Geçtiğimiz günlerde gazetelere yansıyan bir haber AKP’nin “sosyal yardım” adı altında 13 milyon kişiye 21 milyar liraya yakın nakdi yardım yaptığını ortaya koydu. Nakdi yardımların yanı sıra gıda, ev eşyası, kömür ve benzeri şekilde yapılan yardımlar da AKP’nin “sosyal politika”sında çok büyük yer tutuyor. Yardımların miktarı özellikle seçim dönemlerinde daha da artıyor. Bu tablo bir yandan yoksulluğun ne ölçüde derinleştiğini gösterirken, bir yandan da AKP’nin yükselecek tepkileri önlemek ve yoksul emekçileri kendi peşine takmak için bilinçli bir “sadaka” politikası izlediğini gösteriyor.
2012’de yürürlüğe giren Genel Sağlık Sigortası kapsamında herhangi bir sosyal güvenceye sahip olmayan herkes gelir testine tâbi tutuldu. Buna göre Türkiye’de aylık geliri 340 liranın altında olan 790 bin 642 hane ve bu hanelerde yaşayan 3 milyon 361 bin 346 kişi var. 326-978 lira arasında gelir giren hane sayısı 323 bin 148, bu evlerde yaşayan 1 milyon 288 bin 654 kişi var. 978-1957 lira arası gelir aralığında 28 bin 550 ev ve 107 bin 773 kişi var. 1957 ve üzeri geliri olan ev ve nüfus sayısı da 3 bin 287 ve 1 milyon 957 bin 200 kişi olarak tespit edilmiş.
Bu rakamlar toplumun geniş kesimlerinin nasıl bir sefalet içinde olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye ekonomisi büyüdükçe, sermaye yoğunlaştıkça gelir dağılımındaki adaletsizlik büyüyor, yoksulların sayısı artıyor, en zenginler ile en fakirler arasındaki makas giderek açılıyor. Credit Suisse’nin Türkiye ile ilgili raporunda ortalama milli gelirin her yıl ortalama %5, ücretlerinse %2 arttığı belirtiliyor. Yine aynı raporda Türkiye’de yılda 10 bin doların, yani 21-22 bin liranın altında gelir elde eden yetişkinlerin oranının %75’i geçtiği ifade ediliyor. Oysa Türkiye’nin dolar milyarderi sayısı Japonya’dan daha fazla. Dünyada 2000-2014 yılları arasında nüfusun en zengin yüzde 10’unun toplam servet içindeki payının en çok arttığı ülke Rusya olurken, Türkiye ikinci sırada yer aldı. Yani bir yanda milyarlarca dolar serveti olan 40-50 kişi, bir yanda açlıkla terbiye edilen milyonlarca insan var.
Derinleşen bu eşitsizlik ve sefalet tablosunun yaratacağı tepkileri önlemek için AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana “sosyal yardım” adı altında yaptığı harcamaların miktarını giderek arttırdı. Elinde olan belediyeler, yerel örgütler ve benzeri bütün kanallarla paranın yanı sıra kömür, sıcak yemek, yiyecek, giyecek, beyaz eşya, kırtasiye malzemesi vb. dağıttı. Bu kapsamlı organizasyonun içinde bakanlıklar, tarikatlar, sivil yardım kuruluşları, belediyeler, vakıflar, muhtarlar, mülki amirler, AKP yandaşlığıyla büyük işler kapan firmalar var. Yardımların niteliği, kime gittiği, hangi kanallarla gittiği son derece açıktır. Elbette bu yardımlar karşılığında istenenler de. AKP, yoksul emekçi kitleleri oy deposu haline getirmek ve iktidarını sağlamlaştırmak için başka pek çok etkenin yanı sıra “sosyal yardım” kartını oynuyor.
AKP bu yardımlar için devlet bütçesinden çok büyük kaynaklar ayırmakla övünüyor. Kopardığı bu gürültüye rağmen aslında rakamlar AKP’nin kendisini sadece kendinden önceki hükümetlerle kıyasladığını, ama başka devletlerin rakamlarına ulaşamadığını gösteriyor. Türkiye 34 OECD ülkesi arasında Meksika, Şili ve Güney Kore’den sonra bütçesinden sosyal yardımlara en düşük pay ayıran 4. ülke konumunda. OECD ülkelerinde bütçenin ortalama %22’si sosyal yardımlara ayrılırken Türkiye’de bu rakam %13 civarında bulunuyor.
Elbette mesele devletin kamu harcamalarına, sosyal yardımlara kaynak aktarması değildir. Her şeyden önce bu kaynaklar işçi ve emekçi kitlelerden toplanan vergilerle elde edilmektedir. Sorun AKP’nin bunu bir hak olarak değil lütuf olarak ele almasıdır. Türkiye’nin tarihsel mirasının farklılığı nedeniyle, Batı’da büyük çaplı toplumsal mücadelelerle elde edilen ve bu nedenle kitlelerin doğal karşıladığı, sahip çıktığı haklar, bu topraklarda ya sahip olunmayan “ayrıcalıklar” ya da iktidarların lütfu olarak algılanmaktadır. Muktedir olanın, zengin olanın ihsanda bulunmasını ve inayetini bekleme eğilimi oldukça yaygındır. Bu nedenle AKP’nin dağıttığı “sosyal yardımlar” geniş kitleler tarafından takdirle karşılanabiliyor. Geniş emekçi yığınların genel örgütsüzlüğü koşullarında AKP’nin yardım politikaları elbette ona oy olarak dönüyor.
AKP’nin bu yardımları yapmaktaki amacı hayır işlemek, cennet için sevap kazanmak ya da yoksulluğu ortadan kaldırmak değildir. Zaten kapitalist sömürü düzeni altında yardımlarla, sosyal politikalarla yoksulluğu yok etmek mümkün değildir. Bu yolla ancak kitleleri kendine bağımlı kılmak ve biat etmelerini sağlamak mümkündür. Yardım alan insanlar AKP’nin iktidardan düşmesi halinde ellerine geçen bu kadarcık paranın da yok olmasından korkmakta ve AKP’nin işçi-emekçi düşmanı politikalarını yeteri kadar göremeyebilmektedir. Milyonlar sadakaya, biat etmeye ve lütuflar karşısında müteşekkir olmaya itilmektedir.
Meselâ Türkiye’de İşsizlik Sigortası Fonu mevcut. Bu fonda 80 milyar liranın üzerinde bir para birikmiş durumda. Ama işsizler bu fondan ya yararlanamıyor ya da çok sınırlı bir biçimde yararlanıyor. Yoksullara 20 milyar lira yardım yapmakla övünen AKP hükümeti, ihtiyacı olan işçilerin fondan yararlanmasını kolaylaştırmak için hiçbir şey yapmıyor. İşsizler ise onca paranın biriktiği fondan neden yararlanamadıklarını, neden bu fonun sermayeye peşkeş çekildiğini yeterince sorgulayamıyor. Devlet, kapitalizmin bir sonucu olarak işsiz kalan, yoksullaşan bu insanlara yardım adı altında sadaka dağıtıyor. Hak sahibine hakkını vermek yerine önce hakkı gasp ediyor, ardından kepçeyle aldığını sosyal yardım diye kaşığın ucuyla dağıtarak yoksullara yardım eli uzatıyormuş izlenimi yaratıyor. Üstelik resmi internet sitesinde AKP, yoksulluğu neredeyse yok ettiğini ve artık yoksullukla mücadeleden insani gelişmişliği arttırma aşamasına geldiğini anlatıyor! Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam UNDP’nin (Birleşmiş Milletler Gelişme Programı) 2014 yılı İnsani Gelişme Raporu’nda Türkiye’nin, 186 ülke içinde 69. sırada olduğunu söylüyor ve “yüksek insani gelişme” sınıfında yer aldığını iddia ediyor. İslam, 2002’de hanede kişi başına aylık 30 doların altında gelire sahip yaklaşık 136 bin kişi olduğunu ama yapılan çalışmalarla 2012’de bu rakamı sıfırladıklarını ileri sürüyor.
AKP’nin yardım dağıtarak yoksulluğu büyük oranda azalttığını iddia etmesi en halisinden yalancılık ve ikiyüzlülüktür. Soma katliamının ardından AKP’nin dağıttığı bedava kömürün kaynağının ne olduğu ortaya çıkmıştı. 2005 yılında TKİ, özel sektöre rödovans karşılığı iş vermeye başladı. Maden işçileri taşeronluk sistemi ve dayıbaşılık gibi uygulamalarla çok daha ucuza ve çok daha güvenliksiz koşullarda çalıştırıldılar. İçine itildikleri derin sefalet nedeniyle canları pahasına madenlere indiler. İşçilerin aşırı sömürülmesiyle kömürün madenden çıkarılma maliyeti 140 dolardan 24 dolara düştü. Devlet, çıkarılan her bir ton kömürü fiyatta değişiklik yapmadan satın almaya devam etti. İşte bu kıyak karşılığında Soma Holding, AKP’ye yoksullara dağıtıp oya çevireceği kömürü sağladı. Aynı şekilde 10 işçinin katledildiği Torun Center’ın sahibi Torunlar Holding de AKP’nin gıda yardımlarının kaynağıydı. Devasa zenginlikler elde ettikleri için AKP’ye müteşekkir olan ve kirli kazançlarının bir kısmını ona bağışlayan patronlar işçilerin hayatını hiçe saydılar. Ailelerini derin bir acının ve yoksulluğun içine ittiler. AKP ve yandaş sermayesi elbirliği ile Ermenekli işçileri de katletti. Aileler acı içinde madendeki suyun boşaltılmasını beklerken ve yakınlarının sağ çıkmasını ümit ederken bir kadın eşi ve arkadaşları için şöyle demişti: “İçeriden sağ çıksalar ne olacak? Ekmeklerini, servislerini ellerinden aldılar. Yediler bitirdiler. Borçluyuz. Dertliyiz. Üç aydır maaş yüzü görmedik. Bugünü yarına atarlar, yarını bugüne atarlar. İki buçuk yaşında kızım var. «Babam nerede?» der? «Suyun içinde çıplak mı kalmış?» der.”
Ne AKP’nin ne de herhangi bir düzen partisinin dağıttığı yardımlar kapitalizmin yarattığı yoksulluğa derman olabilir. Geniş kitleleri yoksulluğun pençesine iten ve o pençelerde acı içinde kıvrandıran kapitalizmdir. Sosyal yardımlar kitlelerin öfkesini bir süre için dizginleyebilir. Örgütlenmenin ve ayağa kalkmanın önünde bir müddet engel gibi durabilir. Fakat hiçbir mekanizma kitlelerin sınıf kinini bastıramaz. Yoksul kitlelerin öfkesinin patlamalı olarak ortaya çıkmasına mani olamaz. AKP de tıpkı diğer düzen güçleri gibi bu öfkeden nasibini alacaktır. Dağıttığı yardımlar onu kurtaramayacaktır. Bütün tarihsel ve güncel örnekler bu gerçeğe işaret ediyor. Tarih, kapitalizmin yıkılması ve AKP dâhil tüm egemenlerin bu yıkıntıların altında kalması için işçi sınıfını göreve çağırıyor.
link: Ezgi Şanlı, Rakamlarla Yoksulluk ve AKP’nin “Sosyal” Politikaları, 2 Şubat 2015, https://marksist.net/node/3952
Aşılanan Önyargıları Kırmanın Bir Adımı: Grev
Burjuvazinin Profesyonel Oyuncuları