Kapitalizmi sarsan küresel ekonomik kriz, burjuvazinin sistemi rayına oturtmaya dönük bütün çabalarına rağmen Avrupa’da da tüm dengeleri altüst etmiş bulunuyor. Euronun hızla değer kaybetmesi, bütçe açıklarının burjuva devletleri iflas noktasına sürüklemesi, işsizliğin çığ gibi büyümesi ve sınıf hareketinin militanlaşması, egemenleri kara kara düşündürüyor. Ancak sermayenin temsilcileri, yıllardır uyguladıkları neoliberal ekonomi programlarını daha da ağırlaştırarak hayata geçirmekten başka bir çıkış yolu bulamıyorlar. Bu saldırı programının en acı reçeteler eşliğinde uygulamaya koyulduğu ülkelerden biri de Yunanistan. Ne var ki Yunan işçi sınıfı boynunu bıçağın altına uysal bir koyun gibi uzatmıyor.
Bilindiği gibi neoliberal saldırı programları yıllardır tüm dünyada uygulanıyor. Kamu harcamalarının kısılmasıyla, özelleştirmelerle, güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılmasıyla, reel ücretlerin sürekli olarak düşmesiyle vb. karakterize olan bu saldırılar, işçi sınıfının örgütlülük düzeyine ve mücadele geleneğine bağlı olarak kimi ülkelerde daha sorunsuzca ve kısa sürede, kimilerindeyse sancılı ve sürüncemeli bir şekilde hayata geçirildi. Yunanistan ise bu saldırıların büyük bir dirençle karşılaştığı ülkelerden biri oldu hep. 1990’lardan bu yana Yunan işçi sınıfı da büyük bir ücret kaybına uğradı, işsizlik giderek arttı, sigortasız ve güvencesiz çalışma alabildiğine yaygınlaştı. Ne var ki, Yunanlı işçiler, mücadele gelenekleri sayesinde, saldırıların burjuvazinin istediği hızda ve ölçüde gerçekleştirilebilmesinin önüne geçmeyi başarabildiler. Bu durumdan Yunan burjuvazisi de Avrupa burjuvazisi de son derece rahatsızdı. Yunanistan’ın “asi” işçileri Avrupalı sınıf kardeşlerine kötü örnek olmaktaydı ve cezalandırılmalıydı! İşte şimdilerde Yunan burjuvazisinin Avrupa burjuvazisiyle el ele vererek yaptığı tam da budur. Bunun yanı sıra Yunanistan, AB burjuvazisi için, işçi sınıfının tepkisinin sınanacağı bir test sahası vazifesi de görmektedir aynı zamanda.
AB-IMF-PASOK ortak yapımı bir klasik
AB’nin IMF’nin de katkısıyla Yunanistan’a 110 milyar euroluk kredi vermeyi kabul etmesinin ardından, PASOK hükümeti, bu kredi anlaşmasının bir gereği olarak, bütçe açığını üç yılda %13,6’dan %3’ün altına indirme taahhüdüyle büyük bir saldırı programını yürürlüğe koydu. Gelir vergisinin artmasından çekinen kapitalistler ellerindeki milyarlarca doları yurtdışındaki off-shore hesaplarına kaydırırken, açıklanan saldırı paketi her yerde olduğu gibi Yunanistan’da da sadece emekçileri vurdu. Kamu harcamalarında 30 milyar euroluk kesintiye gidilmesini öngören bu plana göre, ücretler 2014 yılına kadar dondurulacak, çalışanların ve emeklilerin yasal hakkı olan yılda iki maaş ikramiyeleri (Paskalya ve Noel) kaldırılacak, sosyal haklar iyice budanacak. İşten çıkarmaları yasal açıdan kolaylaştırmaya girişen PASOK hükümeti, gençlerin asgari ücretin altında ücretlerle çalıştırılmasının önünü açan bir yasayı da bu pakete sokmuş durumda.
Saldırılar emeklileri de es geçmiyor. Emekli maaşları düşürülürken, emeklilik yaşı 65’ten 67’ye, tam kapsamlı emekliliği hak etmek için gerekli çalışma süresi 35 yıldan 40 yıla çıkartılıyor. Yunan hükümeti, AB’nin ve IMF’nin borç vermek için dayattığı, emekli olacak işçilerin yerine kimseyi almayarak kamuda 200 bin kişilik bir küçülmeye gitme ve kamu yatırımlarını azaltma koşulunu da kabul etmiş bulunuyor. Bunların yanı sıra, geçtiğimiz aylarda %19’dan %21’e çıkarılan KDV, 2 puan daha arttırılıyor. Akaryakıta, sigaraya ve alkollü içkilere %10 ek vergi geliyor.
Tüm bu saldırılar karşısında sessiz kalmayıp direnen Yunan işçi sınıfı, bu yüzden uluslararası ölçekte uygulamaya koyulan bir karalama kampanyasına da maruz kalıyor. Türkiye de dahil olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde, burjuva medya, bangır bangır yaptığı yayınlarla, Yunanistan’da kamu çalışanlarının oranının çok yüksek olduğu, bunların hiçbir iş yapmadan para kazandığı, işçilerin dolgun maaşlarla erkenden emekli olup devleti soyduğu, krize ve devletin iflasa sürüklenmesine AB’nin paralarını yiyen “tembel, şımarık ve asi” Yunanlı işçilerin yol açtığı yalanlarını yayıyor. Oysa bizzat AB İstatistik Bürosunun (Eurostat) verileri bu iddiaların tümüyle yalan olduğunu ortaya koyuyor.
Bu veriler, AB üyesi ülkeler içinde enflasyonu en yüksek ikinci ülke olan Yunanistan’da (%4,7), ücretlerin iddia edilenden çok daha düşük seviyede olduğunu gösteriyor. Aynı veriler, haftalık çalışma saatlerinin de Avrupa ortalamasının üzerinde olduğuna işaret ediyor. Haftalık çalışma süresinin AB ortalaması 40,3 saatken, bu süre Yunanistan’da 42 saate çıkıyor.
Burjuva medya aracığıyla yayılan yalanların aksine Yunanistan’da, sosyal güvenlik primi ve vergiler dahil olmak üzere ortalama aylık brüt işçi ücreti 803 eurodur. Bu rakam AB ülkelerinin büyük bir çoğunluğunun altındayken (örneğin Fransa’da 1250, İrlanda’da 1300 euro), asgari ücret sadece 740 eurodur ve PASOK hükümeti buna da göz dikmiştir.
2500 euro maaş alıyorlar denilen emeklilerin hali pür melaline gelince. Yunanlı emekliler gerçekte ortalama 750 euroluk maaşa talim ederken, bu rakam İspanya için 950, İrlanda için 1700, Belçika için 2800 eurodur. Üstelik Yunanlı emeklilerin bu “dolgun maaşı”, yeni paketin hayata geçmesiyle birlikte daha da kırpılacaktır.
Kamu çalışanlarının oranının Avrupa’nın en yüksek ülkesi olduğu da tümüyle yalandır. İsveç’te %34, Fransa’da %30, Hollanda’da %27 olan bu oran Yunanistan’da %23’ün altındadır. Üstelik yüz binlerce kamu emekçisi, geçici iş sözleşmeleriyle, eksik haklarla ve düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Hatırlanacak olursa, Türkiye’de de 1980’lerden itibaren bu yalan eşliğinde kamu çalışanlarına muazzam bir saldırı başlatılmış ve kamu çalışanlarının sayısı son derece azaltılmıştı. Benzer bir kampanya şimdi de Yunanistan için yürütülüyor. Ancak Yunan işçi sınıfı, bu saldırılara kolayına boyun eğmeyeceğini birbiri ardına gerçekleştirdiği genel grevlerle gösteriyor.
İşçi sınıfı ayakta
Bu grevlerin en kitleseli 5-6 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi. Kamu işçilerine özel sektör çalışanlarının da destek verdiği iki günlük genel grevde Yunanistan’da hayat felce uğradı. Ancak bu kez yüz binlerin öfke dolu gösterileri, yakın dönemde yaşanan diğer genel grevlerden farklı olarak adeta bir isyan provasını andırıyordu. Atina’da 150 bini aşkın işçi sokaklara dökülürken, başta Selanik olmak üzere tüm büyük kentlerde de on binlerce işçi, “Hırsızlar için hiçbir fedakârlıkta bulunmayacağız” çığlığını yükselterek meydanlardaydı. Yunanistan’ın nüfusunun 11 milyon olduğu dikkate alındığında, bu sayıların oransal olarak ne kadar büyük kitlelere tekabül ettiği daha net anlaşılabilir.
Nitekim Atina’da 5 Mayısta gerçekleştirilen gösteriler, 1974 yılında faşist Albaylar Cuntasının devrilmesine yol açan kitlesel protestolardan bu yana yaşananların en geniş katılımlısı olarak tarihe geçti. Atina sokaklarını sloganlarıyla gün boyu inleten işçiler, öğrenciler, emekliler, IMF-AB-PASOK ortak yapımı “kemer sıkma” planlarına ateş püskürürken sık sık polisle çatıştılar. Öfkeli yığınlar parlamentoyu da saatlerce kuşatma altında tuttular. İşçiler dünyaca ünlü Akropolis tapınağına “Avrupa Halkları Ayaklanın” yazılı büyük bir pankart asarlarken, tüm tarihi yerler gibi Akropolis’i de turist ziyaretine kapattılar.
Gösteriler sırasında bir banka şubesine molotof kokteyl atılması sonucunda çıkan yangında 3 banka çalışanının dumandan zehirlenerek hayatını kaybetmesinin ardından, burjuvazi buna, grevi karalayıp protestoları sona erdirmek için bulunmaz bir fırsat olarak dört elle sarıldı. İşçiler, teröristlikle, vahşilikle, vandallıkla suçlandılar. Ancak, ülkenin en büyük burjuvalarından birine ait olan bu bankanın hiçbir şubesinde yangın merdiveninin ve yangın söndürme tertibatının bulunmadığını, o gün içerde çalışan işçilerin banka yönetimi tarafından işten atılmakla tehdit edilerek çalışmak zorunda bırakıldıklarını açıklayan banka çalışanları sendikası ve işçiler, asıl suçlunun bizzat kapitalistler olduğunu ortaya sererek bu kirli oyunu bozmayı başardılar.
Devletin ve burjuva medyanın anarşist gruplara yıkmaya çalıştığı, ancak doğrudan polis provokasyonu olma ihtimali de bulunan bu eylem bahane edilerek işçilere acımasızca saldırıldı, sosyalistlerin büroları basıldı, 100’e yakın insan gözaltına alındı. Ne var ki bu polis terörüne rağmen emekçiler korkup sinmediler. Grev, gösteriler eşliğinde ikinci gün de devam etti ve parlamento önünde 25 bin kişi toplanarak protestoları sürdürdüler. Benzer şekilde, 20 Mayıstaki son genel grev de çok yüksek bir katılımla gerçekleştirildi ve Atina’da ve Selanik’te on binlerce işçi, PASOK’un meclise getirdiği yeni sosyal güvenlik yasasını protesto etti.
Burjuvazi panikte
Yunan işçi sınıfı aylardır ayakta ve yılbaşından beri beş ayda beş genel grev gerçekleştirdi. Sendikaların tepesine çöreklenen burjuvalaşmış bürokratlar, öfkeli kitlelerin gazını almak için razı gelmek zorunda kaldıkları genel grevlerde, katılımı ve militanlığı mümkün olduğunca sınırlamaya çalışıyorlar. Ancak bunu başaramıyorlar. Özellikle 5-6 Mayıs genel grevi, işçi sınıfının kabından taşan öfke selinin önünde hiçbir engelin duramayacağının, sıradan gibi görünen bir eylemin dahi günü geldiğinde önüne geçilemez bir ayaklanmaya dönüşebileceğinin ipuçlarını vermiştir. Bir isyan provasına dönüşen bu grevin ardından korkuya kapılan Yunan burjuvazisi kara kara ne yapacağını düşünmeye başlamıştır. Demokratik hakları askıya alacak ve anayasayı bu gözle yorumlayacak yeni bir hükümet kurulması gerektiğinin, Papandreou’nun böyle bir hükümete önderlik etmeye uygun olmadığının, Eleftherotypia gibi bir gazetede ve ünlü bir gazeteci tarafından dillendirilmesi tesadüf değildir. Söz konusu yazıda açık açık, olağanüstü yetkilere sahip böylesi bir hükümetin, anayasanın bazı maddelerini askıya alması, grev hakkını sınırlaması, son genel grevde yaşananlara benzer eylemleri yasadışı ilan etmesi, hassas bölgelerde gösteri yapılmasını yasaklaması savunulmaktadır. Tüm bunlar, burjuvazinin sınıf çatışmasının daha keskin bir aşamaya sıçraması durumunda izleyeceği yolun sinyallerini vermeye başladığını gösteriyor.
Paniğe kapılan sadece Yunan burjuvazisi de değildir. Başta AB ülkeleri olmak üzere küresel sistemin tüm oyuncuları Yunanistan’da patlak verecek devrimci durumun kısa zamanda bir salgına dönüşerek tüm sistemi vuracağından endişe etmektedirler. Bu nedenle de Yunan işçi sınıfına öfke kusmaktadırlar. Nitekim bu yangının diğer ülkelere sıçramasının önüne geçmek için, satılmış kalemler anında harekete geçirilmiştir. İşte 5 Mayısta Yunanistan’da olanları görünce feleği şaşan bir satılmış kalemin, “Yunanistan Avrupa’ya Yakışmıyor” diyerek Türkiye’den döktürdüğü satırlar:
“Zeus’un evlatları, dün Atina’yı yakıp yıkarken, iyi ki, dedim, şımarık tembellerin değil, her şeye rağmen çalışkan, sabırlı, inançlı insanların ülkesinde yaşıyorum. Yıllardır üretmeyen, çalışmayan, kafelerde Frappe’lerini yudumlayıp sadece şikâyet üstüne şikâyet eden Yunanlılar, (…) utanç içinde başlarını öne eğip “Yedik içtik, yıllardır Avrupa’nın parasıyla dev bir kamu sektörünü yolsuzluk ve üretimsizlikle şişirdik” diyeceklerine, hiddetlenip yakıp yıkıyorlar. (…) Yunanistan’a giden herkes, o ülkedeki otorite-nefretini, çalışma-alerjisini, anarşist ruhu bilir. (…) Olympos’un sahte tanrıları gerçeklik duvarına toslayınca, bir anda çılgına dönüp “demokrasinin beşiği”ni Kırgısiztan’a çeviriverdiler. O zaman hak ettikleri yer de Avrupa değil Orta Asya olmalı...”
Bu kalemşor, Atina sokaklarındaki “kaos ve isyan görüntüsünün” Türkiye’de asla yaşanmayacağını, bu toprakların “uysal” işçilerinin Meclis’i basma gibi bir girişimde asla bulunmayacaklarını söyleyerek, Türkiye işçi sınıfını pışpışlamaya da kalkmaktadır:
“Türkiye’de siyasi kavga yok mu sanki? İşsizlik, açlık deseniz, Yunanistan’dan kat kat fazla. (…) Ama Türkiye her defasında ne yaptı? Başını dik tutup kat-lan-dı. Anadolu’nun ruhu bu. Kanaatkâr ve sabırlı. Müslüman Kalvinistleriz biz. Fransızlar gibi dırdır, İspanyollar gibi âlem, Yunanlılar gibi vıdı vıdı yapmaktansa, Almanlar gibi ilerliyoruz adım adım. (…) Kızdığımız yok mu? Çok. (…) Ama ne yapıyoruz biliyor musunuz sevgili Yunanlı dostlar? Sıramızı bekleyip, sandığa gidip sessizce oyumuzu atıyoruz. İktidara getirip, memnun kalmayınca alaşağı ediyoruz. Demokrasimiz mükemmel değil; çok eksiği gediği var. Ama yine de demokratik sabırla çok şeyin üstesinden geldik bu ülkede. Siz hiç dün Atina sokaklarındaki kaos ve isyan görüntüsünü; kafası bozulan Türklerin bir muz cumhuriyetinde yaşarmış gibi Meclis’i basabileceğini düşünür müsünüz?” (Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet, 6 Mayıs 2010)
Türkiye burjuvazisi ve çanakyalayıcıları “bizim halkımız kanaatkârdır, sabırlıdır” diyerek yüreğine su serpmeye çalışadursun, Yunanistan’daki olası bir devrimci durumun yansımasının ilk hissedileceği yerlerden birinin Türkiye olacağı açıktır. Bu grevden bir hafta sonra Erdoğan’ın 10 bakan ve 100 işadamıyla Atina’ya gitmesi ve bir yandan Türkiye burjuvazisine yeni yatırım alanları açmaya çalışırken bir yandan da birlikte neler yapabilirizin müzakere edilmesi boşuna değildir. Türkiye burjuvazisi bir yandan komşudaki yangını fırsata çevirmek isterken, öte yandan alevlerin kendi evine sıçramaması için kova kova su taşımak zorunluluğu duymaktadır.
İsyan yayılıyor, tarih sınıf devrimcilerini göreve çağırıyor!
Çok açıktır ki, işçi sınıfının en zor koşullarda çalışarak ürettiği devasa kaynakları har vurup harman savuran gerçek tembeller ve şımarıklar, üretmeden üretilene el koymak dışında hiçbir maharetleri olmayan asalak burjuvalardır. Bu asalaklar, yarattıkları krizden çıkmak için de yine emekçilerin ümüğüne sarılmaktadırlar. Türkiye işçi sınıfının yakından tanıdığı saldırı paketleri sadece Yunanistan’la sınırlı kalmayıp Avrupa’nın diğer ülkelerinde de bir bir uygulamaya konmaktadır. İngiltere’de çiçeği burnunda Muhafazakâr-Liberal koalisyon hükümetinin ilk icraatı kamu harcamalarında kesintiye gidileceğini açıklamak oldu. İspanya’da sözde “sosyalist” Zapatero hükümeti, bütçe açığını kapatmak adına kamu harcamalarında 15 milyar euroluk kesinti yapma ve 2011 yılında ücretleri dondurma kararı alırken, sendikalar 2 Haziranda genel greve gideceklerini ilan ettiler. İtalya, Portekiz, Romanya gibi ülkelerde de benzer saldırı paketleri gündemde ve işçi sınıfı bu duruma ateş püskürüyor.
Romanya’da 6 ay önce iktidara gelen sağcı hükümetin hayata geçireceğini açıkladığı “kemer sıkma” tedbirleri, başkent Bükreş’i, Çavuşesku’nun devrilmesine yol açan işçi protestolarından bu yana görülen en geniş katılımlı protesto gösterilerinin sahnesi haline getirdi. Çalışanların ücretlerinde %25, emekli maaşlarında ise %15 indirime gidileceğini açıklayan hükümet, son olarak 19 Mayısta başkent sokaklarına dökülen 40 bin işçi tarafından protesto edilirken, “1989’da diktatörlüğü devirirken yaptığımız gibi güçlerimizi birleştirmeliyiz” çağrılarına polis sendikasından da destek açıklamaları geldi.
Bütün bunlar, dünya ölçeğinde yaşanan derin ekonomik krizin büyük toplumsal çalkantılara yol açacak bir tarihsel bunalım olduğunu gösteriyor. Burjuva hükümetlerin iktidara gelir gelmez yıpranmaya başladıkları, işçi kitlelerin öfkesinin yatışmak bir yana giderek daha da tırmandığı, ekonomik-siyasal-toplumsal istikrarsızlığın mevcut konjonktüre damgasını bastığı sarsıcı bir kriz döneminden geçiyoruz. Birbiri ardı sıra patlak verecek ve zincirleme yayılacak devrimci durumlara gebe bu süreçte, toplumsal patlamaların devrimle taçlanmasının önündeki tek engel, işçi sınıfının enternasyonalist bir devrimci siyasal önderlikten yoksun olmasıdır. Yunanistan işçi sınıfı da bugün bu eksikliği tüm yakıcılığıyla hissetmektedir. Marksist geçinen reformistler PASOK’u sola çekme hayaliyle sınıfa ihanet ederken, yapılan son anketler bu burjuva partinin oy oranının birkaç ay içinde 10 puan birden düştüğünü göstermektedir. Üstelik bu oylar sağcı Yeni Demokrasi Partisine de gitmemiş, ankete katılanların %60’ı yeni bir sol partiye ihtiyaç olduğunu düşündüğünü beyan etmiştir. Bu durum kitlelerdeki hoşnutsuzluğun ve düzen dışı sol bir alternatif arayışının önemli bir göstergesidir.
Yaşananlar, işçi sınıfının militan bir sınıf olarak varlığını yitirdiğini söyleyenlerin tarihsel yanılgısını ispat ettiği gibi, Bolşevik temellerde inşa edilmiş bir devrimci önderlik olmaksızın yükselen sınıf hareketinin daima düzenin sınırlarına çarpıp parçalanmaya ve devrimci durumların heba olmasına yazgılı olduğunu da acı bir şekilde göstermektedir. Gün, proleter devrim yolunda işçi sınıfının enternasyonalist komünist örgütlülüğünü güçlendirme günüdür.
link: İlkay Meriç, Yunanistan’da “Tembeller” İsyanda, Burjuvazi Panikte, 1 Haziran 2010, https://marksist.net/node/2455
Futbol, Bahis, Şike ve Kapitalizm
Baykal’a Derin Darbe, Statükoculuğa Hayat Öpücüğü!