Egemenler tarafından görmezden gelinen Kürt sorunu, Türkiye’nin hâlâ en yakıcı siyasal sorunu olmaya devam ediyor. Ergenekon davası dolayısıyla Kürt halkı, yaşanan kayıpları, faili “meçhul” cinayetleri ve katliamları yeniden hatırlatarak faillerden hesap sorulmasını istiyor.
Binlerce insan hâlâ kayıp. Yaşlısı, genci ve kadınıyla evinden, sokağından “birileri tarafından” zorla gözaltına alınanlardan bir daha hiç haber alınamadı Akıbetleri araştırılan kayıpların izi bir noktadan sonra tümüyle kayboluyordu. Gözaltına alınanlarla ilgili yapılan başvurularda resmi makamların tümü aynı cevabı veriyorlardı: “Serbest bırakıldı, bizde yok.”
1990’dan bu yana geçen sürede kaybettiklerinin izini süren aileler, Ergenekon davası nedeniyle bir kez daha umutlandılar. Dava başladığından bu yana Kürt halkı, Ergenekon dosyasına, Fırat’ın doğusunda işlenen suçların da dâhil edilmesini istiyor. Başta DTP’li vekiller olmak üzere, kayıp yakınları ve Cumartesi Anneleri Ergenekon’un beşiğinin Kürt illeri olduğunu vurguluyorlar. Ergenekon’un resmi görevlilerinin yıllarca Kürt illerinde görevde bulunduklarını ve istenirse bu vesileyle katliamların aydınlanabileceğini ifade ediyorlar.
DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, Meclis’te yaptığı basın açıklamasında, Ergenekon savcılarını Silopi Belediye Mezarlığındaki kimsesizlere ait mezarların açılması için harekete geçmeye çağırdı. Demirtaş, bu mezarların kazılması durumunda “200’den fazla infaz edilerek kaybedilmiş kişinin cesedinin bulunacağını” söyledi. Benzer iddiaları Cumartesi Anneleri de dile getirdiler. Kayıp yakınları her hafta Cumartesi günü yaptıkları eylemlerle, yakınlarının, resmi veya sivil görevlilerce nasıl kaçırıldıklarını ve onlardan bir daha haber alamadıklarını topluma anlatmaya devam edeceklerini dile getiriyorlar. Ergenekon kapsamında tutuklanan kontrgerilla şeflerinin ve elemanlarının kaybedilen yakınlarının da sorumlusu olduğunu belirten Cumartesi Anneleri şöyle diyorlar: “Her hafta yine eylem yapıp, sonra da eyleme konu olan kişinin dosyasını Ergenekon savcılarına teslim edeceğiz. Çünkü eğer gerçekten çetelerle savaştıklarını iddia ediyorlarsa, derin devleti açığa çıkardıklarını düşünüyorlarsa, o zaman gözaltında kaybedilenlerin faillerini yargılamalılar.” Son olarak, 47 kayıp yakını Tuncay Güney’in ifadelerini dikkate alarak, Şırnak Barosuna bir başvuru yaptılar ve “BOTAŞ kuyularının açılması”nı talep ettiler.
Devletin resmi Kürt politikası Ergenekon’u besledi
Kayıp yakınları ve Kürt temsilciler, bugüne değin devletin resmi Kürt politikasının Ergenekonvari örgütlenmeleri beslediğini her fırsatta dile getiriyorlar. Cumhuriyet tarihi boyunca resmi ideolojinin yürüttüğü inkâr, asimilasyon ve imha politikası, gizli veya açık askeri savaş taktikleri ile Kürt halkı susturulmaya çalışıldı.
Bilindiği gibi, bugüne dek “Kürt yoktur” diyen resmi ideoloji, aksini savunanları derhal terörist ilan ediyordu. Resmi ideoloji Kürt sorununu daima “terör sorunu” olarak göstermeye çalıştı. Siyasi ve demokratik talepleri uğruna mücadele eden Kürt halkının, “dış mihrakların” ve “teröristlerin” oyununa geldiği söylendi. Kürt sorununun çözümü için daima “tek devlet, tek bayrak ve tek millet” formülü ileri sürüldü.
1990’lı yıllarda değişen dünya konjonktürünün de etkisiyle Turgut Özal şahsında atılacak adımlar statükocu güçler tarafından bertaraf edildi. Bu yıllarda yükselen Kürt ulusal mücadelesini geriletmek üzere kısmî vaatler ileri sürüldü. Fakat Kürt halkının mücadelesini bitirmek üzere asıl ağırlık devletin bağrında örgütlenen kontrgerillaya verildi. Kontrgerilla örgütlenmesi statükoyu korumak ve kollamak adına Kürt illerinde sınırsız terör estirdi ve binlerce kişiyi katletti.
Kürt illeri uzun yıllar sıkıyönetim ve ardından gelen OHAL uygulamasıyla, asker ve polisin denetimi altında yönetildi. 1990 yılından itibaren JİTEM türü örgütlenmeler devreye sokuldu. Bugün küçük bir bölümü Ergenekon davasından tutuklu bulunan generallerin ve polislerin görev aldığı bu tür örgütlenmeler, sınırsız yetki, güç, para ve silahlarla donatıldı. Her biri “PKK ile savaş” maskesi altında silahsız, savunmasız halka yönelik cinayetler işlemekte hiçbir engel tanımıyorlardı.
Generaller, bölge valileri, komutanlar, emniyet müdürleri ve başbakanlar Kürtlere karşı “şahinler” olarak resmi görevler ifa ediyorlardı. Hepsi vatanın birlik ve beraberliği adına “kurşun atıyor ve kurşun yiyordu”. Hepsi “şerefli” ve adsız kahramanlardı. “Bin operasyon” yapmakla övünüyorlardı. On binlerce Kürt kurşunlanıyor, köyler yakılıp boşaltılıyor, halk göçe zorlanıyordu. Her gün yeni infazlar yapılıyordu. Sayısız köylü katlediliyor ve akşam “çatışmada öldürülen, eli silahlı teröristler” olarak haber bültenlerinde yer alıyorlardı. Askerler Kürt gençlerini tutukluyor, akıbetini öğrenmek isteyen yakınlarına “salıverdik” türü aldatmaca cevaplar veriliyordu. Birer ikişer başlayan kayıplar, gün geçtikçe artarak binlerce insanı yuttu.
PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, Taraf gazetesine yaptığı açıklamalarda, JİTEM’de görev aldığı dokuz yıl boyunca resmi görevlilerin çok sayıda insanı gözaltında kaybettiğini söyledi. Kaç kişinin JİTEM tarafından öldürüldüğü sorusuna verdiği cevapta Aygan, “Ben Diyarbakır bölgesini tahmin edebilirim. Elazığ, Van, Mardin, Batman... Oralarda da JİTEM var. Diyarbakır’da benim görev yaptığım on yıl içinde gerçekleşen infazların sayısı 600-700 olabilir...” diyerek yaşanan vahşetin ipuçlarını vermiş oldu. Aygan, Cem Ersever ve Gaffar Okkan gibi resmi görevlililerin, Musa Anter gibi Kürt aydınlarının ve çok sayıda Kürt insanının bizzat JİTEM tarafından öldürüldüğünü kendisiyle yapılan röportajda açıkladı.
Ergenekon davası görülmeye başlandığından bu yana Kürt illerinde sayısız ölüm çukuru olduğu tahmin ediliyor. Derin devletin bizzat gerçekleştirdiği toplu katliam ve yargısız infazlar bugün gayri resmi ağızlardan yeni yeni itiraf ediliyor. Kürt halkı, Ergenekon davasında tutuklu bulunan ve 90’lı yıllardan itibaren bölgede görev almış resmi görevlilerin ve ordunun tepesindeki generallerin Kürt illerinde işledikleri suçlardan dolayı yargılanmasını talep ediyor. Asit kuyularına ve ölüm çukurlarına atılarak yok edilen binlerce insanın katillerinden hesap sorulmasını istiyor. Fakat görünen o ki resmi ağızlar üç maymunu oynamaya devam ediyorlar.
Burjuva devlet var oldukça Ergenekonlar bitmez
Kayıpların, katliamların ve yargısız infazların görmezden gelindiği Ergenekon davası bir kez daha gösteriyor ki, Kürt halkına karşı işlenen suçlar üzerindeki dokunulmazlıklar sürüyor. Resmi ideolojinin Kürt sorunu konusunda çizdiği kırmızı çizgiler fiilen sararıp solmasına rağmen derin devletin askeri ve siyasi temsilcileri özenle korunup, kollanıyor. Yüksekova Çetesi, Şemdinli dosyası ve Susurluk davasında görülen Kürt halkına karşı işlenen suçların üstünü örtme çabalarının Ergenekon davasında aynı akıbete uğrayacağı kuvvetle muhtemeldir. Genelkurmay ve AKP arasında Kürt sorunu konusundaki uzlaşma, Ergenekon davasında da yansımasını buluyor.
Türkiye işçi sınıfı Kürt halkının ulusal, demokratik taleplerini desteklemeli, onun kendi kaderini tayin etme hakkını savunmalıdır. Katliamlar, yargısız infazlar ve “faili meçhul” cinayetler, ancak Kürt halkının ve işçi sınıfının mücadelesiyle aydınlatılabilir, sorumlulardan hesap sorulabilir ve bir daha yaşanmasının önüne geçilebilir. Bunun için de, yasal ve yasadışı egemenlik aygıtlarıyla burjuva sömürü ve zorbalık düzenini tarihin çöplüğüne atmaktan başka çare yok.
link: Yavuz Girgin, Ergenekon ve “Fırat’ın Doğusu”, 28 Şubat 2009, https://marksist.net/node/2040
Kızıl Kanatlı Rosa /3
Düzen Partilerine Oy Yok!