Son haftalarda “çözüm süreci” bağlamında sıkça dillendirilen ve hükümet ile Kürt hareketi arasında karşılıklı atışma konusu olan “ortak basın toplantısı” gerçekleşti. Açıklamadan sadece iki gün önce hükümet sözcüsü Bülent Arınç kendisine bu iddialar sorulduğunda “HDP ile ortak açıklama söz konusu değil” diyerek konuyu açıkça inkâr etmişti. Dolmabahçe Sarayı’ndaki toplantıda İmralı heyeti olarak anılan HDP temsilcileri Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan yer alırken, hükümet tarafında başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Kamu Güvenliği Müsteşarı ve AKP grup başkan vekili yer aldı. Böylece taraflar ilk kez kamuoyu önünde birlikte fotoğraf vermiş oldular.
Öcalan ve Kürt hareketi uzun zamandır kendileriyle görüşme halindeki hükümetin kamuoyu önünde bir ortak açıklama yapmasını istiyordu. Zira hükümet kapalı kapılar ardında yürüttüğü süreçte verdiği sözleri yerine getirmeyerek açıkça oyalama yapıyor ve buna mukabil kimse ondan hesap soramıyordu. Kürt hareketi bu süreçte kendilerine verilen sözleri duyurmaya kalktığında da bunlar ya basitçe inkâr ediliyordu ya da çarpıtılarak aksettiriliyordu. Süreç aleni olmadığından ve ortada hakemlik yapacak üçüncü bir muhatap da bulunmadığından hükümet bu oyunu ısrarla oynamaya devam edebiliyordu. Öcalan ve Kürt hareketi işte bu temel nedenle, sürecin belli bir aleniyet kazanmasını ve hükümetin kamuoyu karşısında açıkça bağlayıcı bir taahhüt altına girmesini talep etmekteydi. Öcalan’ın nicedir dillendirdiği gazetecilerle görüşme talebi de aynı doğrultuda bir çabayı ifade ediyordu. Ancak hükümet bu noktada da sözler verip ipe un sermekteydi.
Böyle bir toplantının yapılmış olmasının, hiç kuşkusuz Kürt hareketinin demokratik mücadelesinin meşruiyetinin kabulü açısından sembolik bir anlamı vardır. Bu toplantıyla Kürt hareketi ve Öcalan ilk kez devlet tarafından resmen muhatap olarak tanındığını kamuoyu önünde tescillemiştir. Devlet on yıllardır en akıldışı propaganda yöntemleriyle kara çaldığı, şeytanlaştırmaya çalıştığı Öcalan’la, onun sözlerinin ve devletle müzakere çerçeve başlıklarının okunduğu aleni bir toplantıda “gıyaben” bir araya gelmiştir.
Ancak Kürt hareketi açısından sembolik bir anlamı olan bu gelişmeyi, AKP de seçim süreci açısından politik bir kazanıma dönüştürmeyi hedeflemektedir. AKP, Kürt hareketinin uzun süredir ısrarla talep ettiği bir şeyi, kendi tercih ettiği zamanlamayla ve kendi istediği biçimde yerine getirerek, seçimlere doğru gidilirken, HDP’nin yükselişini kesebilecek bir faktör olarak kullanmaya çalışacaktır. AKP kendisine oy veren Kürt kitlenin özellikle Kobane sürecinden bu yana yaşadığı soğumayı ve HDP’ye meyletmesini kırmak istemektedir. Bunu başarıp başaramayacağı kuşkusuz seçimlere kadar geçecek süreçte yaşanacak gelişmelere bağlıdır.
Bu ortak basın açıklamasına çözüm süreci açısından bakacak olursak, hükümetin çözüm süreci bağlamında anlamlı adımlar atmaya pek gönüllü olmadığı bu toplantı vesilesiyle bile alenen kendisini göstermiştir. Toplantı kozmetik olarak bile bu yönde bir işaret vermemiştir. Önemli bir sorunun çözümü yolunda anlaşmaya varılmış olduğunu belli eden ve bu tür basın önü buluşmaların alışıldık görüntüsü olan neşeli yüzlerden eser yoktu. Ama kozmetik bir yana, toplantının somut gerçekliğine bakarsak, bir kere taraflar ne ortak bir metni deklare etmiş ya da imzalamışlar, ne de biz şu konuda anlaştık demişlerdir. Tuhaf biçimde iki taraf birbirlerine pek temas etmeyen, atıf yapmayan kendi beyanatlarını yapmıştır. Toplantının bir tarafı olan HDP heyeti “çözüm sürecine” ilişkin 10 konu başlığını ve Öcalan’ın PKK’ye silah bırakmayı gündem yapan bir olağanüstü kongre çağrısını duyurmuş, hükümet tarafı da çağrıyı olumlu bulduğunu ifade etmiş ve “silah bırakılırsa demokratik gelişmeler daha hızlı olur” demiştir ve başka da bir şey dememiştir.
Bu söylem, hükümetin her sıkıştığında yaptığı tek taraflı beyanatlardaki söyleminin aynısıdır. Oysa şimdiye dek milyon kez söylendiği üzere, “önce silah bırak sonra çözüm” demek arabayı atın önüne koymaktır. Doğrusu hükümet kendisi açısından hiçbir bağlayıcı söz etmemiş, hiçbir somut taahhütte bulunmamış, kaçış için tüm kapılarını da açık tutmuştur. HDP heyeti tarafından okunan 10 madde sadece birtakım konu başlıklarından ibaret olduğu halde, hükümet toplantıda bu maddeler hakkında hiçbir şey söylememiştir.
Nitekim toplantıdan sonra Demirtaş hükümetin atması gereken adımları hatırlatmış ve iç güvenlik yasasının da çözüm niyetine uygun olmadığını, ayrıca hükümetin demokratik dönüşüm konusunda hiç güven vermediğini vurgulama ihtiyacı duymuştur. Çok geçmeden Erdoğan da bildik saldırgan üslubuyla, Kürt hareketine yönelik hakaretlerine yenilerini eklemekten geri kalmamıştır. Genel olarak bakıldığında bu tablonun “biz bu sorunu çözüyoruz” tablosu olmadığı açıktır. AKP cenahının, demokratikleşmenin uzun bir süreç gerektirdiğini, sorunların bugünden yarına çözülmeyeceğini vb. söyleyerek işi yokuşa süren tüm açıklamaları da bunun ifadesidir.
Dahası, Ortadoğu’da yürüyen savaş ve kapitalist dünya ekonomisinin derinleşmekte olan krizini dikkate aldığımızda ve dünya ölçeğinde emperyalist kutuplaşmanın arttığı, ABD emperyalizminin bölgeye yeniden yüklenme eğilimine girdiği, AKP hükümeti ile Batı emperyalizmi arasındaki çelişkilerin arttığı koşullarda, Kürt sorunu bağlamında TC’nin kalıcı bir barışa yönelebileceğini ummak gerçekçi değildir. Erdoğan’ın bölge gücü olma hevesleri doğrultusunda izlediği yayılmacı ve otoriter politikaların eklediği ilave gerilim öğesini de düşündüğümüzde, bu gerçeğin daha da net kendisini ortaya koyduğunu görmek zor değildir.
AKP’nin izlediği oyalama taktiklerinin boşa çıkarılması ve Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin karşılanması için, işçi sınıfının baskısı büyük bir önem taşımaktadır. Bu nedenle sınıfın örgütlü bir mücadele içinde Kürt halkının demokratik haklarına sahip çıkması, bu hakların elde edilmesi için şoven önyargılarla kararlı biçimde mücadeleye koyulması zorunludur. Hükümetin zoru görmedikçe adım atmadığı tecrübeyle sabittir. Türkiye işçi sınıfı ve sosyalistler bu doğrultuda AKP’nin oyalama taktiklerini kursağında bırakmak için çaba harcamalıdır.
link: Marksist Tutum, HDP ve Hükümet Temsilcilerinden Ortak Açıklama, 3 Mart 2015, https://marksist.net/node/3992
Baş Tecavüzcü Burjuvazi ve Onun Sömürü Düzenidir
8 Mart Burjuvazinin Değil İşçi Sınıfının Günüdür