Burjuvazi sınıfsal çelişkileri örterek kapitalist sömürü düzeninin devamını sağlamak için muazzam bir ideolojik propaganda yürütür. Sistemin çelişkilerini ve yalanlarını gizlemek için medya gibi pek çok etkili araçla her türlü manipülasyona başvurur. Ne var ki gerçekler direngendir ve bir süre sonra mızrak çuvala sığmaz. Burjuvazinin yalanları eninde sonunda ortaya çıkar. Geçtiğimiz yıllarda wikileaks belgelerinin ortaya çıkması ile ülkeler arasında pek çok gizli yazışma ifşa olmuştu. 2016 yılında sızdırılan Panama belgelerinde ise işadamlarından politik liderlere kadar birçok kişinin nasıl vergi kaçırdığı ortaya çıkmıştı. Aradan bir yıl bile geçmeden kapitalizmin ikiyüzlülüğünü ortaya koyan yeni belgeler ortaya saçıldı. Paradise Papers (Cennet Belgeleri), vergi cennetlerinde dönen dolaplara ilişkin kayıtları içeren 13,4 milyon belgeden oluşuyor. Alman Süddeutsche Zeitung gazetesinin elde ettiği ve ortak bir çalışmayla incelenmesi için Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsuyumu (ICIJ) adlı kuruluşla paylaştığı belgeleri inceleyen kuruluşlar arasında Türkiye’den Cumhuriyet gazetesi de bulunuyor.[*]
Sızdırılan belgelerde kimler yok ki; İngiltere kraliçesinden Ürdün kraliçesine, Binali Yıldırım’ın oğullarından Berat Albayrak’ın kardeşine kadar 120’den fazla politikacının ve birçok işadamının isimleri yer alıyor. Belgeler kapitalist çürümüşlüğü ortaya koyması bakımından önemli. Meselenin anlaşılması bakımdan sistemin nasıl işlediğine kısaca bakmakta yarar var. Belgeleri inceleyen Gazeteciler Konsorsiyumu off-shore sisteminin nasıl çalıştığını şöyle özetliyor; “Off-shore hizmetleri sunan hukuk firmaları Appleby ve Asiaciti Trust ile dünyanın farklı yerlerindeki 19 gizli yargı alanında 13,5 milyon belgeden söz ediyoruz. 1890 sonunda kurulan Appleby bu sektörün en gelişkin ve uzman oyuncuları için ayrılmış bir alan olan ünlü off-shore sihirli çemberinin bir parçası. Appleby, Panama Belgelerinin baş karakteri Mossack Fonseca’dan farklı olarak süper zenginlerle ve en büyük çok-uluslu şirketlerle çalışan bir firma. Firma uluslararası yasal boşluklardan yararlanmak üzere karmaşık kurumsal entrikalar tasarlamak ve inşa etmekte uzman. Appleby önce yasal ve tüzel kişilik olarak kaydettirilen muhtelif paravan şirketler kuruyor fakat aslında bunların gerçekten önemli mal varlıkları ya da faaliyetleri bulunmuyor. Firma daha sonra, entrikanın en derin kısmında gerçek varlık sahipliğini ve kârları gizleyen ve bunları mutlak dokunulmazlığa sahip gizli yargı alanlarına taşıyan tröstler ve başka karmaşık off-shore yapıları kuruyor. Böylece bir dizi yasal boşluk ve Appleby’ın avukatları sayesinde, milyarder ve çok-uluslu şirketler vergi yüklerini asgariye indiriyorlar. Uluslararası vergi sisteminin derinlikleri boyunca paranın çıktığı cebe tastamam geri döndüğü dolambaçlı bir yolculuk.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan ve yakın çevresiyle ilgili açıkladığı belgeler de sistemin somutta nasıl çalıştığını gösteriyor. Appleby gibi şirketler Man Adası örneğinde olduğu gibi gerçekte önemli bir mal varlığı olmayan 1 sterlin gibi sembolik rakamlarla paravan şirketler kuruyorlar. Daha sonra bu şirketlere yüklü miktarda para aktarılıyor. Sonra yatırılan paralar karışık bir dolaşım ağından geçerek vergi ödenmeden tekrar yatırıldığı yere geri dönüyor. Böylece burjuvalar hem paralarına para katıyorlar hem de vergi ödememiş oluyorlar. Belgeler ortaya saçıldığında hiçbir burjuva ve politikacı durumu inkâr edemedi ve pişkin açıklamalarla durumu geçiştirmeye çalıştılar.
Durum bu kadar ortadayken, bunu sıradan ve sorunsuz bir ticari faaliyet gibi gösterenlerden biri de başbakan Binali Yıldırım idi: “Bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Türkiye’de veya başka bir ülkede bir kişi hakkında bilgi almak isterseniz ticaret sicilinin sitesine girersiniz her türlü bilgiyi alırsınız. Olmadı Panama’da olmadı Malta’da gidersiniz herkes hakkında tüm bilgiyi alabilirsiniz. Bunun gizli bir tarafı yok. Bunlar açık seçik faaliyet gösteren şirketlerdir. Vergi vermiyor diye itham ediyorlar, benim çocuklarımın şirketleri İstanbul’da en fazla vergi veren şirketler arasında yer alıyor. Bana yerli değil, milli değil diyenlerin apar topar memleketten kaçanlar olduğunun da bilinmesi lazım.”
Zaten kimsenin bu şirketlerin gizli kurulduğuyla ilgili bir iddiası yok. Mesele hiçbir sermaye veya malvarlığı ortaya koymadan aslında paravan şirketler üzerinden ticaret yapılıyor izlenimi yaratarak yüklü miktardaki paralarla farklı alanlarda vergi vermeden yatırım yapmak ve kâr elde etmektir. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından sonra da AKP’liler aynı pişkinlikte konuşmaya devam ettiler: “Erdoğan’ın eşi dostu akrabası ticaret yapamaz mı, para gönderip para alamaz mı? Bunlar ticaretin gereği olan şeyler, ne var bunda şaşılacak?” Hükümet sözcüleri bir taraftan belgelerin sahte olduğunu söylerken, diğer taraftan da yapılanın sanki normal bir ticaret ve yatırım olduğu algısını yaratmaya çalışıyorlar. Ama ne derlerse desinler gerçekler ortada. 2016 yılında dövizin hızlı yükselişi karşısında kampanya yapanların, elinde döviz tutanları “vatan hainliği” ile suçladıkları halde, milyonlarca doları yurt dışında dolaştırıp beş kuruş vergi vermeyenlerin foyası ortaya çıkmış oldu.
AKP hükümeti her yıl bütçe oluşturulduğunda milliyetçi söylemlerle vergi yükünü işçilerin, emekçilerin üzerine yıkmaktadır. Her kapitalist devletin bir yıllık bütçesi vardır ve bu bütçenin en büyük gelir kaynağı işçi-emekçilerden toplanan vergilerdir. Her burjuva devlet vergi toplarken bu vergilerin toplumun, kamunun ihtiyaçları için toplandığını iddia eder. Vergi adaleti tüm dünyada burjuvazinin ortak söylemidir. Ancak gerçek hiç de burjuvazinin dediği gibi değildir. Sermaye bir taraftan işçi sınıfının artı-değerine el koyarak onu yoksulluğa mahkûm ederken, diğer taraftan vergi yükünü de işçi-emekçi kesimin üzerine yıkar.
Ne yazık ki bu gerçeklik ideolojik bombardımanın altında olan işçi sınıfı tarafından kolayına anlaşılmaz. Özellikle milliyetçilik bu noktada emekçilerin gözünü bağlar. Burjuvalar astronomik paralar kazanmalarına rağmen ödedikleri vergiler devede kulak kalır. İşçiler ise tüm yoksulluğa rağmen vergi yükünün önemlice bir kısmını sırtlarlar. Özellikle emekçilerin daha az örgütlü olduğu ülkelerde bütçe meselesi işçi sınıfının gündemine pek girmez. Oysa bütçeler devletin sınıfsal meşrebini ortaya koymaları ve kaynakların burjuvazinin çıkarları doğrultusunda nasıl ve ne şekilde kullanıldığını göstermeleri bakımından önemlidir ve bu konu işçi sınıfını yakından ilgilendirmektedir.
Mecliste burjuva politikacılar, verginin kutsal olduğu, ülkesini en çok sevenin en çok vergi veren olduğu mavalını bol bol okuyup dururlar. Göz boyamak içinse vergi rekortmenleri diye bir de liste yayınlarlar. Böylece asıl verginin milyonlarca emekçiden toplandığı gözlerden saklanarak en çok vergiyi büyük işadamları ödüyor imajı yaratılır. Dünyanın neresinde olursa olsun burjuvazinin vergi politikası aynıdır. Yasalar tamamen sermayeden yanadır ve sermayenin en az vergi ödeyeceği şekilde düzenlenmiştir. Oysa işçinin vergisi daha ücreti eline geçmeden bordrosundan tıkır tıkır kesilmektedir. Sermaye ise vergi ödememek için yasal boşlukları kullanmakla birlikte burjuva devlet tarafından tanınan teşvik ve indirimlerden de yararlanarak bazı zamanlarda neredeyse hiç vergi ödemez. Örneğin bir okul veya sosyal alanda kullanılacak bir tesis inşa eden, burjuva topluma “hayırsever” olarak sunulur. Oysa bu “hayırsever” burjuva yaptırdığı okulu vergi indiriminde kullanır ve vergi ödemez. Türkiye’nin en büyük bankalarının veya sermaye kuruluşlarının elde ettikleri cirolar milyarları bulurken ödedikleri vergiler komik tutardadır. Örneğin Türkiye’nin 2015 bütçesinde toplanan vergi 389,5 milyardır. Bu verginin sadece 36 milyar lirası kurumlar vergisi olarak sermaye tarafından ödenmiştir. Toplanan 82,3 milyarlık gelir vergisinin ise önemli bir kısmı emekçilerin ödediği vergilerden oluşmaktadır. Yine bütçe gelirlerinin önemli bir kalemini teşkil eden ve nüfustaki ağırlıkları nedeniyle çok büyük bölümü emekçilerden toplanan dolaylı vergilerin (KDV, ÖTV vb.) toplamı 213 milyar liradır. Örneğin 2012 yılında sermayenin ödediği kurumlar vergisi 27 milyar iken geçen üç yılda bu rakam ancak 36 milyar liraya yükselmiştir. Oysa emekçilerden toplanan gelir verisi ise üç katına çıkmıştır.
Getirilen teşvikler, indirimler ve vergi sistemindeki adaletsizlik burjuvaziye yetmemiştir. Çünkü kâr hırsı burjuvazinin gözünü kör etmiştir. Belgeler kapitalizmin gerçekten de nasıl bir gözü dönmüşlük içinde olduğunu gösteriyor. Dünyada sekiz kişinin varlığı dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sinin sahip olduğu toplam varlığa eşit. 850 milyona yakın insanın açlık çektiği, 3 milyardan fazla insanın ise günde 2 dolardan daha az bir gelirle yoksulluğa mahkûm edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Son 25-30 yılda işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik çok ciddi saldırılar söz konusu. Uzayan iş saatleri, düşük ücretler, iş cinayetleri dünya genelinde işçi sınıfının kaderi haline gelmiş durumda. Bir de bunlara emperyalist ve haksız savaşlar yüzünden katledilen, yerlerinden yurtlarından göç ettirilen göçmen emekçiler dramının eklenmesi tablonun dayanılmazlığını ortaya koyuyor.
Bu çelişkileri görünmez hale getiren en büyük etken işçi-emekçilerin örgütsüzlüğüdür. Bugün Panama, Paradise Papers belgelerinde ortaya çıkan gerçekler normal şartlarda hükümetin istifasını gerektiren ciddi bir skandaldır. Ancak bir taraftan işçi sınıfının örgütsüzlüğü diğer taraftan totaliter rejimin toplum üzerinde kurduğu baskı sayesinde egemenler o koltuklarda oturmaya devam edebilmektedirler. İşsizliğin 7 milyona dayandığı, enflasyonun tekrar çift haneli rakamlara çıktığı, asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu durumda bile vergi yükü emekçilerin sırtındadır. Asgari ücretten kesilen gelir vergisinin kaldırılmasının sözü bile edilmezken, üstelik yeni vergiler “ülke savunması” söylemiyle emekçinin sırtına bindirilirken AKP egemenleri ve genel olarak burjuvazi çatır çatır vergi kaçırmaktadır. Milliyetçi söylemlere kanan işçi, emekçi, esnaf elindeki üç beş doları bozdurup ülke ekonomisini ayakta tutacağını sanırken, vatan millet edebiyatı yapan egemenler milyon dolarları vergi cennetlerine götürüp, kârlarına kâr katmaktadırlar.
Emperyalist savaşın kızıştığı bir dönemde kapitalistlerin askeri harcamaları da çığ gibi büyüyor. Ülke bütçelerinde “savunma” harcamaları önemli bir yer tutuyor. Eğitime, sağlığa, sosyal harcamalara sıra geldiğinde kaynak bulunamazken iş silaha gelince vergiler kaynak olup yağıyor. İşçi sınıfı bir taraftan acımasızca artı-değer sömürüsüne tâbi tutulurken bir taraftan da ödediği vergilerle ona savaşın finansörlüğü yaptırılıyor.
Maalesef milliyetçilik bu noktada da köreltici rolünü oynuyor. Örneğin Donald Trump’un seçimi kazanmasında en önemli faktör ırkçı milliyetçi söylemleriydi. Trump’a göre göçmenler, yabancılar Amerikan kaynaklarını tüketiyor, vergi vermiyordu. Göçmenleri Amerikan kaynaklarını tüketmekle suçlayan Donald Trump’ın bizzat kendisi vergi kaçıyor. Üstelik bu durum sadece Trump’la sınırlı değil, bizzat dünya siyasetine yön veren Putin, İngiltere kraliçesi, Kanada ve birçok ülke yöneticisi de belgelerde vergi kaçıranların arasında yer alıyor.
Gelinen noktada çelişkiler fazlasıyla derinleşmiş durumdadır. Diyalektiğin gereği olarak her şey karşıtı ile vardır. Egemenlerin yolsuzlukları vb. madalyonun bir yönüdür. Madalyonun diğer yönünde ise kitlelerin derinden derine biriken ve bir volkan gibi patlamayı bekleyen öfkesi yatmaktadır. Burjuvazi milliyetçi, ırkçı politikaları yükselterek elindeki medya aracıyla manipülasyonlar yaparak gerçekleri, çelişkileri bir yere kadar gizleyebilmektedir. Bir noktadan sonra buna kudreti yetmeyecektir. İşçi-emekçilerin patlayan isyanları devrimci bir önderlikle bütünleştiğinde kapitalizmin şansı kalmayacaktır.
link: Hakan Sönmez, Vergiler Emekçilerin Sırtına, Sermaye Vergi Cennetlerine!, 8 Aralık 2017, https://marksist.net/node/6101
Yabancılaşma Üzerine
Nükleer Tehdit Gün Geçtikçe Büyüyor