Son iki ayda iki tarikat yurdunda iki trajik ölüm yaşandı ve bu ölümler rejimin yarattığı çeşitli sorunlarla cendereye sıkışmış olan gençliğin durumunu özetlemesiyle Türkiye gündemine oturdu. 7 Aralıkta Akdeniz Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği 1. sınıfta okuyan 18 yaşındaki Mehmet Sami Tuğrul, kaldığı tarikat yurdunun aşçısı tarafından kafası kesilerek katledildi. 10 Ocakta ise Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi olan 19 yaşındaki Enes Kara hayata dair tüm umutları elinden alındığı için intihar etti.
İntiharından bir süre önce, hem yazıya döktüğü hem video olarak kaydettiği mesajlarında, ateist olmasına rağmen ailesinin zoruyla tarikat yurdunda kaldığı için çelişki yaşadığını, gün içinde ibadetlerden ve dini sohbetlerden kendine ayırabildiği 3 saatte doğru düzgün ders çalışamadığını anlatıyordu Enes. Tıp Fakültesinde okumak istemediği halde baskıcı ailesinin zoruyla okumak zorunda olduğunu, mesleğinin itibarının kalmadığını, yurtdışına gitmek istediğini, kendisi için böyle bir gelecek hayal etmediğini söylerken tüm gençlerin duygularına sözcülük ediyordu adeta! Enes kendini baskı altında hisseden, üniversitede iyi bir bölüm okumasına rağmen umudunu kaybeden, tutunacak bir dal bulamadığı için kendini boşlukta hisseden milyonlarca gencin çaresizliğinin sembolü oldu.
Enes’in intiharının ardından çeşitli muhalif kesimlerden “tarikat ve cemaat yurtları kapatılsın” çağrıları yükselirken, iktidar gençlerin yaşadığı sorunlara çözüm bulmaya odaklanmak yerine, bu meseleyi yapay kutuplaştırmanın aracı olarak kullanmaya kalkarak kendi lehine çevirmeye çalıştı. Her konuda söyleyecek bir sözü olan Erdoğan’ın ağzından bu konuda tek kelime çıkmazken, iktidar sözcüleri muhalefetin eleştirilerine salvolar yağdırdı. AKP sözcüsü Ömer Çelik, “gencecik bir insanın ölümü üzerinden kindar bir dille kavga, ideolojik hesaplaşma ve ayrışma üretenlerin yaptığı şey asla kabul edilemez ve ahlâki değildir” dedi. BBP’nin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi Ahmet Namık Akdoğan ise gencecik bir insanın hayatına son vermesini zerre kadar önemsemeyen ifadeler sarf etti: “Bir velet öldü diye cemaatleri mi kapatacağız? Bir ayyaş öldü diye meyhaneleri mi kapatacağız. O zaman ÇYDD, Lions Kulübü gibi yerler de kapatılsın.” AK Parti Grup Başkanvekili Cahit Özkan artık çok bilindik tutumuyla Enes’in kaldığı yerin yurt değil gençlerin hür iradeleriyle biraraya gelip açtıkları bir öğrenci evi olduğunu iddia etti. AKP Amasya milletvekili Mustafa Levent Karahocagil Mecliste düzenlediği basın toplantısında bu meseleyi de dış güçlere bağladı: “Böyle baskılar doğru değil, cemaatlere mal etmek doğru değil. Cemaatlerde bir tane oluyorsa, kumar oynayan, içki içen ailelerde onlarca oluyor, onlar hiç gündeme gelmiyor... Enes Kara üzerinden cemaatlere, Müslümanlara vurma gayreti var. Dış güçlerin ülke içerisindeki oyunları.”
Enes’in intiharının “siyasi ve ideolojik önyargılarla istismar edildiğini” söyleyen Devlet Bahçeli de rejimin ortağı olarak aynı telden çaldı: “CHP’nin ve malum yoldaş medyasının sürekli gündemde tuttuğu Enes Kara intiharı kolektif bir saldırı ve tahakküm vasıtası haline getirilmiştir. Bizim derdimiz ve sorun ettiğimiz konu tarikat ve cemaatlerden ziyade yüce dinimize yönelik suçlamalardaki sinsiliktir.” Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık ise akıllara ziyan bir açıklama yaptı: “Aileler açısından baktığımızda tipik bir iletişimsizlik sıkıntısı görüyoruz. Çalışmalarımızın tamamında aile içi iletişim ve toplumsal iletişimin ne kadar önemli olduğu vurgulanıyor ve buna yönelik çalışmalarımızı da yoğunlaştırıyoruz.” Kendi iktidarının gençler için yarattığı yaşam koşullarından ve geleceksizlikten dolayı intihar eden bir gencin intihar gerekçesini gencin ailesiyle iletişimsizliğine bağlayan bir Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı, neye “bakıp” ne gördüğünü de göstermiş oluyordu böylece! Oysa gençler artık bağıra bağıra “yarattığınız bu dünyada yaşamak istemiyoruz” diyorlar! Ama bu daha fazla sürmeyecek, eninde sonunda “yarattığınız bu dünyayı değiştiriyoruz artık” diyecekler!
İşçi ve emekçilerin en can yakıcı meselelerinde siyasi iktidarın umursamazlığı, sıkıştığında bunları dış güçlere bağlaması, kutuplaştırma meselesine dönüştürmek için kırk takla atması, bunlar üzerinden muhaliflere arsızca saldırması artık beklediğimiz bir refleks haline gelmiş durumda. Diğer yandan da burjuva muhalefet birçok sorunda olduğu gibi bu sorun karşısında verdiği tepkiyle kifayetsizliğini ortaya koydu. Enes’in intiharından bir gün sonra açıklama yapan Kılıçdaroğlu “bana kızanları anlıyorum ama etik sebeplerden dolayı paylaşım yapmayacağım” dedi. Hangi etik değerler Kılıçdaroğlu’nu açıklama yapmaktan alıkoyuyordu acaba? Tarikat ve cemaatler üzerine yapacağı konuşma iktidara malzeme mi verecekti, yoksa sorunun asıl kaynağına işaret ettiğinde Kazakistan gibi olmamızdan mı korkuyordu? Çok açık ki her ikisi birden! Ali Babacan da muhalefet safından tarikatlara sahip çıktı: “Gencecik Enes’in ardından şunlar kapatılsın, bunlar kapatılsın diyorlar. Bu ülkede kapatmak dışında bir çözüm önerisi yok mu? Devletin görevi gençlere kaliteli ve hesaplı yurt imkânı sağlamaktır” dedi. Her fırsatta tüm meselelerin çözümünü gündelik çözümlere ya da sandığa havale eden muhalif siyasetçiler, sandık dışındaki her hareketi frenlemek için çırpınıyorlar adeta!
Öte yandan Enes Kara yalnızca kaldığı tarikat yurdunda yaşadığı baskılardan ve ailesinin kendisine dayattığı yaşam tarzından dolayı intihar etmedi. O geride bıraktığı mesajlarında yaşadığı sorunlardan bahsederken Tıp Fakültesi okuduğu halde, okulu bitirdikten sonra bir doktor olduğunda bile kendisini mutlu hissedebileceği bir gelecek göremediği için intihar etti. İçinde bulunduğu sosyal ortamın dışına kendisini çıkaracak bir el bulamadığı için intihar etti. İçinde yaşadığı ülke kendisini boğulacak hale getirdiği için intihar etti. Milyonlarca gencin yaşadığı sorunları daha katmerli bir şekilde yaşasa da o ülkedeki gençlerin getirildiği noktayı, içine düşürüldüğü uçurumu gözler önüne serdi.
Nasıl çözüleceğini bilemedikleri sorunlar yumağı içinde debelenen gençler en sonunda yaşadıkları hayata son verecek noktaya gelebiliyorlar ne yazık ki! Medyada gündeme gelmese de daha Ocak ayı bitmeden intihar eden gençlerin sayısı hiç de az değil! 25 yaşındaki üniversite öğrencisi Yunus Gezer “umarım ölümüm hayatımdan daha değerli olur” sözleriyle bitirdiği bir mektup bıraktıktan sonra intihar etti. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıbbi Labaratuvar Teknikleri Bölümü öğrencisi 22 yaşındaki Gülçin Ersin “anneme iyi bakın, bu hayattan sıkıldım” mesajı bırakarak yurdun çatısından atlayarak intihar etti. KHK ile ihraç edildikten sonra tutuklanmış bir babanın oğlu olan Bahadır Odabaşı evinin bulunduğu binanın 10. katından atlayarak intihar etti. Eskişehir’de borçlarını ödeyemediği için 28 yaşındaki genç bir esnaf intihar etti ve daha niceleri... Son yıllarda özellikle gençlerin intiharı giderek artıyor. Atanamadığı için intihar eden öğretmenler, iş bulamadığı için intihar eden işsizler, güzel günlere olan umudunu kaybettiği için intihar edenler... Hepsinin ortak paydası aynı: Faşist rejimin ve kapitalist sistemin yarattığı koşullar altında ezilmek! Umutsuzluk, çıkışsızlık ve sahipsizlik ve en önemlisi örgütsüzlük!
Yaşanan bu olaylar bir kere daha yoksul ailelerin çocuklarının birçok sorunun cenderesinde artık nerdeyse ölüm-kalım mücadelesi verdiklerini gösteriyor. Kiminin çözeceğine inancını kaybettiği sorunların altında nefessiz kalıp canına kıyacak bir noktaya geldiğini, kiminin önüne “çözüm” olarak konan seçeneklerde hayatlarının pamuk ipliğine bağlı olduğunu, sahipsiz ve korunaksız olduğunu gösteriyor. “Hangi soruna öncelik vermeliyiz?” diye düşündüğümüzde, tüm sorunların kopartılamayacak şekilde birbirine bağlı olduğunu görüyoruz. Bugün en temel sorun gençlerin geleceğe olan, sorunlarının çözüleceğine olan inancını kaybetmesidir. Oysa yaşadıkları sorunlar ne olursa olsun, bu sorunların çözülebilir olduğuna dair en ufak bir umut bile çok önemlidir gençler için.
Ailelerin çocuklarına daha iyi bir gelecek temin ettiğini düşündüğü eğitim alanında çocuklarını tarikatlara teslim etmesinin en temel nedeni yoksulluk ve sahipsizliktir. Yap-boz tahtasına dönüştürülmüş eğitimde, özel okullar sürekli devlet fonlarıyla beslenip desteklenerek devlet okulları yoksul çocuklarının gideceği bir alana dönüştürülmüştür. Ekonomik durumu iyi olan orta gelir grupları ve zenginler çocuklarını özel okullara gönderiyor. Diğer yandan devlet okulları bile yoksul ailelerin bir kısmı için artık büyük bir yük olmaya başlamıştır. Tarikat okulları ve yurtları için bütçeden ayrılan milyonlarca liralık fonlar[*], öğrenci başına verilen teşvikler, faşist iktidarın yoksul aileleri kendine bağlamak için kullandığı başlıca araçlardan birine dönüşmüş durumdadır. Başta Kürt illeri olmak üzere yoksulluğun çok yaygın olduğu bölgelerde bu sorun daha derin yaşanıyor. Yoksulluk ve sahipsizlik koşullarında çocuklarını eğitimden uzak tutmak istemeyen aileler çocuklarını çoğu tarikatların hegemonyasındaki yatılı bölge okullarına teslim ediyorlar. Yoksul aileler için çocuklarının karınlarının doyacağını bilmek bile yeterli olabiliyor. Çocuğunun geleceğinden kaygı duyan ama bu kaygıyı giderecek doğru bir adres bulamayan yüz binlerce aile, evinin içine kadar girebilmeyi başaran tarikatlara kendisiyle beraber çocuğunu teslim ediyor. Yoksulluk var olduğu sürece ailelerin yaşam mücadelelerinde sığınabilecekleri, uzattıkları eli tutabilecek bir yere ihtiyaç hissedecekleri çok açık.
Enes’in intiharı ağırlıklı olarak tarikatlar boyutuyla tartışılıp muhalif kesimler tarafından “tarikatlar kapatılsın” çağrıları yükseltilirken meselenin sınıfsal boyutları öne çıkarılmıyor, iktidarın gençler için yarattığı kahredici koşullara değiniliyor ama bu meselenin gerçek sınıfsal çözümüne hiç değinilmiyor. Kapitalizm işçi sınıfının geniş kitlelerinin yaşam koşullarını ve geçim araçlarını asgari sınırda tutan bir sistemdir. Bunu yaparken de kitlelerin isyan etmesini engellemek için türlü araçlar kullanır. Cemaatlerin ve tarikatların devletin kontrolünde ve her türlü desteğiyle toplumun tüm hücrelerine yayılmasına boşuna izin verilmiyor! Aksi halde, sosyalist düşünceye ve örgütlere alan açılacağı gayet iyi biliniyor. Kapitalist sistemin egemenleri daha umutlu, daha coşkulu, öfkesini sorunları yaratan kaynaklara yönelten, yılgınlığa düşmeyen, umutsuzluğa düşmeyen gençler istemezler! Yalnızca kendisi için güzel bir gelecek hayal etmekle kalmayan, genel olarak insanlığın kurtuluşu hedefine gönül vermiş, umut dolu gençler istemezler!
Her geçen gün kapitalizm insanlığı yok oluşa götürüyor. Bu gidişata dur demek için kadın erkek, genç yaşlı el ele vererek, inadına umut, inadına direnmek diyerek egemenlerin önüne dikilmek, sosyalist mücadele saflarına katılmak lazım!
[*] İktidar sayıları 223’e ulaşan yurtlar için söz konusu dernek ve vakıflara, bu yılın 9 ayında 173 milyon 704 bin lira pay ayırdı. Son 3 yılda ise buralara yapılan yardımın toplamı 168,9 milyon TL oldu. Bunlar sadece Bakanlıklar üzerinden ayrılan resmi fonlar. Oysa belediyeler ve diğer kurumlar üzerinden çok daha yüklü paraların aktarıldığını, binaların bedelsiz tahsis edildiğini, elektrik, su, ısınma giderlerinin karşılıksız karşılandığını vb. biliyoruz.
link: Aylin Dinç, Enes’in İntiharının Gösterdikleri: Uçurumun Kıyısındaki Gençlik, 18 Ocak 2022, https://marksist.net/node/7558
Benzemiyoruz