Kâr ve rekabet üzerine kurulu kapitalist sistem, işçi sınıfının örgütlü mücadelesini, militan sınıf sendikacılığı hareketini gerilettiği tarihsel dönemlerde, saldırı hamlelerini, hak gaspları ve yeni düzenlemeler eşliğinde işçi sınıfının bütününe yöneltmekten geri durmadı. 1970 ve 80’lerde bir dizi ülkede meydana gelen mücadelelerin yenilgilerle sonuçlanması ve 90’larda SSCB’nin çökmesi ise, emperyalist kapitalist sistemin yeni saldırı hamlelerine uygun bir zemin hazırlamış oldu. Sermaye sınıfının ideologlarının sınıf mücadelelerinin tarihe karıştığını ilan ettikleri bu dönemde, burjuvazi yoğun bir gerici propaganda eşliğinde tüm dünyada neo-liberal saldırı dalgasına hız vererek işçi sınıfının geçmiş kazanımlarını alabildiğine gasp etti.
Sermayenin ideologlarına göre yeni dönem “serbestlik”, “özgürlük”, “esneklik”, “globalleşme” dönemiydi. Bu propagandayla amaç işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin geriletildiği tarihsel dönemi fırsata çevirmek ve sınıf mücadelesinin kazanımlarını parçalamak, özelleştirmeleri, sendikasızlaştırmayı, esnek üretim biçimlerini ve taşeronlaştırmayı işçilere dayatmaktı. Neo-liberal programın önemli bir parçasını oluşturan taşeronluk sistemi bu dönemin temel saldırılarından yalnızca biriydi. Kamu ve özel kesimde yaygınlaştırılan taşeron işçilik, uygulandığı her işkolunda halen sermaye sınıfının yüzünü güldürmeye devam ediyor.
Türkiye burjuvazisi de 80’li yılların ortalarından itibaren dört elle sarıldığı neo-liberal yapısal dönüşüm programı sayesinde büyük kârlar elde etti. 1980 askeri faşist darbesi, işçi sınıfının sahip olduğu siyasal ve sendikal hakları yerlebir etti. İşçi sınıfı yıllarca burjuvazinin artan saldırılarına karşı örgütlü gücüyle karşı koyamadı. Son yirmi yıl içinde Türkiye ekonomisinin dünyanın en büyük 20 ekonomisi içinde yer almasında, patronların dünyanın en zenginleri listesinde boy göstermesinde, taşeronlaştırmanın önemli bir payı olduğunu söylemek abartı olmaz. Diğer yandan bu süre boyunca işçi sınıfının, sendikasızlaşma, kayıt dışı çalışma, işsizlik ve düşük ücret sıralamalarında en kötü konumlarda yer alması da, taşeronlaştırmanın en önemli faillerinden olduğu sonuçlara örnek teşkil etmektedir.
İş yasasının ikinci maddesi taşeronlaşmayı alt işverenlik adıyla düzenliyor ve belli bir işyerinde işin çeşitli bölümlerinin alt işverenlerce yapılması taşeronluk ilişkisi olarak tanımlanıyor. Başlangıçta fabrikaların yemekhane, temizlik ve güvenlik gibi bölümleri alt işverenlere devredilmişti. Zamanla asıl işin yapıldığı ana bölümler de dâhil olmak üzere, teknik hizmetler, bakım onarım, taşımacılık kısımları da alt işverenlik ilişkisi içine sokuldu. Tekstil ve inşaat işkollarında başlayan taşeronluk uygulaması, belediye, eğitim, sağlık, askeri işyerleri de dâhil olmak üzere tüm işkollarında temel iş ilişkisi haline geldi.
Bugün gerek özel gerekse kamu sektöründeki işçilerin oldukça büyük bir bölümü taşeron firmalarda çalışmaktadır. Çalışma Bakanlığının verilerine göre bugün kamuda 175 bin işçi taşeron firmalarda çalışıyor. Özel sektörde bu sayının milyonlara ulaştığı herkesin malûmu. Taşeronlaştırmanın hızla yayılması bir sürpriz değil elbet!
İş yasasında taşeron ilişkisinin “eşitlik ilkesine aykırı düzenlenemeyeceği”, “asıl işin bölünüp taşeronlara devredilemeyeceği” ve “işçilerin yasalardan doğan alacakları karşısında asıl işverenin de en az alt işveren kadar sorumlu olacağı” belirtilmesine rağmen, uygulamada tam tersi bir süreç yıllardır işlemeye devam ediyor. Tuzla tersanelerinde açıkça görüldüğü üzere gemi inşa sanayisinin hemen tüm üretim kısımlarında taşeronlaştırma hâkim durumdadır. Sağlık hizmetlerinde hemşirelerin, laborantların yanı sıra, kimi hastanelerde doktorların da taşeron firmalar aracılığıyla çalıştırılmasına başlanmıştır. Aynı fabrikada çalışan, aynı işi yapan kadrolu ve taşeron işçiler arasında eşitsizlik had safhadadır. Ücret, çalışma koşulları, işyerinin sosyal olanaklarından yararlanma gibi konularda, yasaya rağmen, eşitlikten eser yoktur. Pek çok işyerinde, taşeron işçilerin kadrolu işçilerle aynı yemekhanede aynı yemeği yemesi, aynı servisi kullanması veya aynı yerlerde dinlenmesi mümkün değildir. Yine yasal haklardan doğan alacakları konusunda asıl işveren, taşeron işçilerin alacaklarını ödememektedir. İşe iade ve alacak davalarında, asıl işverenler bütün sorumluluğu alt işverene yüklemektedirler. Doğal olarak, bu sürecin sonucunda kaybeden taraf taşeron işçiler olmaktadır.
Taşeronlaştırma aynı zamanda sendikasızlaştırmanın da başlıca aracı haline gelmiştir. Aynı fabrikada farklı taşeron firmalarda çalışan işçiler, “birleşmemiz çok zor” diyerek sendikalaşmaktan daha baştan vazgeçmektedirler. Sendikalı işyerlerine yerleştirilen taşeron firmalarsa, sendikalı işçi mevcudunu aşağıya çekerek, sendikal örgütlenmeyi tasfiye etmenin aracı olmaktadır. Belediye işçilerinin içinde bulunduğu durum bunun örneklerinden biridir. Uzun zamandır, İstanbul başta olmak üzere birçok il ve ilçede belediye hizmetleri taşeron firmalar eliyle yürütülmektedir. Pek çok belediyede kadrolu ve sendikalı işçi sayısından kat kat fazla taşeron işçi çalışmaktadır. Sendikalar belediyelerdeki taşeron firmaların farklı illerde faaliyet göstermeleri nedeniyle taşeron işçilerini örgütleyememekten yakınmaktadırlar. Yine bir başka örnek olarak, İstanbul Üniversitesine bağlı Çapa, Cerrahpaşa ve Haseki hastanelerinde temizlik işçilerinin sürdürdüğü sendikalaşma mücadelesi, hastane yönetiminin bir gecede eski taşeron firmanın sözleşme yetkisine son vermesiyle zora girmiştir. Taşeron firmalar sık sık isim değiştirerek işçilerin kıdem hakkı kazanmasına engel olmaktadırlar. Aynı işyerinde 30’dan az işçi çalıştıran çok sayıda taşeron firmanın bulunması, işe iade davalarını, hekim, kreş gibi yasal haklardan faydalanılmasını da imkânsızlaştırmaktadır.
Taşeron işçilerin büyük bir zahmetle yürüttükleri sendikalaşma mücadeleleri çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Büyük çoğunluğu sendikasız çalışan taşeron işçilerin çalışma koşulları, ücret ve sosyal hakları vahşi kapitalizm dönemini çağrıştırmaktadır. Taşeron firmalarda çalışan işçilerin hiçbir iş güvencesi yoktur. Olağan çalışma süreleri 10 ilâ 12 saat arasında değişmektedir. Angarya işlerde sigortasız çalışmak, ücret kesintilerine, işten atılmalara maruz kalmak had safhadadır. Yeni işe alınan işçilerden, “işyerinde sendikal faaliyete katılmayacağına, yasal haklarını aldığına, işten ayrılma durumunda hiçbir hak talep etmeyeceğine” dair imzalı kâğıtlar alınmakta ve bu işlem işçiyi bunun yasal olarak geçerli bir uygulama olduğuna inandırmak için genellikle noterde yapılmaktadır. Taşeronlaştırmanın işsizlik, güvencesiz çalışma, sendikasızlaştırma ve ölümcül iş kazaları anlamına geldiğinin en çıplak örneklerinden biri Tuzla tersanelerinde meydana gelen ölümlerdir. Daha fazla kâr amacıyla hareket eden sermaye sınıfının, kendiliğinden, işçi sınıfının hayat standartlarını yükseltmesi, iş güvenliği önlemlerini alması ve çağdaş çalışma koşullarını oluşturması beklenemez.
Taşeronluk sistemine karşı sendikalar cephesinden henüz başarılı bir karşı duruş gerçekleştirilememiştir. Var olanı korumak kaygısındaki sendikalar, taşeron işçilerin sorunlarıyla ilgilenmemektedirler. Taşeron işçilerin örgütlenmesinin zor hatta imkânsız olduğunu öne süren kimi sendikalar, örgütsüzleştirmeleri kabul eder hale gelmişlerdir. Kamu ve özel kesimde örgütlü sendikaların bazıları, taşeronluk sistemine son verilmesi ve tüm işçilerin kadrolu olması gibi doğru talepleri dile getirmektedirler. Fakat bu talepler sadece kâğıt üstünde kalmakta, sendikalı işçilerle taşeron işçilerin ortak mücadelesi örgütlenememektedir. Sonuçta taşeronlaştırmadaki hızlı tırmanış birçok sendikanın işyeri düzeyinde yetkisinin düşmesine neden olmuştur.
Taşeronlaştırma saldırısı işçi sınıfının yaşadığı en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Başta sendikalar olmak üzere mücadeleci işçiler “taşeronlaştırmaya engel olunamaz” deyip bir kenara çekilmemelidirler. Patronların işçi sınıfını bölmek, güçsüzleştirmek ve örgütsüzleştirmek yönünde yeni saldırıları bundan sonra da devam edecektir. İşçi sınıfı geçmişin deneyimleri eşliğinde, sermaye sınıfının saldırılarına karşı mücadele bayrağını yeniden yükseltmelidir. İster taşeron firmada çalışsın ister ana firmada, bütün işçilerin patronlar karşısında çıkarları ortaktır. Burada, rekabet ve bölünmüşlük yerine sınıf dayanışmasını ve ortak mücadeleyi hayata geçirmek için sendikalı işçilere büyük görevler düşüyor. İşçiler, sendikalı olmayı kâğıt üstünde üye olmaktan çıkartarak, sendikalarına sahip çıkmalıdırlar. Sermaye sınıfının saldırılarına karşı işçi sınıfının bağımsız çıkarları temelinde, sınıf bilinciyle donanmalı ve mücadele etmelidirler. Tarih gösteriyor ki, işçi sınıfı özgücüne güvenerek mücadeleye atıldığında başaramayacağı hiçbir şey yoktur.
link: Adil Aksu, Taşeronlaştırmaya Karşı Örgütlü Mücadeleyi Yükseltelim!, 1 Eylül 2009, https://marksist.net/node/2247
Üçüncü Rant Köprüsü ve Yağma Planları
Grev ve Direniş Deneyimlerinden Süzülenler