Sudan’da geçtiğimiz Aralık ayı ortalarında, Cezayir’de ise Şubat sonunda başlayan ve her iki ülkede de diktatörleri deviren emekçi kitlelerin rejime karşı mücadeleleri, tüm engelleme çabalarına rağmen devam ediyor. Halen hüküm süren otokratik rejimler, kitle hareketlerini sönümlendirmek için havuç-sopa taktiği de dâhil olmak üzere her türlü yönteme başvuruyorlar. Rejim güçleri Sudan’da esas olarak sündürülmüş müzakereler aracılığıyla muhalefeti bloke etmeye girişirken, Cezayir’de de aynı şeyi Temmuz başında seçimlere gidileceğini açıklayarak yapmaya çalışıyorlar.
Cezayir’de Buteflika’nın ardından…
Cezayir’de Buteflika diktatörlüğüne karşı ayağa kalkan kitlelerin isyanı geçtiğimiz Şubat ayından bu yana devam ediyor.[1] Buteflika 2 Nisanda kitle hareketinin basıncı nedeniyle istifa etmek zorunda kalmasına rağmen rejim henüz yıkılamadı. On binlerce işçi ve emekçi her Cuma sokaklara dökülerek rejimin diğer unsurlarının da gitmesi için eylemler yapıyor. “Geçici devlet başkanı” olarak Buteflika’nın yerine geçen eski Senato başkanı Abdülkadir Bensalah’ın başını çektiği rejim güçleri ise Temmuz başında seçime gidilmesini dayatıyor. Otokratik rejimin egemenlerinin amacı, muhalefet örgütsüz ve hazırlıksızken alelacele gidilecek bir seçimle, ipleri demokrasi görünümü altında elinde tutmaya devam etmektir. Fakat ayağa kalkan emekçiler rejim güçleri tarafından düzenlenecek böyle bir seçimi kabul etmiyor, oluşturulacak geçici hükümetin ve bağımsız bir seçim komisyonunun ülkeyi seçime götürmesini savunuyorlar. Bağımsız kamu işçileri sendikasının (SNAPAP) ve bağımsız genel işçi konfederasyonunun (CGATA) başkanı Raşid Malaoui, halkın çoğunluğunun bu rejim güçleriyle seçime gitmek istemediğini söylüyor. Bu iki sendikal örgüt, başladığı günden bu yana isyanın içinde yer alıyor. Malaoui, “Biz bağımsız kişilerden oluşan bir geçiş yönetimini, seçimleri yönetecek bağımsız bir komisyon kurulmasını istiyoruz, İçişleri Bakanlığını değil” diyor.[2]
27 Nisanda çok sayıda sendika, insan hakları örgütü ve çeşitli sivil toplum kuruluşları, yayınladıkları bir bildiriyle, demokratik bir geçiş için birlikte davranma çağrısı yaptılar. Buteflika rejiminin baskı aygıtının değişmeden durduğunu belirten bu kurumlar, “yeni cumhuriyetin kurulması için” demokratik bir yol haritasının oluşturulması gerektiğini dile getirdiler. Mevcut devrimci durumu “demokratik devrim” olarak adlandıran ve sistemin değişmesini istediklerini söyleyen bu muhalefet örgütleri, politik bir geçiş için yeni kurumlar yaratılması çağrısında bulunarak 4 Temmuzda seçimin yapılamayacağını belirttiler.
Başta doğalgaz olmak üzere zengin doğal kaynaklarına rağmen çoğunluğun yoksulluk içinde yaşadığı Cezayir’de, emekçi kitleler “bu ülke bizim, biz egemen olmalıyız” diyerek aylardır sokaktalar. Gençlik örgütleri başta olmak üzere çeşitli muhalif kesimler eski sistemin sembol isimleriyle diyalog kurulmasına karşı çıkarak hepsi defedilene kadar mücadeleye devam edilmesini savunuyorlar. Kitleler eski rejimin kökten yıkılmasını istiyorlar ama yerine neyi nasıl geçireceklerini bilmiyorlar. Hareket, devrimci bir önderlikten ve programdan yoksunluğun neden olduğu her türlü zaaf, kafa karışıklığı ve dağınıklıktan da muzdarip. Bu nedenle işçi ve emekçilerin hedefleri politik olarak “demokratik cumhuriyet”in yani burjuva parlamenter rejimin ötesine geçemiyor.
Sudan’da Beşir gitti, cunta işbaşında
Sudan’da 19 Aralıkta, ekmek ve akaryakıt fiyatlarına gelen zamlarla tetiklenen isyan hızla ülkenin bütününe yayılmış ve kısa sürede politikleşerek Beşir rejimini hedef tahtasına oturtmuştu. Giderek büyüyen kitle hareketi karşısında sıkışan rejim güçleri, 11 Nisanda gerçekleştirdikleri askeri darbeyle devrimci isyanın önünü kesmeye çalışmıştı.[3] Darbeyle birlikte Ömer El Beşir tutuklanırken, anayasanın askıya alındığı, hükümetin, meclisin ve devlet konseyinin lağvedildiği, üç ay boyunca olağanüstü hal ve bir ay boyunca gece sokağa çıkma yasağı ilan edildiği açıklanmıştı. “Rejimin kaldırıldığını” söyleyerek kendilerini rejimin dışındaymış gibi göstermeye çalışan darbeciler, politik partilerin inşasının, anayasanın ve seçimlerin iki yıllık geçiş süreci sonunda hayata geçirileceğini duyurmuş, kitleleri evlerine dönmeye çağırmıştı. Fakat bugüne kadar rejim güçlerinin 90 kişiyi katletmesine rağmen, ayağa kalkan kitleler ne Beşir’in devrilmesiyle yetindiler ne de sallanan sopadan korkarak evlerine çekildiler. “Rejimin yeni kıyafetlerle devam etmesine” izin vermeyeceklerini söyleyerek, meydanı darbeci rejim güçlerine terk etmemekte kararlı olduklarını gösterdiler. Darbeci cunta, kitle basıncı nedeniyle peş peşe tavizler verirken, rejimin tepe isimlerinden bazıları görevden alındı ve tutuklandı. Başkent Hartum’daki ordu karargâhı önünden ve sokaklardan çekilmeyen emekçiler, halen sivil bir geçiş hükümeti oluşturulması yönünde bastırmaya devam ediyorlar. Sudan nüfusunun %60’ından fazlasını oluşturan gençlerin hareketin temel dinamiğini oluşturması ve aktif kitle içinde kadınların oranının yarının çok üstüne çıkması, hareketin direngenliğinin yüksekliğinde belirleyici bir rol oynuyor. Bununla birlikte, darbeyi izleyen bir ayı aşkın süre içinde yaşananlar çeşitli bakımlardan hareketin zaaflarını ve sınırlarını da ortaya koyuyor.
Bu bir aya damgasını vuran olgulardan biri kitlelerin direngenliği iken, diğeri de askeri konseyle muhalefet temsilcileri arasında yapılan gelgitli görüşmeler olmuştur. Sudan’daki isyanın patlak vermesinden yaklaşık iki hafta sonra, başını Sudan Meslek Örgütleri Birliğinin (doktorların, avukatların, öğretmenlerin vb. meslek örgütleri) çektiği çeşitli kesimlerden muhalefet örgütleri “Özgürlük ve Değişim Bildirgesi” başlığıyla bir deklarasyon yayınlamışlardı. Bu deklarasyona imza atan gruplar o günden bu yana Özgürlük ve Değişim İttifakı olarak birlikte davranıyorlar. Cuntayla görüşmeleri de esasen bu ittifakın temsilcileri yürütüyor. Ne var ki çelişkilerle yüklü bu süreç inişli çıkışlı bir seyir izliyor ve gelinen noktada müzakereler bir kez daha tıkanmış görünüyor; üstelik de “bu sefer kesin anlaşmaya varıldı” beklentisi hâkim kılınmışken!
Son bir haftaya gelene kadar, askeri cunta, muhalefet grupları tarafından sunulan anayasa taslağına “şeriatı dışladığı” gerekçesiyle karşı çıkıyor ve “şeriat kanunlarının ve Sudan Cumhuriyetinin yerel normlarının ve geleneklerinin yasaların kaynağı olarak kalması” gerektiğini söylüyordu. Aslında sadece “Sudan Cumhuriyetinin yerel normları ve gelenekleri” ibaresi bile cuntanın “rejim değişikliği” sınırlarını görmek için yeterliydi. “Kaosa izin vermeyiz” türü tehditlerle de muhalefete gözdağı vermeye çalışan ordu güçleri, buna rağmen kitleleri sindirmeyi başaramamışlardı. Binlerce kişi, başkent Hartum’daki ordu karargâhı önündeki bekleyişini ve protestolarını çeşitli saldırılara rağmen haftalardır kesintisiz bir şekilde sürdürüyordu. Başta ordu karargâhı olmak üzere kentin kilit noktaları emekçi kitleler tarafından kurulan barikatlarla çevrilmiş, köprüler ve anayollar tutulmuştu.
Geçtiğimiz hafta ise cuntayla muhalefet arasında görüşme trafiği hızlandı. 13 Mayısta başsavcılık Beşir’e “göstericileri öldürme, teröre finansal destek sağlama ve kara para aklama” suçlaması getirirken, cunta ile Özgürlük ve Değişim İttifakı görüşmelerinde de uzlaşıya varıldığı açıklandı. Bu açıklamadan birkaç saat sonra, 6 Nisandan bu yana ordu karargâhı önünde oturma eylemi düzenleyen kitlenin üzerine ateş açıldı ve en az dört gösterici hayatını kaybetti. Her ne kadar inkâr edilse de paramiliter rejim güçlerinden oluşan Hızlı Destek Güçleri (bu askeri birimin başı aynı zamanda cuntanın tepe isimlerinden biri) tarafından gerçekleştirildiği belli olan bu saldırının süreci baltalamak için tertiplendiği açıktı. Fakat bu saldırıya rağmen, cunta ile muhalefet temsilcileri 14 Mayısta bir araya gelerek, geçiş sürecine dair bir yol haritası belirlediklerini açıkladılar. Ayrıntılarının ertesi gün duyurulacağı belirtilen bu anlaşmayla, üç yıllık (cunta iki, muhalefet sözcüleri ise dört yıllık bir geçiş dönemi istiyordu!) bir geçiş döneminin ve bu dönemde 300 üyeli bir parlamentonun oluşturulmasının kararlaştırıldığı belirtiliyordu. Parlamentonun %67’sinin Özgürlük ve Değişim İttifakından, geri kalanının ise diğer politik gruplardan oluşması öngörülüyordu. İlk altı ay içinde savaş bölgelerindeki isyancı güçlerle barış anlaşması imzalanmasının da kararlaştırılan hususlar arasında yer aldığı ifade ediliyordu. Cuntanın sözcüsü, varılan anlaşmanın ayrıntılarının netleştirilip ertesi gün kamuoyuna duyurulacağını söylemesine rağmen, bu süre dolduğunda, görüşmelerin 72 saat askıya alındığı açıklandı. Anlaşma için, başta ordu karargâhının önündeki olmak üzere göstericilerin tüm barikatları kaldırmaları, tutulan köprülerin açılması ve “güvenlik güçlerini provoke etmeyi durdurmaları” şart koşuldu. Üstelik bu süreçte rejim güçlerinin ateş açması sonucu pek çok emekçi yaralandı.
Muhalefetin de dile getirdiği gibi, iktidardakiler daha önce isyancı güçlere karşı başvurdukları oyalama, aldatma ve ezme taktiklerine başvuruyor. Kimi zaman yokuşa sürerek kimi zaman umut vererek yürüttükleri müzakerelerde rejim güçleri, muhalefet temsilcilerini kitle hareketini pörsütmenin ve pasifize etmenin aracı haline getirmek istiyorlar. Şu anda kitle hareketinin sahip olduğu tek gücü, yani sokakta kalarak rejim üzerinde basınç oluşturma gücünü elinden alarak onu etkisiz hale getirmeyi amaçlıyorlar. Böylece, muhalefetle anlaşmaya gidilse bile, masadan kendilerinin belirlediği bir yol haritası çıkarmaya ve istediklerinde bu haritayı yırtıp atabilmenin koşullarını diri tutmaya çalışıyorlar.
Gelinen noktada sürecin esasen muhalefet temsilcileriyle rejim arasındaki görüşmelere endekslenmesi, kitle hareketinin gücünü zayıflatıp sınırlarını daraltan bir rol oynamaktadır. Nitekim El Cezire gibi medya kanallarında ya da akademide Ortadoğu uzmanı olarak boy gösteren burjuva ideologlar, “Diktatörleri devirdiniz, bundan sonra da sivil itaatsizlik, boykot, gösteri gibi şiddet dışı yollar üzerinden yürüyün” diyerek gerek Cezayir’deki gerekse Sudan’daki harekete, eski rejimin unsurlarıyla uzlaşarak “süreci barışçıl biçimde ilerletme”yi salık veriyorlar. Her iki ülkede de yaşanan devrimci durumun düzen sınırlarına hapsolması için elinden geleni yapan burjuvazi açısından Rus Devrimi hâlâ en korkutucu örnek olarak boy gösteriyor. Zira her devrimci durumda onun ruhunun tarih perdesinden başını çıkarıp emekçi kitlelere göz kırptığı gayet iyi biliniyor. İngiliz burjuvazisinin yayın organlarından Financial Times’ta yayınlanan bir yazıda söylenenler, bu durumun Sudan için de geçerli olduğunu gösteriyor: “1917’de çar devrilirken Rusya’nın ya da 1871’de kısa ömürlü Paris Komününün baş döndürücü, idealist günlerinde Fransa’nın ne hissettiği tam olarak bilinemez. Fakat Nisan 2019’da Hartum’daki gibi bir şey olsa gerek.”[4]
Tam da bu “his” dolayısıyla burjuva ideologlardan, “değişimin hızlı, sert ve kesin olduğu Rusya ve İran’daki gibi totaliter devrimlerin aksine, demokratik devrimlerin zaman, disiplin ve sabır gerektirdiği” uyarıları geliyor![5] Eski düzeni yerle bir eden ve yerine kendi iktidarını geçiren işçi sınıfının Rusya’da gerçekleştirdiği ilk muzaffer proleter devrimi ya da İranlı işçi ve emekçilerin şah rejimini gümbür gümbür yıkarak gerçekleştirdikleri devrimi “totaliter devrimler” olarak damgalayan burjuva ideologlar, “demokrasinin uzun evreler, aşamalar gerektirdiğini” söyleyerek, aman fazla hızlı ve keskin davranmayın diyorlar kitlelere.
Bu noktada belirleyici olan kuşkusuz muhalefetin örgütlü kesimini temsil eden politik güçlerin sınıfsal konumları ve aldıkları tutumlardır. Ne var ki, bunlara egemen olanın da yukarıda sözü edilen anlayış olduğunu yaşanan bütün bir süreç gösteriyor. Şu anda hareketin ateşinin hâlâ çok sıcak olduğu Sudan’da, muhalefetin başını çeken Özgürlük ve Değişim İttifakı ve onun en güçlü yapısı olan Sudan Meslek Örgütleri Birliğinin tutumu bunun tipik bir örneğidir. İşçi sınıfının beyaz yakalı kesimlerinin ve küçük-burjuvazinin ağırlık teşkil ettiği bu yapıların liderlikleri her ne kadar kitle hareketini sönümlendirmeseler de, onun dizginlerini sıkı tutarak “yol”dan çıkmasını engelleme işlevi görmektedirler. Bunlar bir yandan askeri cuntanın eski rejimin parçası olduğunu söyleyip, bir yandan da oluşturulacak sözde sivil geçiş hükümetinde onun unsurlarına yer verilmesini kabul etmektedirler. Otokratik rejimi de yıkıp geçecek bir toplumsal devrimi değil, rejimle uzlaşarak gerçekleştirilecek bir düzen içi değişimi arzulayan bu önderliklerin süreci düzen sınırları içinde yönetme kaygısıyla hareket ettikleri açıktır. “Politik ve ekonomik istikrarın sağlanması” gerekçesiyle seçimler için dört yıllık bir geçiş dönemi talep edilmesi de bu yaklaşımın tipik bir uzantısıdır. Üstelik bırakalım dört yılı, cuntanın önerdiği iki yıllık geçiş sürecinin bile kimin önderliğinde gerçekleşeceği ve böylesine uzun bir dönemde nelerin yaşanacağı belli değilken bu tutum takınılmaktadır. Rejim güçleriyle pazarlıkla yürüyen bir sürecin devrimci rotadan çıkılması anlamına geldiği aşikârdır.
2011’de patlak veren isyan sürecinde Mısır, Tunus ve Libya başta olmak üzere o dalgaya katılan tüm ülkelerde yaşananlar ortadadır ve bunlardan alınması gereken pek çok ders vardır. Fakat örgütsüz yığınların bu dersleri kendiliklerinden çıkarmaları mümkün değildir. Bu dersler ancak devrimci önderlikler tarafından çıkarılabilir ve kitleler bu temelde devrim hedefine yönlendirilebilir. Ne var ki daha önceki isyan dalgasının başarısızlığa uğramasının temel nedeni olan devrimci önderlik sorunu, bugün de ayağa kalkan işçi ve emekçilerin en yakıcı eksikliği durumunda olup, onların düzen sınırlarının ötesine geçememelerinde en büyük ayakbağını oluşturuyor.
[1] Kerem Dağlı, Cezayir: Rejim Krizde, Kitleler İsyanda, marksist.com
[3] İlkay Meriç, Sudan’da Halk İsyanı ve Askeri Darbe, marksist.com
[5] El Cezire’nin kıdemli politik analistlerinden Marwan Bishara. https://www.aljazeera.com/indepth/opinion/art-revolution-sudan-algeria-1...
link: İlkay Meriç, Cezayir ve Sudan’da Zorlu Süreç, 19 Mayıs 2019, https://marksist.net/node/6664
Rosa Luxemburg
Avusturya’da Politik Skandal