Toplumsal politizasyonu belirgin ölçüde arttıran 12 Eylül referandumunun hemen ardından üniversitelerin açılması ve türban sorununun tekrar gündeme gelmesi, üniversite merkezli tartışmaların hem kamuoyunda hem de üniversite öğrencileri arasında devamını sağladı. YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasımda ve sonrasında gerçekleşen öğrenci protestoları, burjuva devletin polis terörü ve vahşi saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Öte yandan üniversitelerde devrimci ve Kürt öğrencilere dönük olarak zaten yıllardır devam eden baskı, sindirme ve saldırı politikaları, özellikle taşra üniversitelerinde bu yıl daha da boyutlandı. Gerek burjuva devletin beslemesi durumundaki MHP ve BBP’li faşist çetelerin saldırılarının gerekse de rektörlüklerin organize ettiği sindirme ve saldırı girişimlerinin arkası kesilmedi.
Bu koşullarda hükümetin, gerek başbakan, gerek rektörler, gerek YÖK ve gerekse de cumhurbaşkanı aracılığıyla, üniversitelerin sorunlarına sahip çıkıyor görüntüsü yaratmak ve üniversitelerin demokratikleştirileceği söylemini öne çıkartarak sergilediği ikiyüzlü tutumlar, ona dönük tepkilerin haklı olarak artmasını beraberinde getirdi. AKP’nin üniversitelerin sermayenin hizmetine nasıl daha iyi koşulabileceğine dönük projelerinin dile getirildiği 27 Kasım ve 4 Aralık Dolmabahçe toplantılarında üniversitelerin demokratikleşmesi üzerine de laf ebeliği yapılırken, toplantı salonlarına girmesine izin verilmeyen devrimci öğrenciler polisin vahşi saldırılarına maruz bırakıldılar. Rektörlüklerin ve düzenin yalakası durumundaki sözde öğrenci temsilcileri cumhurbaşkanının ve YÖK başkanının huzuruna buyur edilip göstermelik toplantılar düzenlenirken, gençliğin ilerici taleplerini öne çıkartan devrimci öğrencilerin payına yine biber gazları, yine coplar, yine soruşturma-gözaltı ve tutuklamalar ve yine terörist olarak damgalanmak düştü.
İlerici-devrimci öğrencilerin dile getirdikleri haklı talepler karşısında takınılan tutum, polise ve AKP hükümetine karşı haklı bir tepki doğurdu. Diğer taraftan Kemalist cenah ve AKP karşıtı burjuva medya da bu haklı tepkiyi kendi hanesine yazmak ve onu suiistimal etmek için her türlü gayreti göstermekten geri durmadı.
AKP’nin kendine demokratlığı
Kendi iktidarını tehdit eden anti-demokratik girişimler karşısında ya da yürütme erkini sınırlayan müdahaleler karşısında demokrat kesilen ve “ileri demokrasi” nutukları atan AKP, sıra işçi-emekçilere, Kürtlere ve hele de devrimcilere geldiğinde, zorbalıkta diğer burjuva partilerinden hiç de aşağı kalmadığını göstermektedir.
AKP hükümeti, hiçbir çatlak ses duymak istemiyor. İşçilerin, ilerici öğrencilerin ve Kürtlerin taleplerinin sokaklara taşmasını hazmedemiyor. En basit ve en sıradan tepkileri bile göğüslemekten uzak bir tahammülsüzlük sergiliyor. Kendiliğinden tepki ve protestoları ve hatta ıslıklanmayı dahi adli bir kovuşturma konusu haline getiriyor. Bu tür protestolara karşı AKP yetkililerinin ağızlarından dökülen inciler, gösteri ve protesto hakkını da içeren demokratik değerlerin doğasına tümüyle yabancı bir zihniyeti dışa vurmaktadır. Her protestonun ardından, “bunun arkasında bir organizasyon, bir örgüt var” teranesine sarılarak halkı korkutmaya çalışmakla kalmıyorlar, kendi anti-demokratik zihniyetlerini de dışa vurmuş oluyorlar.
Başbakan ve bakanlarının eylemci öğrencileri terörist ilan etmesi, 2200 polisin ODTÜ kampusünü basması, diğer üniversitelerdeki polis saldırıları, öğrencilere dönük tutuklama terörü, Anadolu Üniversitesinde kantin boykotu yapan öğrencilere polisin saldırması ve saldırı sonucu ortaya çıkan zararın öğrencilere fatura edilmesi, protestocu öğrencilere verilen cezalar, polise sınırsız arama yetkisinin verilmesi vb… Tüm bunlar ortadayken, polis terörünü, “öğrenciler kamerayı görünce kendilerini yere atıyorlar”, “öğrenciler aşırı şiddet kullandılar”, “asıl saldıranlar öğrencilerdir” gibi şirazesinden hepten çıkmış açıklamalarla mazur gösterme girişimleri, yalnızca bu açıklamaları yapanların halkı aldatmaya çabaladıkları şeklinde değerlendirilemez. Bu tür söylemlerle devrimci öğrencileri hem geniş öğrenci kitlelerden hem de işçi sınıfından daha da yalıtmaya çabalıyorlar. AKP hükümetinin en gerici bakanlarından Cemil Çiçek, devrimci öğrencileri “68 hareketini taklit etmeye meyletmeyin, zira sonunu çok iyi biliyorsunuz” diye tehdit ederken, bir yandan da 68’e duyduğu tarihsel nefreti dışa vurmaktadır.
Genel konuşacak olursak, AKP hükümeti de diğer burjuva güçler de, tarihsel deneyimleriyle gayet iyi bilmektedirler ki, gençlik toplumsal muhalefetin barometresidir. Gençlik içindeki kıpırdanışlar çoğu zaman çok daha büyük toplumsal fırtınaların ön belirtileri olmuştur. Bugün Avrupa’da yükselişte olan öğrenci hareketi, oradaki sınıf hareketiyle kolkola yürümekte ve burjuvazinin saldırı politikalarına karşı güçlü bir bariyer oluşturmaktadır. İşte AKP hükümeti bir yandan da emekçilerin ve öğrencilerin Avrupa’da estirdikleri bu rüzgârların korkusuyla önlem almaya çalışmaktadır.
Avrupa’da öğrenci hareketi
Son dönemde Avrupa ülkelerinde parlamento binaları kuşatılıyor, parti binaları, büyük tekellerin yönetim merkezleri işgal ediliyor, sokaklar mücadele ateşiyle aydınlanıyor. Üniversite ve lise gençliği, tepkisini, işçi sınıfının tepkisiyle, grevlerle, sendikalarla birleştirerek ortaya koyuyor, taleplerini ortaklaştırıyor. Bu hem öğrenci hareketini güçlendiriyor hem de onun toplumsal meşruiyetine büyük bir katkı sağlıyor.
Geçtiğimiz yıllarda Fransa’da lise öğrencilerini de kapsayacak şekilde geniş bir öğrenci hareketi patlak vermişti. Geçen yıl Yunanistan’da öğrenci gençliğin de dahil olduğu büyük bir toplumsal yükseliş yaşandı, gösteriler şiddetli sokak çatışmalarıyla sürdü. Avusturya’da, İngiltere’de, İtalya’da ve Hollanda’da onbinleri kapsayan dev öğrenci gösterileri yer yer militan düzeylere ulaştı. Kitlesel ve militan sokak gösterileri eşliğinde üniversite işgalleri büyük bir yaygınlık kazanmış durumda.
Gelişen öğrenci hareketi her ülkenin kendi geçmişinin, geleneklerinin ve özgün yönlerinin etkisini kuşkusuz içinde barındırıyor. Sınıfsal kutuplaşmanın, üniversite sisteminin, üniversitelerin emekçi çocuklarına ne denli açık oluşunun vb. etkilerini, gelişen öğrenci hareketlerinde görmek mümkün. Bu faktörler hem üniversite gençliğinin sınıfsal bileşimini belirlemesi bakımından, hem de öğrenci gençliğin gelecek tahayyülleri açısından önemli rol oynuyorlar; böylelikle de, öğrenci hareketinin kitlesellik ve militanlık düzeyini daha baştan belirleyici bir etkide bulunuyorlar. Örneğin İngiltere ve Hollanda’da işçi-emekçi çocuklarının üniversite ve aynı anlama gelmek üzere sınıf atlama hayalleri pek güçlü ve yaygın değil. Üniversiteler toplumun daha elit bir kesiminin çocuklarına hitap ediyorlar (İngiltere’de üniversite harçları 9000 sterline çıkartılmış durumda). Diğer taraftan, örneğin Fransa’da üniversitelerde emekçi kesimlerin çocukları kendilerine daha fazla yer bulabiliyorlar. Fransa’nın müthiş ve keskin sınıf mücadeleleriyle dolu tarihiyle birlikte ele alındığında bu faktör, Fransa’daki öğrenci hareketinin her zaman en militan ve kitlesel özellikleri sergilemesini kolaylaştırmaktadır.
Altını çizmek gerekiyor ki, birkaç yıldır dünyayı kasıp kavuran krizin boyutları, öğrenci hareketinin gelişiminde başat bir rol oynuyor. Kriz kuyusunda debelenen burjuvazi, krizin tüm faturasını işçi sınıfına yıkmaya çalışıyor. Bunun anlamı işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarının kötüleşmesi ve tüm sosyal haklarının da tehdit edilmesidir. Dahası sözkonusu saldırılar, işçi sınıfı gençliğinin ve kısa süre sonra işçi sınıfına vasıflı emekçiler olarak dâhil olacak gençlerin geleceğinin de çalınması anlamına gelmektedir. Yüksek harç zamları ve kısılan eğitim bütçelerine karşı mücadeleyi yükselten Avrupalı gençliğin hareketliliğinin ardındaki temel motivasyon budur. Öyle ki, sermaye hükümetlerinin “eğitim reformu” adı altında yürüttüğü saldırı politikaları, görece halim selim bir öğrenci gençliğin sözkonusu olduğu İngiltere gibi ülkelerde bile sokaklara taşan militan bir tepkiye vesile oluyor. Benzer bir durum kapitalizmin en eski kalelerinden biri olan Hollanda için de sözkonusudur. Kriz yalnızca işçi sınıfının düşük gelirli kesimlerini değil onun görece yüksek gelirli kesimlerini ve küçük-burjuvaziyi de yoksullaştırdıkça, bu kesimlerin çocukları için de gelecek hayalleri sönmeye başlıyor. Bir başka deyişle, krizin derinliği, çeşitli ülkelerdeki öğrenci hareketlerinin özgün boyutlarını ortadan kaldırmasa bile bunları belli ölçüde silikleştirici bir etkide bulunuyor.
Yeni bir 68 mi?
Avrupa’da kimi burjuva ideologlar yeni bir 68 dalgasının kapıda olduğunu söyleyerek burjuva hükümetleri önlem almaya çağırıyorlar. Kapitalist saldırılarla gençliğin geleceğini çalan burjuva düzen, gençlik hareketinin canlanmasından ve bunun işçi hareketiyle birleşmesinden korkuyor. Bu korkuları yersiz de değildir. Gerek büyük ve tarihsel bir iktisadi kriz döneminden geçiyor oluşumuz gerekse de kızışan emperyalist paylaşım kavgası, işçi hareketinin gelişimi ve öğrenci hareketinin radikalleşmesi için nesnel açıdan uygun bir zemin sunmaktadır. Ancak öznel açıdan, yani işçi sınıfının ve gençliğin ileri kesimlerinin bilinç ve örgütlülük düzeyi açısından bakıldığında durum o kadar parlak değildir. Bugün hem işçi sınıfı hem de öğrenci gençlik, ne 68’deki kadar örgütlü ve bilinçli durumdadır ne de 68’e giden süreçteki gibi bu açıdan bir örgütlenme ve bilinçlenme seferberliği söz konusudur.
Türkiye’ye geldiğimizde bu durum çok daha olumsuz bir tablo sergilemektedir. Türkiye’de 60’ların ortalarından itibaren yükselen işçi hareketi ve ona paralel olarak gelişen devrimci gençlik hareketi 70’li yıllarda zirveye çıkmış ama 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle muazzam bir yenilgiye uğrayıp ezilmişti. Bu yenilginin etkilerinin ortadan kalktığını söylemek hâlâ mümkün değildir.
İşçi hareketi devrimci bilinç ve örgütlülük açısından halen son derece güçsüzdür. Yıllardır Kürt halkına dönük olarak yürütülen haksız savaşın da etkisiyle ideolojik ve politik olarak felçleştirilmiş durumdadır. Attığı her adım hem sermayenin hem de devlet güçlerinin nezdinde terörizm olarak mütalaa edilmekte ve işçi kitleler bu temelde terörize edilmektedir. Burjuvazinin bu ideolojik saldırısı, proleter devrimcilerin sınıf kitlelerine ulaşmasının önünde halen önemli bir bariyer oluşturmaktadır.
Aynı sorun öğrenci gençlik içerisinde de mevcuttur. Öğrenci gençlik politikadan ve örgütlülükten uzak durmakta, arkası kesilmeyen bir ideolojik propaganda aracılığıyla korkutulmakta ve bir güvensizlik batağında debelenip durmaktadır. Dahası Türkiye’de küçük-burjuva zihniyet halen önemli bir toplumsal ağırlığa sahiptir. Ve bu ağırlık öğrenci gençlik içerisinde giderek artan ölçüde kendisini hissettirmektedir. Kapitalist bencillik ve bireysellik propagandası altında yetişen gençlik içerisinde, küçük-burjuva zihniyetin, sınıf atlama hayallerinin ve kendi sınıfsal konumunun farkında olmayışın ezici ağırlığı sözkonusudur. Bu sonuncu faktör, öğrenci gençliğin içerisindeki emekçi kökenden gelenleri de önemli ölçüde eylemden ve örgütlülükten uzak tutmaktadır.
Bunun yanı sıra, işçi sınıfının geniş ve yoksul kesimlerinin çocukları açısından üniversite eğitimi artık ulaşılması güç bir hayale dönüşmüştür. Emekçi çocuklarının üniversite eğitimi alma şansını yakalamış olanlarıysa bu şanslarını çoğunlukla ancak taşra üniversitelerinde kullanabilmekte, ülkenin toplumsal, kültürel ve politik merkezlerinin dışına sürülmüş bir durumda yalıtık bir üniversite yaşamına mahkûm olmaktadırlar. Diğer taraftan altyapısı olmayan ama sayıları hızla artan üniversiteler, öğrenci gençliğin büyük bölümü için tam bir oyalamacaya dönüşmüştür. Ancak bu nesnel durum alttan alta bir tepkiyi de mayalamaktadır. Özellikle son dönemde, taşra üniversitelerinde başlayan kıpırdanmanın ardında yatan dinamik, barındırdığı çelişkilerle birlikte budur.
Tüm bunların toplamı olarak nesnel bir değerlendirme yapacak olursak, açıkça söylemeliyiz ki, bugün Türkiye’de kitlesel bir öğrenci hareketinden söz etmek mümkün değildir. Öğrenci eylemleri, yukarıda sıraladığımız nesnel ve öznel etkenlerin bir sonucu olarak, üniversite gençliğinin çok küçük bir bölümüyle, esas olarak da devrimci, sosyalist öğrencilerle sınırlı kalmaktadır. Yüz binlerce üniversite öğrencisi içinde eylemlere katılan kesim en iyi durumda birkaç bin kişiyi bulmaktadır.
Bu durum kuşkusuz üniversite öğrencilerinin taleplerinin haklılık ve meşruluğuna en küçük bir halel getirmiyor. Ancak ortada, ayakları yere basmayan küçük-burjuva devrimci çevrelerin ya da devrimci gençliği kendi amaçları doğrultusunda suiistimal etmek için pohpohlayan Kemalistlerin abarttığı ölçüde bir hareketlenme yoktur. Bu noktada, özellikle son dönemde statükocu Kemalist cenahın öğrenci gençlik üzerine oynadığı oyunlara karşı uyanıklığı asla elden bırakmamak gerekir. Onların AKP hükümetini gözden düşürmek adına devrimci gençlik üzerinden politika yapmasına, devrimci gençliğin mücadelesini CHP’nin hanesine kaydetme girişimlerine izin verilemez. Bu noktada CHP yöneticilerinin manipülatif girişimlerine karşı kimi devrimci gençlik çevreleri arasında doğru tutumların takınıldığını görmek sevindiricidir.
Öte yandan meseleyi sermaye düzenine karşı mücadeleden uzaklaştırarak salt AKP karşıtı mücadeleye indirgeyen ve CHP başta olmak üzere statükocu burjuvazinin peşine takılan sözümona sosyalist çevrelerin, gerek toplumsal planda gerekse de öğrenci gençlik içerisinde göreli bir güç kazanmaları asla yanıltıcı olmamalı. Devrimci sosyalist fikirler temelinde değil sol-Kemalist önyargıları besleyerek kazanacakları böylesi bir güç, sosyalizm davasının hanesine bir kazanç yazılmış olmayacaktır. Öte yandan büründükleri sosyalizm şalından ötürü, solun devrimci kesimleri üzerinde de bozucu bir etki yapacaklardır, yapıyorlar. Bu etkiye karşı durmak devrimci sosyalistlerin en başta gelen görevlerinden biridir.
İşçi hareketi bu denli örgütsüz durumdayken, sanki ondan tümüyle bağımsız olabilirmiş gibi, öğrenci hareketinin tıkanıklığının aşılmasından, hele de kitlesel devrimci bir gençlik hareketinden bahsetmek doğru değildir. Benzer şekilde, devrimci örgütler bu denli zayıf ve parçalanmış bir tablo sergilerken, birleşik ve kitlesel bir öğrenci hareketi geliştirmeye dönük zihin jimnastikleri de beyhude bir çabadan öteye geçmeyecektir.
Asıl mesele, yukarıda değinilen sorunların çok daha yakıcı ve ciddi bir biçimde işçi hareketi ve sosyalist hareket için geçerli oluşudur. Bu tıkanıklığı aşmadan, farklı toplumsal dinamikler peşinde koşmak, sınıfsal bakıştan ayrılmak anlamına gelecektir. Demek ki, ister öğrenci olsun ister işçi, bugün enternasyonalist komünistlerin tutması gereken ana halka, işçi sınıfının devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyinin yükseltilmesi uğruna canla başla çalışmaktır.
link: Oktay Baran, Türkiye’de ve Avrupa’da Öğrenci Eylemleri, 1 Şubat 2011, https://marksist.net/node/2582
Hizbullah Tartışmaları Üzerine
Doğanın Dengesini Bozan Kapitalizmdir