Apple şirketinin patronu Steve Jobs 5 Ekim günü öldü. Ölümü beklendiği gibi büyük bir etki yarattı. Burjuva medyanın en küçüğünden en büyüğüne tüm birimlerinde Jobs üzerine yazılar yazıldı, programlar yapıldı. Bu yoğun bombardıman sayesinde, yeri doldurulamayacak bir dehanın, yaratıcı bir gücün, bir vizyonerin aramızdan ayrıldığını tam anlamıyla idrak edebildik! Onsuz bir dünyada yaşıyor olsaydık nelerden mahrum kalacağımızı, “bir başına” tasarlayıp patentini aldığı ürünlerin ne denli estetik ve yaşam öyküsünün bizler için ne kadar önemli bir yol gösterici olduğunu kavradık!
Ne de olsa onun sayesinde Macintoshlarla tanışmıştık. Imac, Ipod, Iphone ve Ipad onun harika tasarımcılığı sayesinde hayatımıza girmişti. Her ne kadar henüz dünyada yaşayan insanların büyük bölümü için bu “icat”lar ulaşılabilir olmasa da, Steve Jobs bunları yaratmıştı işte. Üstelik ilk şirketini külüstür minibüsünün satışından elde ettiği parayla evinin garajında kuran, sonrasında yokluklar içinde dünyaya getirdiği Apple’dan ayrılmak zorunda kalan, ama yılmayan, Pixar diye adı sanı bilinmeyen bir şirketi satın alıp Walt Disney gibi uluslararası bir tekelin en büyük hissedarı olmayı başaran, nihayet kendisinden sonra çöküşe geçen Apple’a dönüp onu batmaktan kurtarıp en yukarılara taşıyan bu adamın hikâyesi etkilemeyecek de ne etkileyecekti insanı?
Zaten siyasetçilerden, sanatçılara hatta ticari rakiplerine kadar herkes onun kaybının telafi edilemez olduğunu karşı çıkma cesareti gösteremeyeceğimiz bir açıklıkla bizlere hissettirdiler: “O tek başına insanlığı daha mükemmel yapabilen biriydi.”
Kapitalizmin ideologlarının anlatmayı sevdiği türden masallar bunlar. Bir yanıyla, “ne kadar kötü koşullar içinde bulunuyor olursan ol, yeterince çaba gösterir ve yaratıcı fikirler üretirsen en yükseklere bile çıkabilirsin” diye özetlenebilecek bireysel kurtuluş hayalini vaaz eden; diğer yanıyla da milyonda bir gerçekleşse de, bu yükselişin söz konusu olabilmesi için hayatları harcanan milyonların varlığını gözlerden kaçıran sözlerle dolu bu masallar.
Üstelik pompalanan mitin çağrıştırdıklarının aksine Steve Jobs insanlık için büyük buluşlar yapan bir bilim insanı ya da mucit de değildi. Dünyanın en büyük şirketlerinden birinin kurucu patronuydu sadece. Şirketin ürettiği ürünlerde, kapitalizmde üretilen bütün metalarda olduğu gibi, sayısız kişinin emeği vardı. Okumuş bir işçi soruyor şiirinde: Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?/ Kitaplar yalnız kralların adını yazar. / Yoksa kayaları taşıyan krallar mı? / Bir de Babil varmış boyuna yıkılan, / kim yapmış Babil'i her seferinde? diyordu Brecht. Steve Jobs’un yaratıcılığının ürünü olduğu söylenen cihazlara methiyeler düzenler de ne o ürünleri Çin’deki fabrikalarda ağır koşullar altında üreten işçilerden ne de Silikon vadisinde Jobs’un dillere destan baskısı altında “onun” ürünleri için çalışan mühendislerden, tasarımcılardan bahsediyorlardı. Elbette ne de o cihazların kapitalist koşullarda çoğunlukla insanı kendisine köle eden arzu nesneleri olmaktan başka bir işe yaramadığından!
Steve Jobs ışıltısını kimlerin ferinin sönmesine borçlu?
Birçok Apple ürünü, Çin’deki fabrikalarda, Tayvan merkezli bir elektronik firması olan Foxconn tarafından üretiliyor. Foxconn’un fabrikalarında ise tüm dünyada bir milyona yakın işçi çalışıyor. Apple’ın haricinde Dell, HP, Intel ve Sony gibi markaların da üretimi Foxconn tarafından yapılıyor. Bu şirketin özellikle Çin’de bulunan fabrikalarındaki çalışma koşulları ise kapitalizmin “vahşi” addedilen dönemindeki koşullarından farksız.
Foxconn, Çin’deki fabrikalarında, daha kolay “disipline edilebildikleri” ve denetlenebildikleri için genç ve özellikle kadın işçileri çalıştırmayı tercih ediyor. Çoğunun yaşı 24’ün altında olan işçiler saati ortalama 50 cent (yaklaşık 85 kuruş) civarında bir ücretle günde 10 ile 15 saat arasında mesailerle çalışıyorlar. İşçilerin 24 saat süren vardiyaları ise istisna değil. On dakikalık iki aradan başka hiçbir molanın verilmediği montaj bantlarında çoğunluğu ayakta çalışan işçiler fabrikanın özel yatakhanelerinde kalmak zorundalar. Zaten orada kalmazlarsa ellerine geçen para ile geçinmeleri mümkün değil. Ayrıca işçilerin dışarıda “gereksiz” vakit geçirmelerini önlemek için banka, lokanta, alışveriş merkezi gibi yerler de fabrika içerisine inşa edilmiş. Yaşam alanlarının içerisinde bulunduğu durum da içler acısı. Örneğin 14 işçinin küçücük odalarda kaldığı yatakhanelerde işçiler yıkanmak için plastik kovaların içine sıcak su doldurup süngerle temizleniyorlar.
ABD’deki Ulusal Emek Komitesi’nin hazırladığı bir rapora göre, 2007 ve 2008 yıllarında, işçiler haftada ortalama 80,5 saat çalışıyordu. Kapitalist krizin iyice derinleştiği 2009’dan itibarense çalışma süreleri ortalama 68 saate düştü. Yani işçiler kriz döneminde de aşırı uzun saatler çalıştırılmaya devam edildiler. Bu durumu işçilerin sözleri de açıkça ortaya koyuyor: Foxconn’da çalışan bir işçi, Reuters haber ajansına, “Foxconn’da yönetim tamamen insanlık dışı. İşçilere insan muamelesi yapılmıyor” diyor. Bir başka işçi de çalışma koşulları yüzünden içine düştüğü ruh halini, “Boş bir hayatım olduğunu hissediyorum; kendimi bir makine gibi çalışmak zorunda hissediyorum” sözleri ile ifade ediyor.
İşçilerin bu koşullar karşısında ortaya koydukları tepkiler sözlerden ibaret değil. Örgütlenmeyi henüz sağlayamayan işçilerin bir kısmı çaresizliğin yarattığı ruh hali ile intihara yöneliyor. Foxconn fabrikalarında geçen yıl sadece Mart ve Mayıs ayları arasında 11 işçi fabrika binasından kendini atarak artarda intihar etti. Yıl sonunda bu sayı bilindiği kadarıyla 17’ye ulaştı. 30 civarında işçinin intihar girişimi ise son anda önlendi.
Şirket yöneticileri için işçilerin içinde bulunduğu koşullar kadar yaşamları da o denli önemsiz ki, bu durum onlar tarafından olağan bulunuyor. Foxconn Yönetim Kurulu Başkanı Terry Guo, “540 bin çalışanımız var. Uzmanlara sorduk, intihar oranı gayet normal bir seviyedeymiş. Bu kadar büyük bir çalışan kitlesi içinde, intihar gibi görünen bu olayların yadırganmaması gerekir” sözleriyle her şeyin normal olduğuna inanmamızı istiyor. Terry Gou ayrıca, “Şirketimizin işçi çalıştırma politikaları doğrudur. İntiharlar, çalışanlarımızın kişisel hayatlarındaki sorunlarından kaynaklanıyor” sözleriyle de örgütsüz işçiler karşısında bir kapitalistin ne denli pervasızlaşabileceğinin örneğini vermektedir.
İşlerini yaptırdığı şirketin işçileri çaresizlikten kendilerini fabrikanın yüksek binalarından atarken, bizim “insanlığı daha mükemmel yapabilen” Steve Jobs’umuz buradaki çalışma şartlarını övüyor ve Foxconn için “bu fabrika oldukça güzel bir yer” diyordu. Jobs’un CEO olarak da görev yaptığı Apple şirketinin açıklamasında ise, “İntiharlar nedeniyle büyük üzüntü duyuyoruz. Foxconn’un üst yönetimiyle yakın temas halindeyiz. Konuyu büyük bir ciddiyetle ele aldıklarına inanıyoruz” demekle yetiniliyordu.
Konuyu büyük bir “ciddiyetle” ele alan Foxconn ise çalışma saatleri, yaşam koşulları gibi konuların temeline hiç girmeden çözümlerini üretti: fabrikanın etrafına işçiler kendilerini binalardan attığında ölmesin diye örülmüş fileler gerildi. Böylece bunalan işçiler fabrika dışında intihar edecek, şirketin de imajına halel gelmeyecek diye düşündü herhalde yöneticiler. Molalar sırasında işçiler “rahatlasınlar” diye şarkıcılar, dansçılar da işe alındı. İşçiler çalışırken müzik yayını yapılmaya başlandı. Bunun yanı sıra 2 bin psikiyatr ve psikolog fabrikalarda istihdam edildi. İşçiler 50 kişilik gruplara ayrıldılar ve psikologlar gözetiminde sosyalleşmeleri sağlanmaya çalışıldı. En ilginci de, 4 ay boyunca hiç kimsenin intihar etmemesi şartıyla maaşlara zam yapıldı. Ayrıca işe yeni başlayanlar da artık intihar etmeyeceklerine dair bir belge imzalıyorlar. Böylece intihar edenler için işletmenin ödediği 12-13 bin dolar civarındaki tazminat derdi de ortadan kalkmış oluyor!
Foxconn’daki işçilerin yaşadıkları bunlarla da sınırlı değil. Bir grup işçi de Apple’ın sipariş ettiği ekranların üretiminin zehirlenmelerine yol açtığını ifade ediyor. İşçiler, çalışırken soludukları havanın içinde kimyasal buharların da bulunduğunu, bu durumun zehirlenmeye ve hastanede müşahede altına alınmaya neden olduğunu söylüyorlar. Nitekim 2009 yılında Suzhou şehrinde kurulu Wintek fabrikasında 137 işçinin “hekzan” maddesinden zehirlendiği resmileşmiş durumda. Kimyasalların buharını soluduktan sonra sersemlemiş ve uyuşmuş bir hale gelen işçiler, sonunda yürüyemez olmuşlar. Kadın işçiler altı aydan fazla hastanede yatmak zorunda kalmışlar. ABC News Avustralya televizyon kanalına konuşan bir kadın işçi, “Başlangıçta semptomlar oldukça açıktı. Ellerim uyuşmuştu. Zorlukla yürüyor veya koşuyordum” diyor. Bir diğeri, şirketin kimyasalların insan vücuduna zararlı olduğunu bildiği halde daha fazla kazanç uğruna bu maddeyi kullanmaktan vazgeçmediğini söylüyor. Bir başka kadın işçi de “Ben işimin başına geri döndüm, ancak belirtileri hâlâ görüyorum. Bacaklarım hâlâ ağrıyor. Bu, hayatımın geri kalan süresi boyunca bana eşlik edecek. Çok acı verici” diyerek durumunu anlatıyor.
Apple cihazlarının üretimi sırasında fabrika işçilerinin zehirlenmesi bu olayla da sınırlı değil. 2010 yılında da, Apple’ın logolarını cilalama işini yürüten Yun Heng metal fabrikasında 8 işçi aynı maddeden zehirlenerek ciddi şekilde hastalanmıştı.
İşte milyonlarca insanı bu koşullara maruz bırakan bir mekanizmayla Steve Jobs bizim hayran olmamız istenen o işleri başardı. Tasarladığı cihazların kapitalist piyasada yaşam bulması için Foxconn’daki bu çalışma koşulları zorunluydu. İşçileri inanılmaz baskı altına alan bu sömürü çarkı olmasa Iphone, Ipod, Imac ve Ipad de olmayacaktı. Fiyatları yeterince düşük olamayacağı için bu ürünler yaygın bir şekilde satılamayacak, dolayısıyla Steve Jobs diye bir efsane de hayat bulamayacaktı. Velhasıl-ı kelam, milyonlarca işçinin ferleri söndürülmüş olmasaydı ölesiye çalışma koşullarıyla, Steve Jobs da böylesine ışıltılı durmayacaktı kapitalist vitrinlerde.
Steve Jobs şahsında oluşturulan efsane kapitalist ideolojinin birey eksenli temellerinden kaynaklanıyor. Kapitalist ekonominin bireyi geliştirecek ve yaratıcılığını arttıracak bir sistem hatta yegâne sistem olduğu yalanına kan versin diye böylesi efsaneler yaratılmaya ve mümkün olduğunca çok anlatılmaya çalışılıyor burjuva medya tarafından. Yine burjuva medya, kolektivist temellerde ortaya çıkacak daha verimli, daha yaratıcı bir üretim sürecinin yerine, bireyin dehasını, olağanüstü çabasını öne çıkartıyor. Ne var ki tüm bu parlatma çabaları apaçık gerçeğin üzerini örtemiyor: Kapitalist üretim işçilerin yıkımı üzerinden yükselir!
Steve Jobs kişisel dünyası, zekâsı, becerileri ile belki de pırıltılı hoş bir insandı. Her ne kadar, hastalığı sırasında ihtiyaç duyduğu karaciğer naklinde, listelerde öne geçmek ve tüm eyaletlerin listesine yazılmak için ABD’nin tüm eyaletlerinde evler alıp şirketler kurması tersini gösterse de! Kişilerin bireysel özellikleri ne olursa olsun, kapitalist üretim ilişkileri varlığını sürdürürken tüm kapitalistler toplumun kanını emen vampirlerden başka bir şeye benzemezler. Onlar, Steve Jobs gibi, hem milyonlarca işçinin dayanılmaz koşullarda yaşamasına neden olurlar hem de özel mülkiyet prangasıyla üretim araçlarının sınırsızca gelişmesinin ve bilginin özgürce paylaşılmasının önünde devasa bir engel oluştururlar.
link: Selim Fuat, Steve Jobs Efsanesi, 4 Kasım 2011, https://marksist.net/node/7241
Polis Terörü Tırmandırılıyor!
Toplumda Kanayan Yara