Geçtiğimiz haftalarda Suriye’nin Baniyas şehrinde bulunan elektrik üretim santralinde yakıt deposunda oluşan petrol sızıntısı Akdeniz sularına yayıldı. Yine, geçtiğimiz Temmuz ayında Angola’daki Catoca elmas madeninde meydana gelen atık sızıntısı nedeniyle 12 kişi hayatını kaybetti, 2400 kişi ise hastalandı. “Kaza”ların yaşandığı ülkelerin hükümetleri gereken önlemleri ivedilikle aldıkları açıklamalarını yaptılar. Son zamanlarda üst üste gelen çevre felâketlerinde bu tür açıklamalara aşinayız. Felâketler yaşanmasın diye önlem almayanlar, felâket sonrası kameralar karşısına geçip açıklama yapmakta pek mahirler.
Suriye hükümeti petrol sızıntısı nedeniyle denizde oluşan kirliliği temizlemeye başladıklarını duyurduğu sırada, Türkiye’den Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu “Türkiye kıyılarına bulaşan bir kirlilik söz konusu değil” açıklaması yaptı. Suriye hükümetinin “petrol sızıntısını temizliyoruz” açıklamasının ardında yatan gerçek, Akdeniz’e yayılan 15 bin ton petrolü işçilerin ellerinde kovalarla temizlemeye çalışmasından ibaret. Tıpkı Marmara denizindeki müsilajı temizlemeleri gibi. Sızıntının sadece Suriye’de 800 kilometrekarelik bir alana yayıldığı söyleniyor. Bu İstanbul’un Şile ilçesi büyüklüğünde bir alan demek. Bu durum Akdeniz ekosisteminde bozulma olacağı anlamına geliyor. Akdeniz yaklaşık 17 bin deniz canlısı türüne ev sahipliği yapıyor. Bu sayı aynı zamanda dünyadaki tüm deniz canlısı türlerinin yüzde 18’ine denk geliyor. Petrolün yüzeyden temizlenmesi sadece görüntüyü kurtarıyor, ekosistemin düzelmesine hiçbir katkısı olmuyor.
Keza Angola’daki Elmas Madeni sızıntısında da Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin önlemleri Türkiye ve Suriye’dekinden farklı olmadı. Kongo hükümeti meydana gelen hasar için “kirleten öder” diyerek maden şirketinden tazminat isteyeceklerini duyurdu. Evlere şenlik bir açıklama daha! Çocukken sokakta top oynarken “atan alır” denilirdi. Bu da o hesap herhalde. Oysa kazanın yarattığı tahribat çok büyük. Tazminat ödetmekle çözülebilecek bir sorun değil. Sızıntı sonucu Tshikapa nehrindeki canlı popülasyonu önemli ölçüde azalmış. Tehlike o boyutta ki, insanların nehirden su içmeleri ve balık yemeleri yasaklanmış. Tüm bu olanlar üzerine Angola elmaslarının yüzde 75’inin üretildiği Catoca madeninde yönetim, sızıntıdan etkilenen halk için her türlü yardımı yapacakları açıklamasında bulunmuş. Bunun garantisi olarak da daha önceki kazalardan etkilenenlere yaptıkları gıda yardımını hatırlatmış. Düşünün, çevreye ve insanlara yaşatılan felâketler birkaç kilo erzak meselesi haline getiriliyor. Erzak dağıtarak insana ve doğaya verilen zarar telafi edilebilirmiş gibi.
Bu bakış açısı kapitalizme aittir. Mesela dünyanın enerji devlerinden Shell de petrol istasyonlarından okyanusa sızan petrollerine karşılık tazminat ve para cezaları ödeyerek kendini temize çıkarıyor. Bunun iş cinayetlerinde ölen işçileri sönmüş umutlar ve parçalanmış hayatlar olarak değil salt kan parası olarak gören zihniyetten hiçbir farkı yok. Bütün bunlar kapitalizmin çevreye ve insana bakışının nasıl olduğunu kanıtlayan örnekler ve kapitalizmin krizi derinleştikçe bu felâketler artıyor.
İnsana, doğaya, bütün canlılara kâr etme aracı olarak bakan kapitalizm altında felâketler için hem önlem alınmıyor hem de felâket yaşandığında göstermelik iyileştirmeler yapılıyor. Felâketler karşısında göstermelik önlemler alan hükümetler, doğası tahrip olan, geçim araçları zarar gören emekçilerin tepkilerini geçiştirdiklerini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Emekçiler felâketlerin asıl nedenlerini anlamaya başlıyor ve hiçbir gerçek önlem alınmadığını da fark ediyorlar. Alınan devasa vergilerin yaşadıkları felâketlerde onlar için kullanılmadığını görüyorlar ve tepkilerini biriktiriyorlar. Bu tepkiler örgütlenip bir araya geldiğinde doğayı ve insanı yaşatmaya odaklanmış bir dünyanın da temelleri atılacak.
link: Ankara’dan bir eğitim emekçisi, Denize Sızan Petrol Kovayla Temizlenir mi?, 20 Eylül 2021, https://marksist.net/node/7462
Uzay Çağında Kolera
Afganistan: ABD’nin Yeni Vietnam’ı mı?