Rosa Luxemburg boyun eğmez iradeye sahip bir kadındı. Kendisine hâkimiyeti ateşli mizacını dizginleyerek, bu mizacın üzerini, dışarıdan bakıldığında çekingen ve sakin görünen hal ve tavırlarla örtüyordu. Kendisine hâkimiyeti sayesinde başkalarına yol gösterebiliyordu. O narin hassasiyet dış etkiler karşısında korunmalıydı. Görünüşteki soğukluğu ve katılığı, incelik ve derin duygularla dolu bir yaşamı saklayan perdeden ibaretti. Zengin sevgisi karşı cinsle sınırlı olmayıp, tüm canlıları kucaklıyor, dünyayı bir bütün olarak kuşatıyordu. Kızıl Rosa çalışmaktan bitap düştüğü anlardan birinde, yolunu kaybetmiş bir tırtıl için geri dönerek onu almış ve uygun bir yaprağın üzerine yerleştirmişti. Onun merhamet dolu yüreği acı çeken insanlara karşı kor gibiydi ve yıllar geçtikçe daha da hassaslaşmıştı. Tavsiyeye ve yardıma muhtaç olan insanları canı gönülden dinlemek için her daim zaman bulur, ihtiyaçları için yanına gelenlerin imdadına yetişirdi. Kendi rahatını başkaları için seve seve bırakırdı. Görevlerine sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen, arkadaşlarına içgüdüsel bir düşkünlük gösterirdi. Onların acıları ve sıkıntıları ona kendininkilerden daha üzüntü verici gelirdi. Bir arkadaş olarak, hem sadakat ve sevginin hem de kendini hiç düşünmemenin ve nazik bir özenin timsaliydi. Nasıl da ender bulunan meziyetlerle donatılmıştı bu “inatçı fanatik”! Yakınlarıyla ilişkisi nasıl da fikirler ve canlılıkla doluydu! Doğal ketumluğu ve vakarı ona acıyı sessizce çekmeyi öğretmişti. Değersiz hiçbir şey onun için bir mevcudiyet kazanamazdı. Küçük ve narin bedenine rağmen Rosa, eşsiz bir enerjiyle doluydu. Kendi çalışma gücünü en amansız biçimde zorladı ve olumlu anlamda muazzam sonuçlar elde etti. Çalışmaları nedeniyle oluşan bitkinliği kabullenmek zorunda kaldığında, daha çok enerji harcaması gereken başka bir işe başlardı. Bu çabalar “kendime bir mola vermek için” idi. Dudaklarından “yapamam” ifadesi neredeyse hiç çıkmadı. Buna karşılık genellikle ondan “yapmam gerek” sözü duyulurdu. Kırılgan sağlığı ve yaşamındaki olumsuz koşullar onun coşkusunu azaltmadı. Fiziksel illetlerle ıstırap içinde sınanıp, zorluklarla kuşatılsa da kendisi olarak kalmayı başardı. İçindeki özgürlük duygusu sayesinde yolundaki tüm zorlukları aştı.
Yoldaş Mehring, Rosa Luxemburg’un Marx’ın en duru ve en zeki takipçilerinden biri olduğunu teyit ederken haklıydı. Sahip olduğu uyanıklık ve tam düşünce bağımsızlığı meziyetleriyle hiçbir geleneksel formülü peşinen kabul etmedi; her fikri, her olguyu araştırdı ve böylece bunlar kendisi için özel ve şahsi bir değer kazandı. Mantıksal çıkarımın gücünü gündelik yaşam ve onun gelişimine dair keskin bir kavrayış ile eşine az rastlanacak ölçüde birleştirdi. Cesur aklı sadece Marx’ın öğretisini bilmek ve ustanın doktrinini açıklamakla yetinmiyordu. Marx’ın ruhunun gerçek özüne uygun biçimde bağımsız araştırmalar yaptı ve yaratım faaliyetini sürdürdü. Fikirlerin anlaşılır biçimde açıklanmasında fevkalâde bir yeteneğe sahipti ve düşüncelerini eksiksiz bir şekilde ifade edebileceği en uygun sözcükleri her daim bulabiliyordu. Rosa Luxemburg, allâme sosyalistlerimizin pek sevdikleri yavan ve kuru teorik tebliğlerden hiçbir zaman tatmin olmadı. Konuşması parlak bir sadeliğe sahipti; zekâ ışıltıları saçıyordu ve iğneli mizahla doluydu; adeta coşkunun cisimleşmesiydi ve kültürünün genişliğini ve iç dünyasının taşkın zenginliğini ortaya koyuyordu. Bilimsel sosyalizmin görkemli bir teorisyeniydi, fakat bilgeliklerini birkaç bilimsel eserden devşiren pespaye ukalalar ile hiçbir ortak yanı yoktu. Bilgiye duyduğu susuzluk doyumsuzdu. Emici aklı ve sezgisel kavrayışı, bir mutluluk ve ahlâki mükemmellik pınarı olarak doğaya ve sanata yönelirdi.
Başta entelektüel ve etik bir tutku olarak, sosyalizm Rosa Luxemburg’a hâkim olan bir tutkuydu ve tüm yaşamını kuşatıyordu. Bu tutku onu teslim alıyor ve yaratıcı çalışmaya dönüşüyordu. Bu eşsiz kadının tek bir arzusu, yaşamında bir görevi vardı: Sosyalizme giden yolu açacak olan devrime hazırlanmak. En büyük sevinci, hayali, devrimi görecek ve mücadelelerinden payına düşeni alacak kadar yaşamaktı. Rosa Luxemburg sosyalizme verebileceği her şeyi verdi. Hiçbir sözcük, davanın hizmetine sunduğu irade gücünü, çıkar gözetmezliği ve adanmışlığı ifade edemez. Yaşamını, sadece ölümde değil, uzun günler boyunca çalışmalarında, saatlerinde, haftalarında ve mücadeleye adanmış yıllarında sosyalizm sunağına sundu. Böylece, başkalarından da sosyalizm için yaşam dâhil her şeylerini feda etmelerini isteme hakkını kazandı. O devrimin kılıcıydı, ateşiydi. Rosa Luxemburg, enternasyonal sosyalizmin tarihindeki en büyük şahsiyetlerinden biri olmaya devam edecektir.
(1 Eylül 1919, The Communist International, sayı 5)
link: Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, 1 Eylül 1919, https://marksist.net/node/6663
BES Gerçeği ve Sonuçları
Cezayir ve Sudan’da Zorlu Süreç