Kapılar kırılır,
talan edilirdi sevdalar, umutlar
ve insan olan ne varsa.
Ve kan akardı derelerimizden
Zilan, Munzur, otuz üç kurşun, Nevala Kasaba
ve ülkenin bütün derelerinde.
O iklimde kalırdı acılar.
Duymazdı bir Allah’ın kulu çığlığımızı
ve dağlara sevdalanırdık karabasan gecelerin sabahında
direnmek kalırdı Kürde, çünkü yaşamanın bir başka adı direnmekti.
Kürt halkının gördüğü zulümler, uğradığı katliamlar, sürgünler, neredeyse bir asırdır, ağıt ağıt kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Aslına bakılırsa, hiçbir kuşağın bunları unutmasına izin vermemiştir Türk egemenler. Yeni katliamlarla, zulümlerle diri tutmuştur Kürt halkının hafızasını her an. AKP hükümeti de, dönem dönem tersi bir algı yaratmayı başarmakla birlikte, bu konuda seleflerinden bir farkı olmadığını pratikteki uygulamalarıyla ispat etmiştir ve etmeyi de sürdürmektedir.
AKP, Kürt halkına karşı 7 Haziran seçimleri öncesinde başlattığı savaşı 1 Kasım seçimlerinden sonra tam bir intikam savaşına dönüştürdü. Gelinen noktada AKP medyasının “Topyekûn Temizlik” manşetleriyle psikolojik ayağını yürüttüğü bu kirli savaş, doksanlı, hatta seksenli yılları aşan biçimler altında yürütülüyor. Bölgede artık fiili olağanüstü halin de ötesinde, mevcut düzen hukukuna bile tümüyle aykırı biçimde adı konulmamış bir sıkıyönetim ve savaş hüküm sürüyor.
15 Ağustos-11 Aralık tarihleri arasında, 1 milyon 300 bin kişiyi doğrudan etkileyecek şekilde, 7 il ve 17 ilçede 54 kez sokağa çıkma yasağı uygulayan hükümet, son günlerde çok daha büyük bir saldırı harekâtına girişmek üzere bölgeyi devlet memurlarından arındırmaya başladı. Sokağa çıkma yasağının günlerdir devam ettiği, okulların kapatılıp özel harekât üslerine dönüştürüldüğü, 4 binden fazla öğretmenin memleketlerine gönderildiği, sağlık personelinin bir haftalık vardiya uygulaması adı altında hastanelere kapatıldığı Cizre, Silopi, Nusaybin, Dargeçit ve Sur’a, özel harekâtçı polislerin yanı sıra 10 bin asker kaydırılmış durumda. Siirt, Bolu ve Sivas’tan komando birliklerinin sevk edildiği bölgede, pek çok ilçeye giriş çıkışlar zırhlı araçlarla engelleniyor. Her gün yeni ölüm haberlerinin geldiği bölgede, hazırlığına girişilen büyük saldırı harekâtı öncesinde, pilotlara yurtiçinde ve sınır ötesinde “vur emri beklemeksizin” bombardıman yetkisi verildiği açıklandı.
Bu hazırlıklar, sokaklarda tankların dolaşmaya başlaması, mahallelerin topa tutulması, milletvekilleri ve belediye başkanlarınınkiler de dahil olmak üzere tüm evlerin basılıp taranması gibi korkunç saldırılarla birleştiğinde, Kürt illlerinde yaşanan savaşın şiddetini ve niteliğini kavramak biraz daha kolaylaşmaktadır. Seksenli ve doksanlı yıllarda daha ziyade kırsal kesimde görülen bu manzaralar, o günlerden farklı olarak artık kent merkezlerinde yaşanmakta, o dönemde köylerinden sürülüp kentlere göç etmek zorunda bırakılan insanlar bugün aynı zulme ve sürgün politikasına kentlerde maruz bırakılmaktadır. Sokağa çıkma yasağı işkencesinin uygulandığı ilçelerde şu ana dek 200 binden fazla insan göç etmek etmek zorunda bırakılmıştır. Bu aslında AKP hükümetinin bilinçli bir etnik temizlik politikası gütmeye başladığını gösteriyor. Öyle görünüyor ki, AKP’nin, HDP ve PKK’nin Kürt halkının tescilli siyasi temsilcileri haline gelmesi ve giderek daha da güçlenmeleri gerçeği karşısında düştüğü çaresizlik, onu bu etkiyi kırmak için bazı yerleşim yerlerini Kürtlerden arındırmaya çalışmak gibi akıl dışı adımlara bile sevk edebiliyor.
Davutoğlu, “oralarda kalıcı olunacak, gerekiyorsa yeni karakollar inşa edilecek, yeni güvenlik birimleri konuşlandırılacak, ama kesinlikle yeniden hendek ve barikat kazmalarına izin verilmeyecek” diyerek, devlet terörünün kalıcı hale getirileceğini ilan ediyor. Hükümet gerçeklere ilişkin koyu bir karartma operasyonu yürütürken, tahakkümündeki burjuva medya da, tıpkı 80’lerde ve 90’larda olduğu gibi, yalan ve çarpıtmalar üzerine bina ettikleri haberlerle ya da suskun kalarak bu karartmaya elinden gelen katkıyı sunuyor. Devlet teröründen kaçan insanlar, taranan sokaklar, harabeye dönen evler, katledilen siviller, gerçekler tepetaklak edilerek yansıtılıyor gazetelere. Mide bulandırıcı bir yalan makinesi kesintisiz işliyor. “Şu kadar terörist öldürüldü” başlıklı haberler, tıpkı 80’ler ve 90’lardaki gibi gazetelerin ilk sayfalarının vazgeçilmezi haline getirilerek sözde hükümetin gücü gösteriliyor! Tek kalemden çıkan “o hendeklerde yok olacaksınız” manşetleriyle Erdoğan’ın nefret dili öne çıkarılıyor.
Bu dil Türk egemenlerin bir asırdır kesintisiz uyguladıkları imha ve inkâr politikalarının kopmaz bir parçasıdır. Hendekleri ve barikatları bahane eden hükümetin asıl hedefi, öz yönetim ilanları ve öz savunma uygulamalarıyla boyun eğmeyeceğini dile getiren Kürt halkıdır. Hakkında çok yaygara koparılan hendekler ve barikatlar aslında Kürt halkının, demokratik taleplerinin tanınmamasına, devlet güçlerinin baskılarına ve imha operasyonlarına karşı direnişinin somutlanış biçimlerinden biridir.
Şimdilerde “çözüm süreci” denen müzakere sürecinin adını dahi anmaktan imtina eden AKP, bunun yerine “milli birlik ve kardeşlik projesi”nden dem vurmaktadır. Özel harekâtçıları aracılığıyla Kürdistan duvarlarına kazıdığı “Türksen övün, değilsen itaat et” sloganı, aslında AKP’nin kafasındaki projeyi gayet net bir şekilde özetlemektedir; asimile ederek millileştirme ve ağabeye biat ettirme projesi!
AKP’nin “topyekûn savaş” politikasına geçiş yapması, birkaç yıl önce Yalçın Akdoğangillerin çözüm modeli olarak dillendirmeye başladıkları “Sri Lanka modeli”ni anımsatmaktadır. Barışçıl çözüm yerine kitlesel imha yönteminin simgesi olarak tarihe geçen bu “model”, Tamil Kaplanları örgütüyle yürütülen uzun müzakere sürecine son verilerek 2008 yılında devreye sokulmuş ve Sri Lanka hükümetinin havadan, denizden ve karadan yürüttüğü imha operasyonu sonucunda 40 bin sivil Tamili katletmesiyle sonuçlanmıştı. 300 bin Tamilse toplama kamplarına kapatılmıştı. 1983’ten bu yana Tamil halkının ulusal demokratik hakları için mücadele veren Tamil Kaplanları örgütü bu süreçte büyük bir darbe alsa da Tamil sorunu olduğu yerde durmaya devam ediyor. Tamil halkının mücadelesi de öyle. Ama AKP hükümeti için ne gam!
Kürt halkının özgürlük talebini, mücadele kararlılığını tankla topla bastırmaya ve ezmeye, onu teslim almaya çalışan AKP hükümeti, Kürt halkının siyasi temsilcilisi olan HDP’yi ve PKK’yi devre dışı bırakarak, onların yerine yeni “muhataplar” ikame etmek istiyor. Devletin makul ve makbul Kürt olarak gördüğü işbirlikçi aşiretleri, tarikat şeyhlerini, korucu şeflerini, Hizbulkontra uzantısı Hüda-Par’ı vs. muhatap kabul ederek Kürt sorununu çözebileceğini sanan AKP yönetimi, bir zamanlar “eşkıya başı” ilan edilip sınırdan içeri sokulmayan Barzani’yi bile üst düzey devlet ricaliyle ağırlayıp kullanmaya çalışıyor.
Kuşkusuz Kürt halkına yönelik olarak içeride yürütülen savaş, Suriye’deki gelişmelerden bağımsız değildir. Rojava’da güç kazanan PKK-PYD çizgisinin öz yönetim ilanıyla gücünü taçlandırması ve Kobani’de yürütülen mücadeleyle birlikte bu modelin Türkiye Kürdistanı’ndaki Kürt halkına da örnek teşkil etmesi AKP’yi çileden çıkarmıştır. Bu nedenle içeride yürütülen savaş, PYD’ye karşı yürütülen savaşla desteklenmektedir. Barzani’nin rolü de burada devreye girmektedir. Barzani’yle iş tutan AKP, bir yandan onun aracılığıyla PKK’yi Irak Kürdistanı’ndan attırmaya çalışıyor, öte yandan onu Suriye Kürdistanı’nda da PYD’nin üzerine salıyor. Barzani ise, Ortadoğu’da AKP yönetimindeki Türkiye’nin desteğini alarak Kürt hareketinin tek belirleyici gücü olmak istiyor. Onu ilgilendiren şey, Kürt halkının kaderi değil son dönemde zayıflayan iktidarını ne pahasına olursa olsun korumaktır.
“Bizi bölmek istiyorlar” vaveylasıyla saldırganlığı doruğa tırmandıran ve Ortadoğu’ya yönelik emperyalist politikalarla gözü kararan hükümet, asıl izlediği bu politikalarla adım adım bölünmeyi ördüğünün farkına varmayacak kadar körleşmiştir.
Kürt halkı öz yönetim, yani özerklik istemektedir. Çocuklarının ana dillerinde eğitim görmesini, devlet dairelerinde kendi dillerinde konuşup iş görebilmeyi, yaşadıkları topraklara ilişkin ekonomik ve sosyal konularda söz sahibi olmayı istemektedir. On yıllardır tepesinde terör estiren TC askerinin ve polisinin bölgeden çekilmesini istemektedir. AKP hükümetiyse, bu demokratik taleplere azgın bir savaşla yanıt vermektedir.
Kürt sorununun TC’nin kuruluşundan bu yana izlenen imha politikalarıyla çözülemeyeceği, bu süre zarfında yaşanan ve sonuncusu diğerleriyle karşılaştırılamaz derecede yaygın ve şiddetli olan 29 Kürt isyanı tarafından tartışma götürmez bir şekilde kanıtlanmıştır. Kürt halkı bugüne değin, bu topraklarda birlikte yaşamak istediğini, ama kimlikleri ve hakları kabul edilmiş özgür ve eşit yurttaşlar olarak yaşamak istediğini defalarca ortaya koymuştur. AKP Kürt halkının demokratik taleplerini karşılamamaya ve imha politikasında ısrar etmeye devam ederse, Kürt halkının birlik yönündeki istek ve çabalarını dinamitleyen bizzat kendisi olacaktır.
link: Marksist Tutum, Ve Direnmek Kalırdı Kürde…, 20 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4741
Barış Bloku: Meclis Göreve!
İHD ve Barış Bloku’ndan Meclis Önünde Basın Açıklaması