Bunu yapacak olansa iktidar temsilcilerinin her fırsatta aşağılamaya devam ettikleri işçi ve emekçilerdir.
[1] Milliyetçi duyguları yükseltmeyi amaçlayan bir sembolizmle, köprünün adı 1915 Çanakkale muharebelerine atıfla 1915 Çanakkale Köprüsü olarak koyulmuştur; kule uzunluğunun 318 metre olması 3. ayın 18’ini simgelemektedir; orta açıklık Cumhuriyetin 100. yılına atıfla 2023 metre olarak belirlenmiştir; köprünün renkleri Türk bayrağının renkleridir; viyadüklerin ayak şekli Şehitler Abidesine benzetilmiştir vs.
link: Derya Çınar, Çanakkale Geçilmez, Çünkü Artık Çok Pahalı!, 8 Nisan 2022, https://marksist.net/node/7614
Ukrayna Savaşı Ne Anlatıyor?