Burjuvazi, bir heves, dünyayı derinden sarsan ekonomik krizden çıkılmakta olduğu türküsünü tutturmaya başlasa da, krizin işçi sınıfının üzerindeki olumsuz etkileri katlanarak büyümeye devam ediyor. Fabrikaları, işyerlerini kapatarak ya da çalışan sayısını azaltarak işsizleri sefaletin kucağına iten, çalışanları ise dayanılmaz iş koşullarına boyun eğdiren patronlar sınıfı, dünyanın her tarafında işçi sınıfına krizin faturasını ödetmeye dönük uygulamalarını sürdürüyor.
Ancak, patronlar sınıfının bu saldırılarına işçi sınıfı bütünüyle sessiz kalmıyor. Henüz yaygın ve bütünsel olmasa da, dünyanın çeşitli bölgelerindeki fabrikalardan direnişlerle, grevlerle, işgallerle ilgili haberler geliyor. Güney Kore’de Ssangyong işçileri, Fransa’da New Fabris, JLG ve Nortel fabrikalarında çalışan işçiler, Hindistan’da banka çalışanları ve öğretmenler, İngiltere’de Vespas işçileri, Arjantin’de çelik, Mısır’da pamuk işçileri eylemleri ile patronlar karşısında seslerini yükseltiyor, dünya işçi sınıfının uluslararası mücadelesinin alazlarını yakmaya çalışıyorlar.
Bu seslere Türkiye işçi sınıfı da, henüz tek tek işyerlerinden de olsa, sesini kattı, katmaya devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda başlayıp biten ya da devam eden, TEGA grevi, Ankara Üniversitesi yemekhane işçilerinin direnişi, Mersin Liman işçilerinin sendikalarını kabul ettirme ve işlerine geri dönme mücadelesi, Atv-Sabah çalışanlarının grevi, E-Kart fabrikasındaki grev, Meha işçilerinin, Kent A.Ş. işçilerinin ve Sinter metal işçilerinin direnişi gibi pek çok eylem, işçi sınıfının kapitalizmin yarattığı koşullara tepkisinin dinmediğini, dinmeyeceğini gösteriyor.
Ne var ki, dünyada ve Türkiye’de, gericilik yıllarının yıkıcı ve bozucu etkileri, bu mücadelelerin layıkıyla sürdürülmesinin ve işçi sınıfına moral kazandıracak biçimde neticelenmesinin çoğunlukla önüne geçiyor. Çünkü işçi sınıfı hareketinde durgunluk ve dağınıklığın, umutsuzluk ve yılgınlığın baskın olduğu, deneyimlerin ve kazanımların taşıyıcısı ve koruyucucusu olan örgütlerin dağıtıldığı ya da tasfiye edildiği bir süreç olan gericilik dönemi, öncü işçilerin dünya işçi sınıfının iki yüz yılı aşan mücadelesinin birikimlerinden yoksun olarak kavgaya girmesine yol açmış bulunuyor.
Bugün mevcut ancak aşılması gereken durum budur. Genç işçi kuşakları örgütsüzlük ve dağınıklığın sonucu, geçmiş örgütlenme ve mücadele deneyimlerinden ve bu deneyimlerin bugüne ışık tutacak derslerinden mahrumdur. Türkiye açısından bu gericilik dönemi 12 Eylül askeri faşizmi ile birlikte başladığı ve faşizm tarafından ezilen işçi sınıfı hareketi aynı zamanda dünyada yükselen gerici dalganın etkisine girdiği için sorunlar katmerlidir. Sınıf devrimcilerinin etkisiz kaldığı bu dönemin özelliği nedeniyle sınıfın çeşitli kuşaklarında yılgınlık ve yenilgi psikolojisi hâkim olmuş ve bu durum onları örgütlü sınıf mücadelesinden uzaklaştırmıştır.
Öte yandan Türkiye devrimci hareketinin ekseriyeti itibariyle işçi sınıfı temelinden ve perspektifinden yoksun olması nedeniyle sınıf temelli mücadele birikimleri örgütsel düzeyde son derece sınırlıdır. Proleter temelde mücadele etme anlayışına sahip, sınıfın siyasal örgütlülüğünü yaratma çabasında olanlar için bu yüzden işçi sınıfının tarihsel birikimini bugünün ve geleceğin sınıf bilinçli ve öncü işçilerine aktarmak büyük önem taşıyor.
Bu birikimin en önemli ve işçi hareketinde en çok eksikliği hissedilen unsurlarından biri de grev ve direnişlerde yaşama geçirilmesi gereken devrimci anlayış ve tutumlardır. Bütün devrimciler bilir; grev ve direnişler burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesinin günlük yaşama yansımalarıdır. Sınıf savaşının muharebe alanlarıdır. Bu yüzden olumlu olumsuz sonuçlarıyla tek tek işçilerin yaşamında önemli etkileri olabilmektedir. Sınıf mücadelesinin gelişiminde de yer yer önemli sonuçları olur. Bu nedenlerle sınıf temelinde devrimci mücadeleyi sürdürenlerin bu husustaki deneyim ve dersleri döne döne hatırlatması önem taşımaktadır.
Direniş ve grevlere hazırlık döneminde üzerinde durulması gerekenler
Grev ve direnişlerle ilgili olarak kendisini gösteren başlıca sorun mücadelenin örgütlü biçimde götürülmesindeki eksikliktir. Bu da işin daha en erken safhası olan hazırlık safhasından itibaren kendisini gösterir. Bazı grev ve direnişler çok ani biçimde patlak verse de, çoğu durumda perşembenin gelişi çarşambadan belli olmaktadır. Ani gelişen direniş ve grevler için elbette bir ön hazırlık sürecinden söz etmek anlamlı değildir, ancak bunun dışındaki çoğunluk durumlar için hazırlık süreci mücadelenin kaderi bakımından hayati bir önem taşımaktadır. Gerekli ön hazırlıkları yapmadan mücadeleye atılmak, mücadelenin kazanılmasını şansa bırakmaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Hazırlıksız bir savaşa tutuşmak yenilgiye baştan davetiye çıkarmaktır. Mücadeleye aktif biçimde atılmadan, talepler yüksek sesle dillendirilmeden önce, nelerle karşılaşılabileceğini elden geldiğince kestirmek ve mümkün olduğunca bunlara karşı tedbirler almak gereklidir.
Ancak ne yazık ki bu olmazsa olmaz hazırlık süreçleri bugün örneğini yaşadığımız pek çok grev ve direnişte ya “kervan yolda düzülür” anlayışı ile ya da en kolay görülen ihtimallerin gerçekleşeceği umuduna tutunarak es geçilmekte, böylece yenilgiye kapılar daha mücadelenin en başında açılmaktadır. Örneğin işçilerde büyük bir moral bozukluğuna yol açarak sona eren Ankara Sincan Organize Sanayi Bölgesindeki TEGA grevinde, işçiler, patronun kısa zamanda toplu sözleşmeyi imzalamak zorunda olduğu umuduyla yola çıkarılmış, başka hiçbir olasılığa gerçek anlamda hazırlanmamışlardı. Bu umudun gerçekleşmeyeceği ufukta belirince de diğer zorlukların basıncı altındaki işçilerin çözülmesi hızlanmıştı.
Direniş ve grevlere hazırlanma dönemlerinde, yani direniş veya grev henüz başlamadan, bir örgütlenme komitesinin oluşturulması çok önemlidir. Komitenin açık mücadele başladıktan sonra oluşturulması, bir nevi ordunun savaşa kurmay heyeti olmadan girmesi gibidir. O nedenle hazırlığın en önemli unsuru komitenin sağlıklı biçimde oluşturulmasıdır. Burada, komitenin sürece katılan rasgele işçilerden değil, en bilinçli ve mücadeleci işçilerden oluşturulmasına da dikkat etmek gerekir. Çünkü komite ne kadar güçlü oluşturulursa başarı şansı o denli artar.
Direniş veya grevin gündelik işlerinin örgütlenmesinden işçilerin en basit sorunlarına kadar her konuyla komite ilgilenmelidir. Bu konumu komiteye sendikayı denetleme olanağını da sağlar. Grev ya da direniş komitesinin daha grev veya direniş başlamadan oluşturulması ve grev ve direnişlerde mücadeleyi bu komitenin sevk ve idare etmesi ne yazık ki son zamanlarda gündeme gelen mücadelelerin hiçbirinde gerçekleşmemiştir. Bu mücadelelerin istenilen düzeylerde etkili olamaması ya da yenilgisinde bu durum en önemli eksiklik olarak ortaya çıkmıştır.
Önemli hususlardan birisi de grevlere ve direnişlere hazırlık döneminde bilinç ve moral unsurudur. Bir mücadeleye girişecek işçilerin moral bakımdan hazır olmalarının önkoşulu ise işçilerin asgari bir düzeyde de olsa belli bir bilinç düzeyine ulaşmış olmalarıdır. Ne var ki, işçilerin işçi olmaktan kaynaklanan yaşam koşulları böylesi bir bilincin nesnel zeminini yaratsa bile, işçilerin çoğunluğu otomatik olarak bu bilinç düzeyine ulaşamaz. Bu noktada, daha önce çeşitli deneyimlerden geçmiş ya da daha üst bir bilinç düzeyine sahip işçilere, kendi deneyimlerini, bilgi ve birikimlerini diğer işçilere aktararak onlara nelerle karşılaşabileceklerini ve bunlarla nasıl baş edilebileceğini mümkün olduğunca detaylı biçimde anlatma sorumluluğu düşmektedir. Hazırlığın moral unsuru esas olarak işçilerin kendilerine olan güvenlerinin yerine gelmesiyle sağlanacaktır. Deneyimli işçiler, doğacak zorlukları ne diğer işçilere gaz vermek için küçümsemeli ve üzerini örtmeli ne de kaskatı bir gerçekçilik adına abartmalıdır. Deneyimli devrimci işçilere düşen görev, duygulara kendini kaptırarak gereksiz çağrılarda bulunmak değildir. Deneyimli işçiler gelişmeleri serinkanlı bir biçimde izleyerek gerçekçi ve işçileri bir adım daha ileri taşıyacak önerileri üretmeli ve bunların hayata geçmesi için inisiyatif ve sorumluk üstlenmelidirler.
Mücadelenin örgütlenmeye başladığı günden itibaren bu çalışmaya, yani sınıf bilincinin geliştirilmesi ve tüm işçiler arasında yaygınlaştırılması çabasına, titizlikle girişilmelidir. Sınıf mücadelesinin asli unsurları sürekli bir eğitimle grevci, direnişçi işçilere anlatılmalıdır.
Bir başka çok önemli nokta da sendikalaşma mücadelesinden patronların haberdar olmaması için yapılacak şeylerdir. Sendikal haklar, çoğunlukla alabildiğine kısıtlanmış olarak, burjuva yasalarında yer alırlar. Ancak bunları hayata geçirmek burjuvaların düzeninde pek kolay değildir. Yasal hak olması, bu hakkın kullanılmaya çalışıldığını patronun duymasıyla birlikte işçilerin kapı önüne konulmasını engellemez. Patronlar bu konuda en ufak bir duyum aldıklarında ya da şüpheye düştüklerinde derhal tensikata girişmekte, üstelik bununla da yetinmeyerek haklarını isteyen işçileri “terörist”likle vb. suçlamaktadır. Mersin Limanında Akan-sel firmasında çalışan işçilerin sendika üyeliklerini onaylattıkları noter tarafından patrona ihbar edilmeleri ve ardından patron tarafından derhal kapı önüne konmaları bu durumun sayısız örneklerinden biridir.
Bu yüzden gizlilik tartışmasız biçimde gerekli ve hayatidir. Aynı zamanda son derece meşrudur. Gizlilik meşrudur çünkü patronlar kendi ticari sırlarını saklarken bunu tartışmazlar bile. Örneğin işçiler direniş öncesinde hazırlıklarının bir parçası olarak işyerinin gücünü, müşterilerinin sayısını, yapılan işlerin tutarını, fiyatını vb. öğrenmeye çalışsalar, ki bu türden bilgileri öğrenmek hazırlık dönemlerinde çok önemlidir, önlerine pek çok aşılmaz duvar çıkar. Patronlar kendi çıkarlarını korumak adına gizlilik içerisinde hareket ediyorlarsa ve bu meşru görülüyorsa, işçilerin kendileri için yürüttükleri mücadele sırasında gizlilik çabası içerisinde olmaları niçin gayrimeşru olsun?
İşçiler bugün pek çok işyerinde sendikal örgütlenme çalışmalarını gizlilik içerisinde yürütme gereğinin farkındadır. Fakat yine de, çoğu kez, gizliliğe gerekli önem verilmediğinden patronlar gelişmeleri erken haber almakta ve derhal kendi hazırlıklarına girişmektedirler. Genellikle işçiler yeterince örgütlenmemişken veya sendika yetkiyi almamışken işveren durumdan haberdar olmaktadır. Grev veya direnişler yaşanırken de patronlar işçilerin içinde bulundukları durumu, alınan kararları, her türlü yolu kendilerine mubah görerek öğrenmeye çalışmaktadırlar. Tüm bunlar grev ve direnişlerde daha hazırlık döneminden itibaren gizliliğe dikkat edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Hazırlık döneminin hayati derecede önemli bir diğer gerekliliği ise grev ve direniş fonunun oluşturulmasıdır. Yakın zamanlarda yaşanan bütün mücadelelerde istisnasız olarak en önemli sorun mali kaynak sıkıntısı olmuştur. Bazı işyerlerinde, grev veya direnişin ikramiye alınan ayların ertesine denk getirilmesi durumunda sorunun çözüleceği varsayılır. Oysa gerçek durum bu değildir. Çünkü bu mantık, mücadelenin 2-3 ayı geçebileceğini pek hesaba katmaz. Direnişe karar verildiğinde işçiler son derece kararlı görünürler: “Patronun dayanması mümkün değildir!” Ama işler zorlaşmaya başlayınca pek çok işçi, birden “hata” yaptığını fark eder: “Aslında patronun yenilmesi mümkün değildir!” Bu türden çözülmelerin sebeplerinden biri mücadelenin uzaması ise bir diğeri de maddi sorunlardır.
Grev veya direniş esnasında bu sorun olabildiği ölçüde sendikanın yardımıyla ve dayanışma geceleri düzenleyerek vs. aşılmaya çalışılır. Ancak yaşanan deneyimler bunların yeterli olmadığını göstermektedir. Direniş başlamadan ya da grev gündeme gelir gelmez fon oluşturmaya başlamak en doğrusudur. Bu faaliyet elbette sendikayla beraber hareket etmeyi dışlamaz ama fon oluşturma işini sendikanın inisiyatifine bırakmak hatadır. Tek çözüm mümkün olan en geniş işçi kitlesinin grev ya da direnişe destek fonuna sahip çıkmasıdır.
Grev fonu oluşturarak mücadeleye hazırlanmanın en olumlu örneklerinden biri Serna-Seral grevinde yaşanmıştır. Grevci işçilerden biri bu deneyimi şöyle aktarmaktadır: “Biz işçiler patronların verdikleri üç kuruş ücretle zaten ekonomik sıkıntı çekiyoruz. Bir de grev ya da direniş nedeniyle bu ücret kesilince, en doğal ihtiyaçlarımız olan barınma, yemek, elektrik, su vb. için gerekli parayı bile bulamaz oluruz. Bu sorun en çok da biz mücadele etmek isteyen işçileri düşündürür. Fakat sınıfımızın tarihi ve deneyimleri bu sorunun da çözümünü ortaya koyuyor. Ben de 250 günün üzerinde grevde kalan Serna-Seral’de önce işyeri daha sonra ise grev komitesinde yer alan bir işçi olarak, daha greve çıkmadan önce sınıf bilinçli öncü işçilerden bu deneyimleri öğrenme şansı bulmuştum… Bizler daha greve çıkmadan önce geçmişten aktarılan deneyimler sayesinde bir işyeri fonu oluşturduk… arkadaşlarımızın da onayını alarak, biriktirdiğimiz bu fonu daha greve çıkmadan önce kullanmaya başladık. O dönemde mücadele eden Seka, Coca-Cola ve deri işçilerinin direnişlerini ziyaret edip destek vermek için bu fondan faydalandık. Grevimiz boyunca belirlediğimiz sıkıntıların giderilmesi noktasında başka bir çözüm bulamadığımızda imdadımıza yine bu fon yetişti. 250 günü aşkın bir süre grevde kalmamıza rağmen grevimiz bittiğinde bile fonumuzda halen paramız bulunuyordu.” (www.uidder.org)
Direnişte veya grevde iken…
Direniş ya da grev fonunun oluşturulmasının hayati öneme sahip olduğunu vurguladık. Ancak sendikaların maddi dayanışmanın gereklerini yerine getirme sorumlulukları da ısrarcı biçimde takip edilmelidir. Grev veya direnişlerde genelde karşılaşılan durum mücadele eden işyerinin bağlı olduğu sendika şubesinin mali kaynaklara sahip olmaması, ya da işçilere öyle söylenmesidir. Ancak şubenin kaynaklarının olup olmadığı meselesi temel belirleyen olmamalıdır. Kendilerine mali güçlerinin yetmediğini söyleyen sendika yöneticilerine işçilerin vermesi gereken cevap, “öyleyse genel merkezi zorlayın, o da yetmezse konfederasyon devreye girsin” olmalıdır.
TİSK, MESS gibi işveren kuruluşları, burjuvaların genel sınıfsal çıkarlarını korumak adına rekabeti bir tarafa bırakarak işverenlere koşulsuz destek sunmaktadırlar. Ankara’da daha önce Ekstra-Metal patronu, geçen sene de TEGA patronu, Sincan Organize Sanayi Bölgesine sendikanın girmemesi için direnmişler ve grev sırasında diğer patronlar tarafından finanse edilmişlerdir. O halde işçi sınıfı için de bu derecede bir dayanışma zorunludur. Hem mücadele eden hem de mücadeleye destek veren işçiler sendikalarını bu basıncın altında tutmalıdır. İşçilerin mali sorunlarının bu tarzda yaklaşımlarla giderilmesi moral düzeyin yüksek tutulmasını da sağlamaktadır. Sadece en temel ihtiyaçların karşılanabilmesini sağlayacak düzeyde bile olsa mali imkâna sahip olmak, grevin evin mutfağından gelecek bir direniş nedeniyle kırılmasını önlemede önemli rol oynamaktadır.
Grev ve direnişler sınıf savaşının muharebeleridir demiştik. Muharebe kelimesi grev ve direnişler sırasında kimi zaman kelimenin ilk anlamıyla da işçilerin karşısına çıkar. Patronlar örgütledikleri çeteler ve devletin kolluk güçleri ile işçilere saldırılar düzenlerler. Grev ve direnişlere yapılan saldırılar başarılı bir biçimde püskürtülmediği sürece mücadeleci işçilerin morallerini yüksek tutmak mümkün olmaz. Bu yüzden bu saldırılara karşı hazırlıklı olmak, bu gibi durumlarda nasıl davranılacağını karara bağlamak ve alınan karar doğrultusunda tedbirler alarak düzenleme ve görevlendirmeler yapmak zorunludur. Ve bu tür görevlerde en mücadeleci işçilerin yer almasına da dikkat etmek gerekir.
Grev ve direnişlerin her biri aynı zamanda bir psikolojik savaştır. Polis, jandarma ve çevre baskısı sürekli işçilerin karşısında durur. Bu durumların karşısında sinirlerin sağlam kalabilmesi ise moralin yüksek tutulmasıyla mümkündür. Oysa bu süreçte patronlar, işçilerin ruhen yıpranması için sürekli çalışırlar. Mücadele içindeki işçilerin birbirleriyle ve çevreyle olan ilişkileri bu yüzden çok önemlidir. Mücadele öncesinde genelde birbirine yabancı olan işçilerin kaynaşması, yapılan mücadelenin ortaya çıkardığı işleri birlikte yaparken karşılıklı güven duygularını artırmalarının sağlanması bu açıdan üzerinde titizlikle durulması gereken bir konudur. Bilinçlenen ve mücadele eden işçilerin birlik duygusunun yükselmesi, patronun işçilerin psikolojilerini yıpratma çabalarını boşa çıkaracak en etkili silahtır.
İşçilerin birlik duygusunun arttırılması sadece işyeri üzerinden somutlanacak bir şey değildir. Yaratıcı büyük bir sınıfın parçası oldukları, onları asıl güçlü kılanın bu birlik olduğu gerçeği bütün mücadeleye yansıtılmalıdır. Mücadeleye diğer işçilerin vereceği desteği sürekli kılacak çalışmalar yapılmalı, bunun yanında yerel, ulusal ve uluslararası alanlarda haklarını arayan diğer işçilerin mücadeleleriyle bağlar kurulmalı, dayanışma arttırılmalıdır. Bu anlayış elbette sadece söylem düzeyinde “işçi sınıfının birliği”nden bahsetmekle hayata geçirilemez. Yanı başındaki işyerlerinden başlayarak, mücadelenin içeriği ve talepleri diğer işyerlerindeki işçilere anlatılmalı ve bu çaba planlı ve örgütlü biçimde süreklileştirilip yaygınlaştırılmalıdır. Unutulmamalıdır ki her işyerindeki sorunlar sınıfın ortak sorunlarının bir parçasıdır. Bu yüzden taleplerin ve eylemlerin yayılması ve ortaklaştırılması zorunludur. Ortak düşmana karşı ortak mücadele gerekir!
Öte yandan diğer işyerlerinde çalışan işçilerin desteğini pasif bir biçimde beklemek hep aynı yanılgıya yol açar: “Bize yardım etmiyorlar.” Ancak pasif şekilde bunu beklemek, istenen sonucu doğurmaz. Sınıf bilincine sahip olmak, beklentilerimizin gerçekleşmesi için ter dökmenin gerektiğini de bilmek demektir. Bu yüzden mücadeleye girişen işçilerin bizzat kendileri farklı işyerlerine, işçi çevrelerine ve sendikalara ziyaretler örgütlemelidir. Bunları periyodik hale getirerek diğer işçileri de mücadeleye dâhil etmek gerekir. Oysa pek çok grev ve direnişte, o işyerindeki işçiler bile eylemlerden ve mücadelenin gidişatından habersiz kalmaktadır. Grevin yaşandığı işyerindeki işçilerin bile mücadeleye aktif katılımı sağlanmamışken, başkalarının desteğini beklemek ve başarının böylece geleceğini ummak boşunadır. Bu yüzden tüm işçiler mücadeleye aktif olarak katılmalıdır.
Bunun yanı sıra, taleplerin duyurulması ve eylemlerin yaygınlaştırılması adına yapılanlar, pek çok grev ve direnişte basın açıklamaları ile sınırlı kalmaktadır. Bir mücadele aracı olarak basın açıklamalarının bu denli öne çıkması ve bu araca işlevinin ötesinde önem atfedilmesi yanlıştır. İşçilerin taleplerini mümkün olduğunca fazla sayıda işçiye ulaştırma istekleri elbette anlamlıdır. Ancak bunun en sağlam yolu aktif ve sürekli bir çaba ile örülen eylemlerdir. Oysa sermayenin ideolojisini yayma araçlarından biri olan burjuva medyanın, işçilerin haberlerini çarpıtmadan vermesi ve taleplerini olduğu gibi yansıtması eşyanın doğasına aykırıdır. Bu haberler burjuva medyada, ya işçiler kolluk kuvvetleriyle açıktan çatıştığı zamanlarda ya da zaten cümle âlem durumdan haberdar olduğunda yer almaktadır. İşçilerin mücadelesini gerçekten sahiplenip haberlerini duyuracak olan asıl olarak işçi basınıdır. Bu yüzden, işçi basınını her dönemde sahiplenip geliştirmek ve yaygınlaştırmak için çaba göstermek büyük bir önem taşır. Basın açıklaması yapılacağı zamanlarda da, basını davet edici pasif bir yaklaşım yerine, gazete, radyo ve televizyon binalarının aileler ve mücadeleyi destekleyen diğer işçilerle birlikte toplu ve kitlesel biçimde “ziyaret” edildiği aktif tutumlar daha etkilidir.
Bir başka önemli nokta da, kadın işçilerin mücadeleye fiilen katılmalarında gösterilen eksiklikler ve yanlış görüşlerdir. Mücadele yalnızca erkek işi değildir. Aynı işyerinde üretimi kadın erkek ayrımı olmaksızın gerçekleştiren, aynı sorunları yaşayan ve aynı çıkarlara sahip işçiler mücadeleyi de kadın erkek omuz omuza sürdürmelidirler. Direniş ve grevlerde kadınların geleneksel pasif konumu mutlaka ama mutlaka değişmelidir. Kadın işçiler mücadeleye aktif olarak katılmalı, erkek işçilerle aynı görev ve sorumlulukları üstlenmeli, sendikalardaki, komitelerdeki, grev nöbetlerindeki ve direniş çadırlarındaki yerlerini almalıdırlar. Bunun yanı sıra işçi eşleri de, çocukları da bu haklı mücadeleye dâhil edilmelidirler. Direnişlerin yumuşak karnının aileler olduğu ve mücadeleye katılımları sağlanmadığı ölçüde felç edici bir etki yapabilecekleri unutulmamalıdır.
Grev ve direnişlerde komitenin işlevi
Grev ve direnişlerde en sık karşılaşılan durumlardan biri de işçilerin temsilcilerini seçtikten sonra bir kenara çekilmeleri ve pasifleşmeleridir. Oysa mücadeleye atılan işçiler arasında aktif ve pasif işçiler şeklinde bir bölünme en tehlikeli sorundur. Bu bakımdan mümkün olduğu ölçüde her işçinin sorumluluk alması ve görev üstlenmesi sağlanmalıdır. Her işin temsilcilerin sırtına yıkılması, yapılan işlerin niteliğini zamanla düşürüp temsilcileri de yıpratmaya başladığı gibi, kimi zaman da temsilcilerin bürokrat gibi davranmalarına zemin hazırlar. Komite her işi yapan değil, işleri örgütleyen, koordinasyonu sağlayan bir organ olmalıdır.
Komitelerin mümkün olduğunca çok işçiyi temsil edecek büyüklükte olmasına dikkat edilmelidir. Ancak gereğinden büyük bir yapılanma da hantallığa ve iş yapılamamasına yol açar. Bunun çaresi çeşitli görevler üstlenecek alt komiteler oluşturmaktır. Komite işçilerle canlı bağlarını koruyarak her gelişmeden onları haberdar etmeli, önemli dönemeç noktalarında tüm işçilerin onayına mutlaka başvurmalıdır. Alınan her kararın gerekliliği işçilere en ayrıntılı biçimde anlatılmalı ve böylece daha geri bilinçteki işçilerin bu mücadeleden öğrenerek ve eğitilerek çıkmaları sağlanmalıdır.
Sınıf mücadelesi dümdüz bir hatta ilerleyen tek bir çarpışmadan ibaret değildir. Komitenin, temsil ettiği işçilere, hiçbir somut kazanım olmasa bile hak elde etmek için savaşmanın kendisinin bir kazanım olduğu bilincini edindirmesi gerekir. Grev ve direnişler bir gün biter ama sınıf mücadelesi süreklidir.
Komiteler mücadeleye giren işçileri birleştirme çabasında olmalıdır. Mücadele başka işyerlerine yayıldığı ölçüde komiteler arasındaki işbirliğinin arttırılması ve merkezileştirilmesi zorunluluğu da kendini dayatır. Bir bölgede ya da aynı işkolunda eş zamanlı mücadeleler söz konusu olduğunda, merkezi bir komitenin oluşturulması, direnişçi işçilerin patronların saldırılarına karşı yekvücut davranabilmesini sağlayacaktır.
Komitenin görevlerinin bir başka yönü de sendika ile ilişkiler sırasında ortaya çıkar. Komite işçi sınıfı mücadelesinde bir olgu olan sendika bürokrasisinin karşısında pasif, boyun eğici bir tutum içinde olmamalı, kendi bağımsız varlığını kabul ettirmeyi bilmelidir. Sendika bürokrasisinin attığı tüm adımlar dikkatle takip edilmeli, gerekli teşhirlerden kaçınılmamalıdır. Uzlaşmacı sendikacıların işçilerden gizli olarak patronlarla görüşmeler yapmaya kalkışmamaları için, oldubittilerin kabullenilmeyeceği açıkça ortaya konmalıdır. Bu bakımdan komite adına layık olmak istiyorsa, son söz ve karar hakkını elinde tutmak için uyanık bir gayret göstermelidir.
Komitelerin yalnızca açık mücadelelerin verildiği dönemlerde değil, grev ve direnişler bittikten sonra da yaşatılması için çaba harcanmalıdır. Grev ve direnişin bitmesi mücadelenin bitmesi anlamına gelmez. Bu nedenle komitenin mümkün mertebe sürekli kılınması ve işyeri komitesi olarak varlığını sürdürmesi sağlanmaya çalışılmalıdır. Böylece edinilen deneyimin devamlılığı ve işçilerin gelecekteki grev ve direnişlere daha donanımlı olarak girmeleri sağlanmış olacaktır.
İşçilerin hak arama mücadelesi de yöntemleri de meşrudur
İşçilerin içinde bulundukları koşulların sorumlusu sermaye sınıfı ve onun düzenidir. Bu yüzden işçilerin burjuvalara karşı yürüttükleri hak arama mücadelesi meşrudur. Bu nedenle işçiler eylemlerini istemeden içine düştükleri olumsuz ve geçici bir durum olarak görmemelidirler. İşçiler mücadelelerinde hakları için kavgaya girmektedirler. Ve bu kavga haklılığını burjuva yasalarına borçlu değildir.
Sınıfın sorunlarını da gerçekte mahkemeler değil yine sınıfın kendi eylemi, meşruluğunu kendi gücünden alan örgütlenmeleri çözer. İşçilerin kendilerine ve sınıflarına duydukları güvensizlik, genellikle sendikal bürokrasinin de yön vermesiyle, onları sıklıkla mücadelelerini tümüyle “yasal haklar” çerçevesine oturtmaya yöneltmektedir. Pek çok işyerinde işçiler direnişleri boyunca tüm umutlarını bu anlayışla mahkeme kararlarına bağlamışlardır. Son dönemde yaşanan pek çok örnekte de, bu tutum direnişleri pörsütmüş, işçileri pasif bir şekilde mahkeme kararlarını beklemeye itmiş ve neticede onların moralini fevkalâde bozmuştur.
İşçiler haklarını ancak mücadele zemininde kavga vererek alabilirler. Bugün burjuvazinin işçi sınıfı için siyasal ve sendikal yasaklarla dolu yasalarına bel bağlamak, kazanma şansını çok büyük oranda ortadan kaldıracaktır. Bu yüzden işçilerin kendi mücadeleleri ve hak almak için güçlerine göre uygulamaya girişecekleri yöntemler konusunda çekinceleri olmamalıdır. İşçiler mücadelelerinde sadece öz-güçlerine ve örgütlülüklerine güvenmelidir.
link: Marksist Tutum, Grev ve Direniş Deneyimlerinden Süzülenler, 1 Eylül 2009, https://marksist.net/node/2248
Taşeronlaştırmaya Karşı Örgütlü Mücadeleyi Yükseltelim!
Hasta Tutsaklara Özgürlük Eylemleri Devam Ediyor