Batı Afrika ülkesi Nijerya’da Ocak ayından bu yana 58 bin 698 kişi koleraya yakalandı. 2 bine yakın kişi hayatını kaybetti. Uzay çağı denilen 21. yüzyılda, insanoğlunun elinde bütün hastalıklara çözüm bulacak, en ileri teknolojide yapılaşmayı sağlayacak imkânlar varken, insanlar temel sebebi temiz suya ulaşamamak olan bir hastalıktan ölüyor. Son günlerde, Nijerya’da yaşanan salgın nedeniyle gündem olsa da dünyada her yıl 3 milyon insan koleraya yakalanıyor ve 100 bine yakın insan bu hastalıktan ölüyor.
Kolera, temiz suya ulaşımın olmadığı yerlerde, vibrio cholera bakterisinin içecek ve yiyeceklere bulaşması ile ortaya çıkıyor. Hızlı bir şekilde yayılıyor ve şiddetli ishal yüzünden aşırı su kaybına neden olarak ölümle sonuçlanabiliyor. Yoksulluğun ve sınıfsal eşitsizliğin yoğun olduğu, temiz suya erişimin kısıtlı olduğu, yoğun göçlerin yaşandığı Afrika ve Güneydoğu Asya’da başta çocuklar olmak üzere binlerce insanın canını alıyor kolera. Hastalığın en çok görüldüğü yerlerden biri de, 3. Dünya Savaşının sıcak cepheleri olan Yemen. Aynı zamanda milyonlarca insanın açlıktan ölme riski altında yaşadığı Yemen’de temiz içme suyuna ulaşmak çok zor. İnsanlar temiz içme suyu için uzak yerlere gitmek zorunda kalıyor. Nüfusunun yüzde 80’inin yardıma muhtaç olduğu bir ülkede uzak yerlerden temiz su getirmek için araç bulmak, aracı bulsa da o araca yakıt bulmak herkes için mümkün değil. Bu nedenle insanlar ihtiyaçlarını kirli su ile gidermeye çalışıyor. Bu da kolera vakalarının sayılarının artmasına neden oluyor.
Kolera’nın görüldüğü Afrika ülkelerinde kasırgaların yol açtığı yıkım ve seller hastalığı daha fazla yaygınlaştırıyor. 2019 yılında Afrika ülkeleri Mozambik, Zimbabwe ve Malavi’de Idai Kasırgası, 2016’da Haiti’de Matthew Kasırgası sonrasında kolera salgını yaşandı. Kapitalizmin sebep olduğu ekolojik kriz bir yanda kuraklığa diğer bir yanda sellere sebep olurken salgın hastalıklara da zemin hazırlıyor.
Nijerya’daki sınıfsal çelişkiler bu ülkede neden kolera salgını yaşandığını anlatıyor. Nijerya, petrol, doğalgaz, demir, kömür gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahip. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi olan Nijerya, hâlihazırda petrol rezervleri itibariyle ilk on ülke arasında yer alıyor. Nijerya dünyanın 9. büyük doğalgaz rezervine de sahip. 514 milyar dolarlık ekonomisi ile Afrika’nın en büyük ekonomilerinden olan bu ülke, dünya sıralamasında ise 31. sırada yer alıyor. Bu büyük ekonomiye rağmen Dünya Yoksulluk Endeksine göre nüfusun yarısı günde 2 doların altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Yani nüfusun yarısı açlık çekiyor. Dünyadaki yoksul nüfusun yüzde 14,5’i Nijerya’da yaşıyor. Halkın yüzde 60’tan fazlasının yoksul olduğu ülkede resmi rakamlara göre işsizlik oranı yüzde 23’ten fazla. Gençler arasında ise işsizlik yüzde 30’a çıkıyor. Ancak gerçek işsizlik oranı bazı bölgelerde yüzde 50 civarında. Yani bir tarafta zenginlik birikirken diğer tarafta yoksulluk derinleşiyor.
İlk olarak 19. yüzyılda görülen kolera sadece Hindistan’da 20 milyon insanın ölümüne sebep olmuş, sonrasında dünyaya yayılmıştı. Salgından kaçmak isteyen insanlar çareyi göç etmekte bulmuşlardı. Bugün de TC Sağlık Bakanı Covid-19 pandemisine çözüm olarak halka “hastalığa yakalanmamayı” öneriyor. Aradan 200 yıl geçmiş, tıp bilimi hayvan klonlayabiliyor, anne karnındaki çocuğun genleriyle oynayabiliyor ama egemenler emekçilere hastalıktan korunmak için kaçmayı, kaçınmayı öneriyor. Elbette hastalıktan korunmak için tedbir almak önemlidir. Fakat pandemi düzeyinde olduğu söylenen bir hastalıktan “yakalanmamaya çalışarak” kurtulmak söz konusu olamaz.
UNESCO’nun Dünya Su Raporuna göre dünya üzerinde 2 milyar insanın temiz suya düzenli erişimi yok, 4,3 milyar insanın sıhhi tesisat kullanma olanağı yok. Bu, dünya nüfusunun yarısından fazlası demek. Temiz su, kanalizasyon, yeterli arıtma ve hijyen imkânlarının olmayışına bağlı ishalli hastalıklar yüzünden her gün 5 yaşın altında 1400 çocuk ölüyor. Su kaynaklarına erişimi sınırlı olan insanların yarısından fazlası Afrika ülkelerinde yaşıyor. Yoksul mahallelerinde yaşayan insanlar, şehrin daha temiz bölgelerinde yaşayanlara göre 10 ilâ 20 kat daha pahalıya su alıyor. Ancak aldıkları suyun kalitesi büyük oranda daha düşük oluyor.
Su kıtlığı ve buna bağlı hastalıklar bugün bize çok uzakmış gibi görünse de işin aslı hiç de öyle değil. Türkiye de su kıtlığı çekme riskiyle karşı karşıya olan ülkelerin başında geliyor. DSİ’nin verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de kişi başına düşen yıllık su miktarı 1346 metreküp oldu. Bu miktar ile Türkiye su stresi yani su azlığı yaşayan ülkeler kategorisinde yer alıyor.[*] Uzmanlar önümüzdeki 30 yıl içinde kişi başına düşen yıllık su miktarının 1000 metreküpün altına ineceğini ve su fakiri bir ülke olacağımızı söylüyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfının (WWF) verilerine göre küresel ölçekte su riski yüksek şehirlerin arasında İstanbul ve Ankara dâhil olmak üzere Türkiye’den 10 şehir yer alıyor.
Artık tarihin derinliklerinde kalmış olması gereken hastalıklar yüzünden başta çocuklar olmak üzere binlerce insan ölüyor. Bunun en temel nedeni yoksulluğu, göçleri, iklim krizini, savaşları üreten kapitalist sistemdir. Dünya üzerinde her aileye temel bakım ve sağlık hizmeti verilmesinin önünde teknik hiçbir engel yok. İnsanlığın bilimsel ve teknik birikimi bunu sağlayabilecek düzeyde. Fakat kapitalist sistemde bilim insanlığa değil kapitalistlere hizmet ediyor. Kaynaklar insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için değil sermayenin daha fazla kâr elde etmesi için kullanılıyor. Emperyalist çıkar savaşları ve emekçilerin yararlanamayacağı dev projeler trilyonlarca doları yutuyor. Bu tercihi değiştirecek tek güç bu tercihten hiçbir çıkarı olmayan işçi sınıfıdır. Dünya işçi sınıfı, kapitalist sistemi hedefe koyan, uluslararası temelde örgütlenmiş proleter devrimci mücadele etrafında kenetlenmelidir. Geleceğimizi kurtarmak için başka yolumuz yok.
[*] Demet Yalçın, Sermayenin Açgözlülüğü, Kuraklık ve Su Sorunu, marksist.com
link: Meral İnci, Uzay Çağında Kolera, 17 Eylül 2021, https://marksist.net/node/7461
İklim İçin “Yeni” Rapor ve Eski Vaatler
Denize Sızan Petrol Kovayla Temizlenir mi?