Kapitalist sistem başı her sıkıştığında faturayı işçi sınıfına kesmekten kaçınmamıştır. Yaşanan derin ekonomik krizlerle, ezilenler, işçi ve emekçiler ne yazık ki açlık, yoksulluk ve sefaletle boğuşmaktadır. Ekonomik ve siyasal krizlerin neticesinde girilen emperyalist savaşlarda; cephelerde, evlerinde, işyerlerinde, ölüm kamplarında, gettolarda milyonlarca insanın yaşamının elinden alındığı süreçler yaşandı. Savaşın yarattığı tabloya bakıldığında karşımıza çıkan yıkımın vahameti gerçekten de içinde yaşadığımız sistemin gerçek yüzünün ne olduğunu, bizlere neleri reva gördüğünü çarpıcı biçimde yansıtmaktadır. Geride kalan yirminci yüzyılda insanlık iki büyük emperyalist savaş yaşadı. Birinci emperyalist paylaşım savaşı neticesinde yaklaşık 18 milyon, ikinci emperyalist paylaşım savaşı sürecinde 75 milyon insan ölmüştür. Yaralı olarak kurtulanlar, savaşın oluşturduğu ortamda psikolojisi harap olanlar, evinden-yurdundan olanlar ise geride kalan milyonlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kapitalizm altında bilimsel araştırmalar insanlığın yararı için değil üretim araçlarını elinde bulunduran egemen sınıfın çıkarları için yapılır. Savaşlar genel olarak teknolojik gelişmelerle bağlantılı değişik biçimler ve taktikler eşliğinde yol almıştır. Teknolojinin gelişimi doğrultusunda silah sanayii de gelişmiş ve çeşitlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı genel olarak siper savaşları şeklinde top ve tüfekle yürütüldü. İkinci Dünya Savaşı ise daha gelişmiş teknolojiler ile kentleri de kapsayan muazzam yıkımlar eşliğinde gerçekleşti. Ama İkinci Dünya Savaşının biçimini teknolojinin gelişimiyle beraber top ve tüfekten ziyade daha çok tank, uçak, denizaltılar belirliyordu. Ama savaşın sonuna doğru haydut ABD nükleer silahlar kullanmaktan geri durmadı.
ABD, 1945 Ağustosunda Japonya’nın iki kentine üç gün arayla iki atom bombası attı. Yüz binlerce insanı yaşamdan kopardı, Japon halkına büyük acılar yaşattı. Yaşam alanları, tarımsal alanlar ve sanayi bölgeleri büyük zarar gördü. Radyasyon nedeniyle topraklar verimsizleşti, zehirlendi. Gıda üretimi sorunu ortaya çıktı. Bu saldırıdan sağ kurtulan ve “Hibakuşa” diye adlandırılan insanlar radyasyona ve genetik değişikliklere, bozulmalara maruz kaldılar. Bu insanların çocuklarında, doğumsal anomaliler, sakatlıklar nesiller boyu devam etti. Ve bunlar daha önce hiç karşılaşılmamış hastalıklardı. Aslında Japonya’nın 1945 yılına gelinen süreçte yenilgisi az çok kesinleşmişti. Fakat ABD diğer ülkelere gözdağı vermek, tüm dünyada gücünü, savaştan hegemon güç olarak çıktığını tescillemek için atom bombasını kullanmaktan çekinmemişti. Peki, İkinci Dünya Savaşından bu yana ne değişti? Daha da tırmanan militarizm ve dünyadaki nükleer başlık sayısının on beş binlere gelmesi…
Diplomatik yollarla “çözüm”ün geride kaldığı şu dönemde liderlerin birbirlerine karşı tehditleriyle savaş çığırtkanlığı yükselmeye devam ediyor. ABD lideri Trump ile Kuzey Kore lideri Kim Jong-un karşılıklı olarak tehditler savurmayı sürdürüyor. Kuzey Kore 2006 yılından beridir nükleer denemeler gerçekleştiriyor. Her denemesinin sonucunda bölgede depremler oluşuyor. 2006 yılında 4,3, 2009 yılında 4,7, 2013 yılında 5,1, 2016 yılı Ocak ayında 5,1, Eylül ayında 5,3 ve son olarak 2017 Eylülünde 6,3 büyüklüğünde depremler meydana geldi. İki ülke arasında sözlü atışmalar hep süregelmiştir. Ancak bayrağı devralan Trump’ın ilk emrinin nükleer silahların yenilenmesi ve modernize edilmesi olması, karşılıklı tehditler, emperyalist savaş yangınının yayılacağını gösteriyor.
Trump, ABD’nin gazap ve öfkesiyle karşı karşıya kalmaması için, Kim Jong-un’u ABD’yi tehdit etmeyi bırakmaya çağırıyor. Nükleer denemeleri nedeniyle Kuzey Kore’yi dünyanın “huzurunu” bozmakla suçlayanlar, dünyayı yok edecek nükleer güce çoktan beridir sahipler. Dünyada toplam sayısı yaklaşık on beş bin olan nükleer başlıkların yaklaşık olarak on dört bini zaten Rusya ve ABD’nin elinde bulunuyor.
Egemenler büyük paralar harcayarak ürettikleri diğer silahlar gibi nükleer silahları da depolarda çürümeye bırakmayacaklarını göstermişlerdir. Dünyamızı yok edecek düzeyde korkunç silahları ellerinde bulunduran egemenlerin bunları kullanmayacaklarını düşünmek yerine bu silahların, bu silahları üreten sermaye düzeninin varlığını ortadan kaldırmanın elzem olduğunu unutmamalıyız.
Şu anda içinde olduğumuz üçüncü emperyalist paylaşım savaşı gün geçtikçe yayılıyor. Yayılan ve daha da kızışan bu savaşla kapitalist sistem bir kez daha biz işçi sınıfına ölüm getirmeye devam ediyor. Savaş ve kriz giderek derinleşirken bizler bu kara tabloya rıza göstermeyeceğiz. Gün enseyi karartma, bir tarafa çekilip kaderine razı olma günü değildir. Yıkılmayı çoktan hak eden bu sistemi tarihin çöp sepetine atmak için örgütlülüğümüzü yükseltmeliyiz. Eğer bu sistemi değiştirmezsek bizleri daha fazla yıkım, daha fazla ölüm beklemektedir. Ziya Egeli’nin şiirinde vurguladığı gibi:
“Yok hayır!
Başka türlüsü mümkün değil
Başka türlüsü kurtarmaz bizi
Ya biz kazanacağız… ya da… gene biz
Çünkü
Yok başka seçeneğimiz”
link: Mersin’den MT okuru işsiz bir eczacı, Nükleer Tehdit Gün Geçtikçe Büyüyor, 13 Aralık 2017, https://marksist.net/node/6105
Vergiler Emekçilerin Sırtına, Sermaye Vergi Cennetlerine!
Geçmişi Sorgulamaktan Kaçınmak