Bugün dünyada emperyalist paylaşım kavgası yüzünden savaş alanına dönmüş 40'a yakın bölge bulunuyor. Bunların başında Irak, Afganistan ve Filistin geliyor, ancak liste bunlarla sınırlı değil. Pek çok bölgede, emperyalistlerin doğrudan kışkırttığı kanlı iç savaşlar yaşanıyor. Bunların içinde sayıları milyonlarla ifade edilen insanın katledildiği ülkeler var. ABD emperyalizminin 'demokrasi ve özgürlük' götürdüğü veya götürmeyi düşündüğü her yer, emperyalistler arası savaşın alanı ve dolayısıyla da listenin üst sıralarında yer alıyor. Emperyalist savaş o kadar hızlı yayılıyor ki, listenin her gün biraz daha uzadığını söylemek abartılı olmayacaktır.
Nitekim tüm dikkatlerin olası bir ABD-İran savaşına ve Ortadoğu'daki gelişmelere odaklandığı şu sıralarda, Etiyopya ordusunun ve ABD güçlerinin Somali'ye saldırısıyla birlikte emperyalist savaşta yeni bir cephenin açılmaya çalışıldığını görüyoruz. Böylece bu kara kıtanın kara bahtlı halkları bir kez daha beyaz efendilerinin, emperyalist-kapitalist güçlerin çıkarlarına kurban edilmek üzere mezbahaya sürülüyorlar. Kendisi Ortadoğu ile uğraşırken Çin'in Afrika'da ciddi askeri ve ekonomik ilişkiler geliştirerek nüfuz alanlarını genişletmesi karşısında ABD emperyalizmi, yeni bir hamle yaparak hegemonya yarışında hiçbir taviz vermeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu hiç de plansız ve rasgele yapılmış bir hamle değildir. 2004 yılının Ocak ayında, BOP'un (Büyük Ortadoğu Projesi) isim değiştirerek GOKAP (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) ya da daha bilinen haliyle Genişletilmiş Ortadoğu Projesi adını almasından bu yana ABD emperyalizminin Afrika'ya yönelik niyetleri çok iyi biliniyordu. Zengin enerji ve hammadde kaynaklarının bulunduğu, enerji nakil hatlarının geçtiği ya da kontrol edilebildiği bu bölgeler aynı zamanda ciddi birer pazar potansiyeli taşıdıklarından[2] , başından beri ABD emperyalizminin hedef tahtasındaydı. Tartışılmaz askeri ve ekonomik üstünlüğüne güvenen ABD, savaş alanını genişleterek rakiplerini daha da zora sokacağının farkındadır.
Emperyalist savaşta yeni bir cephe açılıyor
ABD emperyalizmi, bir yandan sermaye ihracı yoluyla (ekonomik yatırımlar, borç verilmesi vs.) diğer yandan da siyasi ittifaklar kurarak, stratejik noktalarda askeri üsler oluşturarak ve gerektiğinde dolaylı yahut dolaysız müdahalelerde bulunarak Afrika kıtası üzerinde hâkimiyetini kurmayı büyük ölçüde başarmıştır. Son dönemde 'demokrasi ve özgürlük' getirmek bahanesiyle ve BM barış gücü maskesi altında Liberya, Sudan, Darfur, Somali, Eritre ve Cibuti'de yaşanan çatışmalara müdahale eden, bu bölgelerde askeri üsler kuran ABD, şimdi de AFRICOM (Afrika Komutanlığı) adı altında yeni bir komutanlık oluşturarak emperyalist savaş alanında açmaya uğraştığı yeni cephede koordinasyonu sağlamayı hedeflemektedir.[3] Böylece on yıl içinde petrol ihtiyacının dörtte birini sağlayacağı Nijerya, Angola ve Gine Körfezi ülkelerini kendi nüfuz alanına çekmeyi ve bu kıtadaki en büyük rakibi Çin'in önünü kesmeyi amaçlıyor. Bu merkezi komutanlık ve askeri üsleri sayesinde, özellikle Afrika Boynuzu'nda yoğunlaşan ABD karşıtı İslamcı güçleri ezmek ve kendisine karşıt rejimleri değiştirerek çıkarlarına uygun yönetimleri işbaşına getirmek niyetinde olan ABD'nin, Somali ve doğu Afrika ülkelerine duyduğu ilgi de bu yüzdendir.
ABD emperyalizmini elini çabuk tutmaya iten başlıca neden, Çin'in kıtadaki giderek artan nüfuzudur. Çin'in Afrika ile olan 'münasebetleri' geçtiğimiz yıl 50 milyar doları bulmuştur ve 2010 yılında bu rakamın 100 milyar dolara çıkması beklenmektedir. Çin, ABD ve Fransa'dan sonra kıtanın üçüncü büyük ticari ortağı ve ayrıca Fransa'dan sonra ikinci büyük ihracatçısı konumundadır. Büyüyen ekonomisinin ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamak Çin için öncelikli konu olduğundan, Afrika'da ilgilendiği birincil mesele de budur. Bugün için ilişkileri eski SSCB yanlısı ülkelerde yoğunlaşmış olsa da, ABD'nin, Fransa'nın ya da İngiltere'nin nüfuzu altındaki bölgelerde bu güçlerle rekabete girmekten de çekinmemektedir. Çinli şirketlerin bu rekabetçi, saldırgan ve açgözlü tutumları değme kapitalist ülkelere ve tekellere taş çıkartacak düzeydedir. Çin, vakti zamanında, geç kalmışlığıyla orantılı biçimde nüfuz alanları ve yeni pazarlar elde etmeye çalışan Alman emperyalizmini hatırlatan bir biçimde her yere saldırmakta, her fırsatı değerlendirmeye çalışmaktadır.
Borç batağı içinde yüzen Afrika ülkelerini düşük faizli veya faizsiz kredilerle tavlamaya çalışan Çin, 2007 yılı için Afrika Birliği'ne 6 milyar dolarlık faizsiz kredi vermeyi taahhüt etmiştir. Ayrıca ikili ilişkiler üzerinden direkt mali yardımlarda bulunduğu ülkeler de vardır. Örneğin geçtiğimiz yıl Çad ile 80 milyon dolarlık bir kredi anlaşması yapmıştır. Böylece IMF'nin, dolayısıyla da ABD'nin hâkimiyetini kırmaya uğraşmakta, sermaye ihracı üzerinden kendi nüfuz alanını genişletmeye çalışmaktadır. Doğrudan yatırımlarıyla da Avrupalı ve Amerikalı emperyalistlerle ciddi rekabet halinde olan bu emperyalist güç, birçok Afrika ülkesinde onlarla başa baş güreşmektedir. Örneğin Güney Afrika ve İngiliz şirketlerinin hegemonyasındaki Zimbabwe'de ikinci büyük ticari partner konumuna yükselmiş durumdadır. Çin bu ülkeye askeri yardımda bulunuyor, hatta savaş uçakları ve izleme cihazları satıyor. Karşılığında da bu ülkenin zengin platinyum yataklarıyla, tütün fabrikalarıyla ilgili imtiyazlar koparmaya çalışıyor. Ayrıca bu ülkedeki elektrik santrallerinde, cep telefonu ve ulaşım sektöründe de Çinli şirketlerin yatırımları mevcut. Nijerya'da özelleştirme kapsamındaki Kaduna petrol rafinerisine gözünü dikmiş Çinli firmalar, bir yandan da Nijerya gibi gelişkin Afrika ülkelerine teknoloji ihraç ediyorlar. İran'ın nükleer programına da yardım eden Çinli bir firma, bazı Afrika ülkeleri ile uzaya uydu gönderme konusunda anlaşmalar yapmaktadır.
Son derece 'rekabetçi' olarak nitelendirilen Çinli şirketler, pek çok Afrika ülkesiyle stratejik önemde ekonomik ve askeri anlaşmalar yapmıştır. Çin, hammadde ihtiyacının önemli bir bölümünü Afrika ülkelerinden sağlamakta, bu ülkelere tekstil ürünleri, ucuz mallar, elektronik ürünler satarak altyapı yatırımlarında bulunmakta, burs ve eğitim olanakları da sunarak Afrika'nın geri ülkelerine çeşitli alanlarda uzmanlar göndermektedir. Sierra Leone'de elmas yataklarının haritasını çıkaran, BM ambargosu altındaki Sudan'la yıllık 3 milyar dolarlık ticaret hacmine sahip olan Çin açısından, petrol üreticisi ülkelerle işbirliğinin de son derece büyük önemi vardır. Petrol ihtiyacının yaklaşık %30'unu Afrika'dan karşılayan Çin, bu yüzden de Sudan, Nijerya, Angola ve Kongo gibi ülkelerle sıkı ilişkiler içindedir. Bir ABD'li diplomatın söylediği gibi, dünyanın yükselen gücü Çin, Afrika'ya doğru adeta bir patlama yapmıştır. Hızla büyüyen ekonomisinin gelişimini sürdürebilmesi için yeni hammadde ve enerji kaynaklarına, mallarını ve birikmiş sermayesini ihraç edebileceği yeni pazarlara ihtiyacı vardır. Ancak defalarca paylaşılmış ve halen de paylaşılmakta olan dünyada, emperyalistlerin el atmadığı en ufak bir boşluk kalmadığından Çin kapitalizmi için rakipleriyle paylaşım kavgasına girmek kaçınılmazdır.
Tüm bu gelişmeleri dikkatle ve yakından takip eden ABD emperyalizmi ise, 'Afrika Boynuzu'nda hâkimiyetini kurmakla, hem Afrika'nın hem de Ortadoğu'nun Çin'e açılan kapısını kontrol altında tutabilmeyi umuyor. Bu yüzden de, yaklaşık yedi aydır Somali'nin başkenti Mogadişu'yu ve ülkenin tamamına yakınını elinde tutan İslam Mahkemeleri Birliğini (İMB) devirebilmek amacıyla, geçtiğimiz Aralık ayında Etiyopya ordusuyla birlikte Somali'ye bir operasyon düzenledi. Bu operasyonla İMB'nin ülkenin güneyine çekilmesi ve ABD'yi destekleyen savaş ağalarından oluşan geçici hükümete bağlı kuvvetlerin başkenti ele geçirmesi sağlandı. Ardından bir hafta boyunca İMB milislerinin bulunduğu güney kesimleri bombalanarak, yüzlerce sivilin, kadının ve çocuğun ölümüne neden olundu. Ancak başkentte bulunan kukla hükümetin halk nezdinde hiçbir meşruiyeti yok ve Etiyopya ordusunun desteklediği geçici hükümete bağlı güçler ile İMB milisleri şimdiden çatışmaya başladılar. Dolayısıyla yedi aylık kısa bir aradan sonra Somali halkı bir kez daha emperyalist-kapitalist güçlerin çıkar kavgaları uğruna iç savaşa sürüklenmiş oldu. Zaten yıllardır süren iç savaşların ve koyu bir sefaletin pençesinde kıvranan 'Afrika Boynuzu'nun halkları için yeni bir savaş, BM verilerine göre 8 milyon insanın açlıkla ve salgın hastalıklarla tekrar karşılaşması anlamına geliyor. Yaklaşık 3-4 milyon insanın mülteci konumuna düşeceği hesaplanırken, ABD bombardımanı yüzünden şimdiden 500 bin insan göçe başlamış durumda.
Önemli sayılabilecek ölçüde uranyum, doğalgaz ve petrol rezervlerine sahip Somali, 1991'de general Siad Barre yönetimindeki SSCB yanlısı rejimin devrilmesinden bu yana iç savaş kıskacında debeleniyor. Ülkeyi kontrolleri altına almak için aralarında kıyasıya bir savaş yürüten savaş ağalarının elinde can çekişen halk, başkaca bir alternatif olmadığından umudunu İMB'ye bağlamıştı. Amerika El Kaide'ye bağlı olduğu gerekçesiyle İMB'yi yok etmeye çalışsa da, İMB'nin direnişi hâlâ sürmektedir. ABD'nin desteklediği geçici hükümet ise gerici savaş ağalarından oluşuyor ve ABD ordusunu ülkeye davet ederek bizzat işgal çağrısında bulunuyor. ABD, geçmişte yaşadığı deneyimlerden[4] kaynaklı olarak şimdilik böyle bir işgale sıcak bakmasa da, üç büyük savaş gemisi Somali açıklarında demirli durumdadır. Ayrıca ülkenin kuzeyindeki Cibuti'de bulunan üste de askeri birlikleri mevcuttur. Kendi askerlerini sokmak yerine, güdümündeki Etiyopya ordusu vasıtasıyla ülkeyi işgal eden ABD, şimdilik kontrolü sağlamış gözükse de, bölge dinamikleri açısından bakıldığında mevcut durum son derece ciddi gelişmelere hatta bölgesel bir savaşa neden olabilecek boyuttadır.
Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Somali'nin, nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olan Etiyopya tarafından işgal edilmesi, başta Suudi Arabistan olmak üzere Mısır, Ürdün, Suriye ve İran gibi Ortadoğu ülkelerinin ve doğu Afrika'daki diğer Müslüman ülkelerin de tepkisini çekmektedir. Rusya ve Çin de bu işgale karşıdırlar. Fakat ABD emperyalizmi açısından önemli olan, bölge halklarının ne olacağı değil, Çin gibi emperyalist rakiplerinin önünün kesilmesidir. Bu bağlamda bölgesel bir savaş ABD emperyalizmi açısından göze alınmayacak bir durum değildir. Aksine, daha önce de belirttiğimiz gibi, yeni cepheler açarak savaş alanını genişletmekle rakiplerini zora soktuğunun bilincinde olan ABD için bu durum avantajlı bir konum yaratacaktır.
ABD emperyalizminin Çin'in önünü kesmek için Afrika'da öne sürdüğü bir diğer koz da Türkiye'dir. Çoğu Müslüman nüfusa sahip bölge ülkeleriyle iyi ilişkilere sahip olan Türkiye burjuvazisinin önünü açan ABD, bu yolla Çin'in, kendisi ve diğer Batılı emperyalist güçlerin yerine bir alternatif olarak görülmesini önlemeye çalışmaktadır. Bu politika kuşkusuz Türkiye burjuvazisinin de işine gelmekte ve hararetle desteklenmektedir. Nitekim bu çerçevede 2005 yılı 'Afrika Yılı' ilan edilmiş ve ardından İstanbul'da bir zirve toplanmıştı. Türkiye'nin Mısır, Etiyopya ve Mali gibi bazı Afrika ülkelerinde ciddi yatırımları mevcuttur. Serbest Ticaret Anlaşması imzalamış olduğu Mısır'la 1 milyar dolarlık yıllık ticaret hacmine sahip Türkiye'nin, bu ülkede kendisine ayrılmış 2 milyon metrekarelik serbest ticaret bölgesi bulunmakta. Bu anlaşma sayesinde Türkiye, Mısır'ın anlaşmalı olduğu 18 Afrika ülkesiyle de gümrüksüz ticaret yapabiliyor. Mısır'da özellikle Sabancı ve Koç'a ait önemli yatırımlar bulunuyor ve bu ülkeyle yürütülen ticaretin de orta vadede 5 milyar dolara çıkması bekleniyor. Bir başka Afrika ülkesi olan Mali'de de 2 milyon onsluk altın rezervine sahip bir madenin %70 hissesi Türkiye'ye ait bulunuyor. Bu yolla, ihracatının %25'i altına dayalı olanMali ekonomisi üzerinde önemli bir imtiyaz kazanmış olan Türkiye'ye her yıl 15 tondan fazla altın girmektedir. Ayrıca bazı Afrika ülkelerinde de Türk ordusuna ait subaylar tarafından askeri eğitim verilmekte ve karşılığında üsler alınmaktadır.
Sonuç olarak ABD emperyalizmi doğu Afrika'da adeta yeni bir cephenin açılışını yapmakta ve bölge halklarının başına yeni belâlar açmaya hazırlanmaktadır. Ancak emperyalizmin Afrika halklarının başına açtığı belâlar, emperyalist yağmacıların birbirleriyle didiştiği bu bölgelerle veya iç savaşlarla sınırlı değildir. Bu kara kıtanın son 500 yıllık tarihi, köle ticaretinin, sömürge imparatorluklarının barbarlıklarının, emperyalist sömürü ve talanın, ekonomik ve sosyal çöküntünün, siyasal çalkantıların, açlığın, sefaletin ve savaşlarla gelen katliamların tarihidir.
'Kalbimi bu topraklarda bıraktım'
Yüzyıllar boyunca Amerika'daki plantasyon çiftliklerine köle olarak satılan Afrika halklarının emeği sayesinde, Avrupa'da ve Amerika'da yeni bir dünya yükseldi. Bu dönemde milyonlarca Afrikalı köleleştirildi, satıldı, eğitilmek üzere alındıkları kamplarda işkence altında öldü, taşınmak üzere hayvanca istif edildikleri gemilerde insanlık dışı koşullardan ve salgın hastalıklardan dolayı can verdi. Tüm bu süreç boyunca kilise, 'vahşilerin ruhlarının kurtarıldığı' gerekçesiyle köleliği meşrulaştırdı. Kapitalizmin hizmetindeki satılık bilim adamları, siyah ırkın aşağı ırk olduğunu ve hatta insan dahi sayılamayacağını söyleyerek köleleştirmeye ve sömürgeciliğe ideolojik kılıflar uydurdular. Köle ticareti nihayet 19. yüzyılda yasaklandıktan sonra bile gizlice devam etti. Bugün de batı Afrika'da özellikle 10-18 yaş arası çocukların köle gibi alınıp satıldığı ve çokuluslu şirketlere ait işletmelerde son derece ağır koşullar altında çalıştırıldıkları bilinmektedir.[5]
Ancak köle ticaretinin sona ermesi Afrika'nın kara talihinin değişmesine yetmedi. 1885 yılına gelindiğinde belli başlı Avrupalı devletler (özellikle İngiltere ve Fransa) ve ABD, kıtanın %90'ını aralarında paylaştılar. Afrikalı halkların köleliği, sömürgecilik döneminde kurulan ve büyük tekeller tarafından işletilen maden yataklarında devam etti. Ucuz işgücünün sömürüsü sayesinde muazzam kârlar elde eden sömürgeci güçler, bağımsızlıklarını kazanma yolunda verdikleri mücadelelerde de Afrikalı halklara zulmetmeye ve milyonlarcasını katletmeye devam ettiler. 1960'lı yıllardan itibaren Afrika ulusları birbiri ardına bağımsızlıklarını kazansalar da, bu kez de uluslararası mali sermayenin ve kendi burjuvalarının kıskacında inlemeyi sürdürdüler. Bağımsızlıklarını elde etmeleri sürecinde pek çok ülkenin haritası (tıpkı Ortadoğu'da olduğu gibi) emperyalistlerce çizildi ve yapay sınırlarla bölünen, birbirinden ayrılan kabilelerin, aşiretlerin ilerleyen dönemde giriştikleri çatışmalar da yine emperyalistlerce kullanıldı. Yakın zamanlarda şahit olduğumuz kabile savaşları ve bunları izleyen acımasız katliamlar, asıl olarak bu ülkelerin sınırlarını kendi çıkarlarına ve nüfuz alanlarına göre çizen emperyalist güçlerin marifetidir. Keza elmas ve altın madenlerini, petrol rafinerilerini işleten tekeller de, sahip oldukları imtiyazları korumak için sürekli olarak gerici rejimleri desteklemişler, düşman kabileleri silahlandırarak birbirlerine karşı kışkırtmışlar ve böylece isteklerini kabul ettirebilecekleri hükümetleri işbaşında tutmayı başarmışlardır.
Emperyalist-kapitalist efendilerinin sultası altında 500 yıldır inleyen Afrika'nın yoksul halklarının payına düşen daima koyu bir sefalet, salgın hastalıklar, savaşlar ve katliamlar olmuştur. Sadece son 20 yıla baktığımızda bile manzara korkunçtur. Örneğin Ruanda'da emperyalistlerce kışkırtılan iki kabile arasında yaşanan savaşta 1 milyon insanın öldürüldüğü, daha fazlasının da göç etmek zorunda kaldığı gerçeği hâlâ hafızalarımızdadır. Bu göçlerin sonucunda komşu ülkelerde de çatışmalar devam etmiş, Burundi'de 300 bin, Kongo'da 4 milyon insan yaşamını yitirmiştir. Azad edilmiş Amerikalı kölelerin kurduğu bir batı Afrika ülkesi olan Liberya'da da (özgür insanların ülkesi anlamına geliyor), 28 yıldır fasılalarla süren iç savaşta 200 bin insan birbirini boğazlamıştı. 1961'de İngiliz himayesinden kurtulan Sierra Leone'de 17 yıl önce başlayan iç savaşta çocuklar zorla askere alındılar, kabul etmeyenlerin el ve ayakları kesildi. Sudan'da 21 yıldır süren çatışmalar 1,5 milyon insanın hayatına maloldu. Sudan'a bağlı Darfur'da rejime karşı ayaklanan siyah Müslümanlarla halen yaşanmakta olan iç savaşta 400 bin insan öldü, 2 milyon kişi mülteci konumuna düştü. Darbelerin, kabile savaşlarının, iç savaşların ve bölgesel çatışmaların hiç sona ermediği Afrika'da her yıl yüz binlerce insan bu yüzden hayatını kaybediyor ve daha da fazlası göç etmek zorunda kalıyor. Ve tüm bu çatışmaların arkasında emperyalist güçlerin kendi aralarındaki kavgalarını, çeşitli tekellerin çıkarlarını yahut bunlarla işbirliği halindeki yerel sömürücüleri görmek mümkün.
Afrika'nın ekonomik ve sosyal durumu da içler acısıdır. Dünya çapında insan ticaretinden nasibini alan toplam 1,2 milyon çocuğun %45'i Afrika ülkelerinde yaşamaktadır. Yine kıta genelinde her yıl 100 bine yakın çocuk savaşlarda kullanılıyor. Bu çocuklar ya hayatta kalmak için (çünkü aileleri salgın hastalıklarda veya savaşlarda ölüyor) orduya katılıyorlar ya da para yahut gıda yardımı karşılığında bizzat aileleri tarafından askere gönderiliyorlar. Burada da asker veya kurye olarak ya da diğer askerlerin cinsel ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılıyorlar. Dünyanın en zengin altın, elmas ve maden yataklarına sahip olan ve nüfusu 1 milyara yaklaşan bu kıtanın küresel gelirden aldığı pay ise sadece %3,6'dır. İnsanlığın yarısının toplam zenginlikten aldığı payın %1 olduğu bir dünyada bu durum normal gibi görünebilir, ama konu yoksulluk, sefalet ve açlık olduğunda Afrika hep listenin en başında yer almaktadır. Afrika'nın pek çok ülkesinde kişi başına düşen ortalama yıllık gelir 200 doların altındadır. Resmi rakamlara göre ortalama işsizliğin %13 civarında olduğu söylenen kıtada, gerçekte bu oranın %40'larda seyrettiği ve hatta bazı bölgelerde %80'lere vardığı biliniyor. Zaten çalışanların da günde 2 doların altında bir gelir elde ettiği düşünüldüğünde, aradaki farkın pek de önemi olmadığı anlaşılacaktır.
Afrika'da 300 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor ve bunların 40 milyonunu çocuklar oluşturuyor. Açlık tehlikesinin en fazla hissedildiği Sahra-altı ülkelerinde (Etiyopya, Eritre, Somali, Sudan, Çad, Nijer vb.) açlıktan ölenlerin sayısı savaşlardan ve salgın hastalıklardan ölenleri kat be kat aşmış vaziyettedir. Çokuluslu şirketlerin hammadde kaynaklarını ve işletmelerini genişletmek için tarımsal alanları tahrip ettiği kıtada, bu duruma göçlerin yarattığı sorunlar ve küresel ısınmadan kaynaklı aşırı çölleşme ve kıtlık da eklendiğinde, açlıktan ölmek pek çok Afrikalı için kaçınılmaz bir son olmaktadır. Hiçbir gelire, işe ve geçim aracına sahip olmayan insanlar, Nijerya'da olduğu gibi boru hatlarından petrol çalmaya çalışırken ya da benzer durumlardan ötürü hayatını kaybedebilmektedir. Geçtiğimiz yıl Nijerya'da yaşanan böylesi bir kazada 269 kişi ölmüş, Lagos'ta da geçtiğimiz Mayıs ayında aynı şekilde 200 kişi yanarak can vermişti. Adeta dev bir mülteci kampı görünümündeki Afrika'da BM kayıtlarına göre 4,5 milyon insan yersiz ve yurtsuz durumdadır. En temel ihtiyaç maddelerinden mahrum durumda olan Afrikalı halkların büyükçe bir kısmı için barınabileceği bir ev, hayatta kalmasına yetecek gıda, sağlık ve eğitim hizmeti yahut çalışabileceği bir iş, gerçekleşmesi imkânsız bir hayalden ibarettir.
Dünya genelindeki 34,3 milyon AIDS'li hastanın 24,5 milyonu Afrika'da yaşıyor. Bu hastalıktan dolayı her gün 6000 insan can veriyor. Milyonlarca çocuk bu hastalık yüzünden ailesini kaybetmiş ya da hastalığa yakalanmış durumda. AIDS ilaçlarının ortalama fiyatı 700 ilâ 1000 dolar civarında ve bu ilaç sadece bir ay yetiyor. Yıllık gelirin 200 dolar olduğu düşünülürse, bu ilaçların alınmasının imkânsızlığı da kolayca görülecektir. Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler çok daha ucuza ilaç üretmişken, çokuluslu ilaç tekelleri sırf kârlarının düşmesini önlemek için bu ilaçların Afrika'ya sokulmasını engellemişlerdir. Kendilerinin yaptıkları yardım ise 100-200 bin kişiyi geçmiyor, ki bu da ilaçları geliştirirken kobay olarak kullandıkları insan sayısından fazla değildir. Bugün AIDS yüzünden kıta insanının ortalama yaşam süresi 13 yıl azalmıştır.
Tüm bunlara ek olarak, Afrika ülkeleri adeta borç batağı içinde yüzmektedirler. 2005 yılında düzenlenen G8 zirvesinde, Afrika'ya 50 milyar dolar yardım yapılacağı, en yoksul 38 ülkenin borcunun silineceği ve 9 milyon kişiye AIDS ilaçlarının parasız dağıtılacağı kararı alınmıştı. Ancak bu sözlerin hiçbiri tutulmadığı gibi, borç silme adı altında yeni sömürü mekanizmalarının hayata geçirilmeye çalışıldığı da kısa sürede su yüzüne çıkmıştı. Emperyalist-kapitalist güçler ve çokuluslu şirketler, Afrika Birliği'ne üye ülkelerin geçtiğimiz yıl düzenlenen bir konferansta köle ticaretinden ve sömürgecilik döneminden elde edilen muazzam kârlara ve hayatını yitiren milyonlarca insana karşılık tazminat istemelerini adeta duymazdan gelerek tartışmaya bile açmadan geçiştirdiler. Bu da emperyalizmin ahlâkının ve insana verdiği değerin bariz örneklerinden biridir.
Kısacası, Afrika'nın yoksul halkları açısından yüzyıllardır değişen pek fazla bir şey olmadığı ortadadır. Eski sömürge imparatorluklarının yanına dün ABD ve yakın zamanda da Çin gibi yeni emperyalist-kapitalist güçler eklenmiştir. Bu anlamda kara kıtanın alın yazısında henüz bir değişiklik yoktur. Emperyalist-kapitalist sistemin pençesinde kıvranan bu kıtanın kurtuluşu proleter devrimler yoluyla burjuva iktidarların defedilmesindedir. Kurtuluş, geçtiğimiz aylarda Afrika'da toplanan Dünya Sosyal Forumu'nda söylenildiği gibi uluslararası 'yardım' kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin yahut Hıristiyan misyonerlik kuruluşlarının çabalarıyla ve emperyalistlerin iyi niyetleriyle olacak iş değildir. Afrika kıtası halihazırda gırtlağına kadar yardım kuruluşlarıyla, bilimum ülkenin kızıl, yeşil ve her renkten haçlarıyla ya da aylarıyla, misyonerlerle, ne idüğü belirsiz sivil toplum örgütleriyle doludur. Bunların büyük bir çoğunluğunun bizzat istihbarat örgütlerince kurulduğu ya da desteklendiği bilinen bir gerçekliktir. Bu kuruluşları emperyalist güçlerin akıncı birlikleri olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Dün misyonerlik örgütleriyle Afrika'yı fethe girişen sömürgecileri andırırcasına bugün de ABD'sinden Çin'ine ve hatta Türkiye'sine kadar niyeti baştan belli birçok ülke, yoksul ve zor durumdaki Afrikalı insanlara güya yardım maksadıyla Afrika topraklarında fink atıyorlar. Ancak nedense bu sözde yardım kuruluşlarının yoğunlaştığı bölgeler, aynı zamanda emperyalist paylaşım kavgasının üzerinde yürüdüğü yahut yürüyeceği yerler oluyor.
Bahtı da kendi gibi kara olan bu kıtanın mazlum halklarının geleceği, işçi sınıfı ve diğer emekçi kitleler kaderini kendi ellerine almadığı sürece değişmeyecektir. Yüzlerce yıllık emperyalist talan ve yağmanın sonucunda gittikçe çölleşen bu kıta, her gün emperyalist güçler arasındaki yeni çıkar çatışmalarına sahne oluyor. Geçmişte ilkel kabilelerin şefleri insanlarını kendi elleriyle köle tacirlerine satıyorlardı. Bugün de aynı şefler birer savaş ağasına dönüşmüş durumdadır. Kendi çıkarları uğruna ve emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla, yüzlerce yıldır birbirleriyle savaşıyorlar, katliamlar yapıyorlar. İktidarlarının ömrü aylarla sınırlı darbeciler, dün kafa tuttukları emperyalistlerin ordusuna katılıp, bugün onları ülkelerini işgale çağırıyorlar. Çin veya Türkiye gibi 'güler yüzlü' olanları da dâhil olmak üzere istisnasız tüm emperyalist ve kapitalist güçlerin niyeti aynıdır: daha fazla sömürü, daha fazla kâr. Bu yüzden de Afrika halklarının önündeki ikilem yüzlerce yıldır aynıdır: insanca yaşamak için savaşmak ya da emperyalizmin pençesi altında kıvranarak can vermek!
[1] Afrika'da sömürgeci ve ırkçı rejimlere karşı kullanılan bir slogan.
[2] GOKAP'a konu olan bölge (Fas'tan başlayıp kuzey ve doğu Afrika'yı kapsayarak, tüm Ortadoğu'yu içine alan bölge), dünya petrol kaynaklarının %69,2'sini ve doğalgaz kaynaklarının da %49'unu barındırmaktadır. Dünyada çapında altının %79,2'si, elmasın %76,6'sı ve kobaltın %75,5'i Afrika kıtasında üretilmektedir. Kıtanın batısında (Nijerya) ve 'Afrika Boynuzu' denilen doğu ucunda ciddi petrol rezervleri de bulunmaktadır.
[3] ABD emperyalizminin, askeri üslerinin yanı sıra doğu Afrika'da işkence hücrelerinden oluşan bir ağ kurduğu Le Monde gazetesinin bir haberiyle ortaya çıkmıştır. ABD, bir yandan kendisine karşı olanları askeri gücüyle yok etmeye çalışırken diğer yandan da direnenleri sindirmek için en kirli yöntemleri kullanmaktan çekinmemektedir. Böylece doğu Avrupa'daki işkence hücreleri ve CIA uçaklarıyla kurduğu zincire yeni halkalar eklenmiş oluyor. Hali hazırda, 200'den fazla direnişçinin 'ki aralarında kadınlar ve çocuklar da bulunuyor' bu hücrelerde sorgulandığı söylenmektedir.
[4] ABD ordusu ilk kez 1992'de Siad Barre yönetiminin devrilmesinin ardından sözde iç savaşı bitirmek ve huzuru sağlamak amacıyla ülkeye girmişti. Fakat kısa sürede, karşılaştığı ciddi direniş ve yaşadığı bozgun nedeniyle askerlerini ülke dışına çekmek zorunda kaldı. 2 helikopterin düşürülmesi ve 18 askerin linç edilmesiyle başlayan bozgun, 'Kara şahin Düştü' adlı filme de konu olmuştu.
[5] Çokuluslu gıda devleri Cargill, Nestle ve ADM gibi şirketler, Afrika'daki kakao çiftliklerinde bu çocuk köleleri çalıştırıyorlar. Eskiden köle ticaretiyle uğraşan şirketlerin organize ettiği işçi simsarları, farklı Afrika ülkelerinden temin ettikleri çocuk köleleri batı Afrika'da bulunan plantasyonlara getirerek çalıştırıyorlar. Bu çocuklar ekvator sıcağında ve son derece sağlıksız koşullarda günde 14-15 saat çalıştırılıyor. Hiçbir ücret ödenmeyen bu çocukların ölmesi durumunda da kimseye bilgi verilmiyor.
link: Kerem Dağlı, "Afrikamdan Defol!"[1], 14 Nisan 2007, https://marksist.net/node/7216
Nikaragua Dersleri
Başörtüsü ve Kadının Özgürlüğüne Dair