Birleşmiş Milletlere bağlı Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 7 Ağustosta, 66 ülkeden 234 bilim insanının katkılarıyla 6. değerlendirme raporunu yayımladı. Raporun yayımlanma zamanının tam da “doğal afetlerin” dünyanın her tarafını sardığı bir döneme denk gelmesi hesapsız olmasa gerek. Geçtiğimiz ay Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyılarında, Kürt illerinde orman yangınları, kuzeyinde ve doğusunda felâkete dönüşen seller yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Aynı dönemde Japonya, Hindistan, Almanya, Belçika ve Hollanda’da yaşanan seller, ABD, Kanada, Cezayir, Yunanistan ve İtalya’da yaşanan orman yangınları doğanın alarm zilleri adeta.
Öncekilerden farklı ve dönüm noktası niteliğinde kabul edilen raporda, dünyanın 2011-2020 arasında ölçülen ortalama sıcaklığının 1850-1900 yılları arasındakinden 1,09°C daha yüksek olduğu belirtiliyor. Rapora göre sera gazı salımının şu anki seviyede devam etmesi durumunda belirlenen sıcaklık sınırı yaklaşık 15 yıl içinde aşılacak, deniz seviyelerindeki 2 metrelik sınır ise yaşadığımız yüzyılın sonunda geçilecek. Son beş yıldır, 1850 yılından bu yana kayıt altına alınan en sıcak dönemi yaşıyoruz ve deniz seviyesindeki yükselme oranı 1901-1971 yılları arasındakiyle karşılaştırıldığında neredeyse üç katına çıkmış durumda. Rapor, aşırı sıcakların 1950’lerden bu yana daha sık ve yoğun hale geldiğini söylüyor ve Akdeniz’de aşırı kuraklığın yüzde 300 oranında artacağı uyarısını yapıyor.
Rapor, 31 Ekim-12 Kasım 2021 tarihleri arasında Glasgow’da yapılacak olan 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansına (COP26) sunulmak üzere hazırlanmış. BM Genel Sekreteri António Guterres, raporu şu sözlerle değerlendiriyor: “IPCC Çalışma Grubu Raporu insanlık için bir kırmızı alarmdır. Alarm zilleri kulakları sağır edecek seviyede ve kanıtlar reddedilemeyecek nitelikte.” Yıllardır benzer uyarılar yapılmasına rağmen kıllarını kıpırdatmayanlar, esas sorumlular kendileri değilmiş gibi davranıyorlar. Guterres, şöyle devam ediyor: “Şimdi güçlerimizi birleştirirsek, iklim felâketini önleyebiliriz. Fakat bugünün raporunun açıkça gösterdiği gibi, gecikmeye ve mazeretlere zamanımız yok. COP26’nın başarılı geçmesi için hükümet liderlerine ve tüm paydaşlara güveniyorum.”
Guterres tüm ulusların, özellikle G20 ülkelerinin sıfır emisyon koalisyonuna katılması gerektiğini de söylüyor. Bütün bunların ise “yeşil ekonomi” kavramıyla birlikte mümkün olabileceğini ekliyor. Bu açıklamalar egemenlerin ikiyüzlülüğünü bir kez daha göstermekten başka bir anlam ifade etmiyor. Zira yıllardır kınamalar, uyarılar havalarda uçuşuyor, iklim zirveleri düzenleniyor, sözleşmeler imzalanıyor. Ancak koparılan bu fırtınalara rağmen sorunu çözmeye dönük kaydadeğer tek bir icraatları yok!
Bu “yeni” raporda bilim insanları karbon salımında büyük kısıtlamalara gidilmediği takdirde küresel sıcaklık artışının 1,5°C’nin altında dengelenmesi hedefinin bu yüzyılda başarılamayacağını söylüyorlar. Bu raporun akıbetinin ne olacağını öngörmek için 2015’te yapılan Paris İklim Anlaşmasının hedeflerini ve oluşturulan havayı hatırlamamız yeterlidir. O anlaşmada da uyarı ve hedefler şimdikinin benzeriydi. O zaman neredeyse tüm ülkeler Paris İklim Anlaşmasını kabul edip uyarıları dikkate aldıklarını söylemelerine rağmen bugün dünyamız bu noktada. Çünkü o zamandan bu yana hiçbir ciddi adım atılmadı. Defalarca hazırlanan raporlar, tehlikenin büyüklüğüne işaret eden veriler açıklandıktan sonra insafa gelmesi beklenen kapitalistler ve burjuva siyasetçiler... Art arda rafa kaldırılacak raporlar hazırlama komedisinin insanlığa ve doğaya verebileceği yeni hiçbir şey yok. Değişen tek şey beklenen felâketin her geçen gün büyüdüğünü ortaya koyan sayılar.
Londra’daki UCL Üniversitesinden Prof. Arthur Petersen rapor için “Ölçülü, serinkanlı, kimseyi suçlamayan, pat pat diye durumu ortaya koyan bir rapor” demiş. Raporda “insan etkisinin, atmosferi, okyanusları ve toprağı ısıttığı kesindir” ifadesi dikkat çekici. Bunun, kendi aldıkları kararları dahi uygulamayan, kâr hırsları uğruna doğanın tüm dengesinin bozulmasına neden olan kapitalistler ile tüm bunların sonucunu canıyla ödeyen emekçileri aynı derecede sorumlu görmek anlamına geldiği çok açık! Oysa iklim değişikliği raporlarının bu dille pekiştirdiği manipülasyon ve yalan örtüsünü kaldırdığımızda, kâr üzerine kurulu kapitalist üretim tarzının dünyamızı ve tüm insanlığı bir ekolojik krize sürüklediği gerçeği çırılçıplak ortaya çıkmaktadır. Petrol, kömür, doğalgaz gibi fosil yakıtların atmosfere saldığı karbondioksit, metan gibi gazlar sera etkisi yaratarak iklim değişikliğine yol açıyor. Bu gerçek yıllardır bilinmesine ve raporlarda ortaya konmasına rağmen kapitalistler yenilenebilir temiz enerji kaynaklarını kısa vadede kâr getirmediği için tercih etmiyorlar ya da tercih ettiklerinde bile yenilenebilir kaynakları doğaya ve insana zarar vermeden, “temiz yöntemlerle” üretmiyorlar.
Türkiye gibi ülkelerde ise durum daha da vahim. Siyasi iktidarın yıllardır izlediği rant politikaları küresel iklim değişikliğiyle birleşerek felâkete dönüşüyor. Rant için dere yataklarına imar izni verilmesi, ormanları katleden, yeraltı ve yüzey sularını kurutan ve kirleten yüzlerce madene ruhsat verilmesi, daha fazla enerji için HES’lerin ve termik santrallerin kontrolsüz ve anarşik bir biçimde faaliyete geçirilmesi, orman vasfındaki arazilerin, doğal sit alanlarının imara açılması, endüstriyel atıkların biyolojik arıtmadan geçirilmeden nehirlere, göllere ve denizlere boşaltılması, orman yangınlarına etkin müdahale edilmemesi… Liste daha da uzatılabilir.
Dünyamız hiç olmadığı kadar felâketlerin ortasında. Aslında insanlar bunun farkında. Türkiye de dâhil birçok ülkede başta gençler olmak üzere emekçiler bu duruma tepki gösteriyorlar. Çünkü felâketler artık uzakta değil. Yaşadıkları şehirlerde, mahallelerinde, köylerinde doğa tahribatının, iklim değişikliğinin sonuçlarıyla yüz yüze kalıyor emekçiler. Normal koşullarda devlete, siyasi iktidarlara tepki göstermeyi aklının ucundan geçirmeyecek insanlar, yaşanan felâketlerin müsebbibi olmasına rağmen sorumluluk almayan, felâketin sonuçları karşısında da kendilerini yalnız bırakan hükümetlere tepki gösteriyorlar.
Felâketlerin öncesinde de sonrasında da önlem almakta, yaraları sarmakta kaplumbağa hızında olan hükümetler, emekçilerin haklı tepkileri karşısında polisi, jandarmayı jet hızıyla harekete geçiriyorlar. Dünya genelindeki polis devleti uygulamaları egemenlerin korkusunun ifadesidir. Kapitalizmin yarattığı cehennemin sonuçlarını yaşayan, kapitalizmin çelişkilerinin ve açmazlarının ceremesini çeken ve kendilerine yaşatılanları sorgulamaya başlayan emekçilerin tepkisi giderek daha da büyüyecektir. İşçiler, emekçiler, fiziki dünyalarının yıkıntıları arasında yön bulmaya çalışırken aslında sınıf bilincini de bulmaya çalışıyorlar.
İşçi sınıfının büyük önderi Marx’ın yıllar öncesindeki tespitleri sadece kapitalist sistemin o anlık durumunu ifşa etmiyordu. Sistemin hangi yasa ve dinamikler üzerinde yükseldiğini, eğer engellenmezse yoluna nasıl devam edeceğini anlattı, ölümsüz eserlerinde Marx. Elif Çağlı, içinde bulunduğumuz tarihsel kriz ve felâketler çağında Marksizmin kılavuzluğuna neden hiç olmadığı kadar ihtiyacımız olduğunu kavratıyor bizlere. Görüyoruz ki, bu sistem felâketlerden, giderek şiddeti artan krizlerden başka bir şey veremeyecektir insanlara. Dün yaptıklarıyla bugünü yaratan sistem, bugün yaptıklarıyla da yarının nasıl olacağını gösteriyor. Kapitalizm dünyamızı yok oluşa sürüklerken kaybedecek bir saniyemiz bile yok. Onun içindir ki bugün bize düşen görev, dünyanın içinde bulunduğu durumu sorgulayan, çıkış yolu arayan emekçilere aradıkları cevabın Marksizmde olduğunu anlatmaktır.
link: Ankara’dan MT okuru bir eğitim emekçisi, İklim İçin “Yeni” Rapor ve Eski Vaatler, 17 Eylül 2021, https://marksist.net/node/7460
Devrimin Kıvılcımı: Potemkin Zırhlısı
Uzay Çağında Kolera