Propaganda sözcüğü Latincede “yayılacak şeyler” anlamına geliyor. Geniş ve genel içeriğiyle ele alındığında, propaganda, toplumun ya da belirli bir insan kümesinin tutum ve davranışlarını belirlemek ve istenen doğrultuda yönlendirmek amacıyla seçilmiş fikir ve savları sistemli bir çaba ve sözlü-yazılı araçlar kullanımıyla yayan etkinlikleri kapsıyor. Propaganda, dinî inançların yayılmasından siyasi düşüncelerin kitlelere taşınmasına, psikolojik savaş yöntemlerinden reklâmcılık tekniklerine dek geniş bir yelpaze oluşturuyor. Ajitasyon sözcüğü ise, konumuzu ilgilendiren yönüyle sınırlandırarak ifade edecek olursak, uyandırma, uyarma, heyecanlandırma, harekete geçirme gibi anlamlar ifade ediyor.
20. yüzyılın başları genelde propaganda tekniklerinin geliştirildiği ve bilimsel ifadelere büründürüldüğü bir dönem olmuştur. Böylece propaganda iç ve dış siyasetin en önemli unsurlarından biri haline gelmiş ve bunun uzantısı olarak güçlü bir psikolojik savaş aracı niteliğine de bürünmüştür. Bunun uç örneklerinden biri, Almanya’da Nazilerin propagandayı faşizmin etkin bir silahı olarak kullanmaları ve Hitler’in propaganda bakanı Göbels’in bu temelde yükselen ünüdür. Kitleleri sürekli üretilen yalan haberlerle bombardımana tâbi tutan ve bu nedenle Büyük Yalan doktrini olarak da adlandırılan faşist propaganda, kitle bilincinin çarpıtılmasının en önde gelen somutlanışıdır. Ama unutmamak gerekir ki, günümüzde de emperyalist güçler arasında kızışan hegemonya mücadelesine yoğun psikolojik savaş boyutuna ulaşan propaganda eşlik ediyor. Hegemonyayı başkasına kaptırmama telâşı içindeki ABD, “Uluslararası Terörizme Karşı Savaş” ya da “Medeniyetler Çatışması” adı altında sürdürdüğü büyük yalanlarla Hitler örneğini bile aşıp geçiyor.
Propaganda ve ajitasyon konusu devrimci mücadele açısından ele alındığında ise kuşkusuz tamamen farklı bir içeriğe sahiptir. Devrimci mücadelenin vazgeçilmez parçalarını oluşturan propaganda ve ajitasyon faaliyeti, devrimci öncünün örgütlenmesinden kitle bilincinin dönüştürülmesine ve kitlenin harekete geçirilmesine dek zengin ve farklı yönler taşır. Propaganda ve ajitasyon konusu 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan Rus devrimci mücadelesi içinde yoğun biçimde gündeme getirilmiş ve ete kemiğe büründürülmüştür. Bu devrimci damar, işçi sınıfına kapitalizmden kurtuluş doğrultusunda yol gösteren içeriğiyle geçmişten günümüze sınıf mücadelesi alanında yaşam sürdürüyor.
Propaganda ve ajitasyon ayrımı
Rus sosyal demokratlarının partileşmeye başladıkları 1890’lı yıllarda cereyan eden teorik tartışmalar propaganda ve ajitasyon ayrımına da ışık tutar. Bu tartışmalar içinde, o yıllarda önde gelen Rus Marksisti olarak tanınan Plehanov’un açılımları önemli bir yere sahiptir. Plehanov’un değerlendirmeleri, devrimci propaganda ve ajitasyon konusunda referans alınacak esaslı bir kalkış noktası niteliğine ulaşmıştır. Buradan hareketle propaganda ve ajitasyon konusunun ayrımına dair sıkça tekrarlanan bir açılım hatırlanabilir. Propagandacı birçok düşünceyi görece az sayıda insana iletir; ajitatör ise az sayıda düşünceyi geniş yığınlara aktarmaya çalışır.
Lenin propaganda ve ajitasyon ayrımında Plehanov’un yaklaşımını benimsemiş ve Ne Yapmalı adlı ünlü çalışmasında konuyu daha da açık hale getirmek için örnekleyerek aktarmıştır. Örneğin işsizlik sorununu ele alan bir propagandacı, bunalımların kapitalist niteliğini, modern toplumda bunalımların kaçınılmazlığının nedenini ve sosyalist toplum biçimine geçişin zorunluluğunu vb. açıklayacaktır. Böylece propagandacı birçok düşünceyi birbirleriyle bağlantılı bir bütün oluşturacak şekilde ortaya koymaya çalışacaktır. Ve bu kapsamlı açıklamalar, ajitasyonun geniş hedef kitlesine oranla haliyle daha az sayıda işçi tarafından anlaşılabilecektir. Aynı konu üzerinde konuşan ajitatör ise sorunun son derece çarpıcı ve çok bilinen bir yönünü ele alacak, diyelim işsiz bir işçinin ailesinin açlıktan ölmesine, artan yoksullaşmasına değinecektir. Böylece ajitatör herkesin bildiği bu olgudan yararlanarak daha geniş işçi kitlesinin dikkatini tek ve çarpıcı bir düşünceye, örneğin servet artışıyla yoksulluğun artışı arasındaki çelişkiye ve haksızlığa çekecektir. Ajitatör, kapitalist düzenden kaynaklanan bu çelişkinin kapsamlı bir açıklamasını propagandacıya bırakacak ve üzerinde durduğu bir-iki çarpıcı örnek vasıtasıyla can yakan eşitsizlik ve haksızlıklara karşı kitleler arasında hoşnutsuzluk ve öfke yaratmaya çalışacaktır.
İşte bu nedenledir ki, propagandacıda olması gereken özelliklerle ajitatörde olması gereken özellikler farklıdır. Propagandacı genellikle yazı yazarak; ajitatör ise işçi kümelerine doğrudan hitap ederek görevini yerine getirir. Ancak burada “genellikle” vurgusunun altını kalınca çizmeliyiz. Zira belirlenen ayrım noktaları yalnızca devrimci görevlerin farklı yönlerinin kavranmasını kolaylaştırmaya yöneliktir, daha fazlası değil. Nitekim açıktır ki, yüz yüze ve birebir insan kazanma çabasında sözlü propaganda kaçınılmaz olarak büyük önem taşır. Fakat bu propagandacıları (yani örgütçüleri) eğitip besleyecek merkezi yayın faaliyeti (yazılı propaganda malzemesinin merkezi üretimi) olmaksızın da sözlü propaganda daldan dala sohbetlere dönüşebilir. Diğer yandan ajitasyonun da illâ ki sözlü olacağı yolunda bir kural yoktur. Bilinçlenen ve örgütlenen işçiler kapitalist düzene karşı kendi sınıf kitlelerinde öfke ve hoşnutsuzluk yaratmak için, devrimci ajitasyonu sözlü olduğu kadar yazılı biçimler altında da yürütürler. Merkezi yayın organlarına iletilen işçi okur mektupları bunun en güzel ve çarpıcı örneklerini vermektedir.
Devrimci mücadele sürecinde çeşitli görevler bazı noktalarda o denli içiçe geçer ya da kesişirler ki, bunların mutlak olarak ayırt edilmesini istemek gerçekten de saçma ve mekanik bir yaklaşım olur. İşin asıl önemli yönü, devrimci örgütlenme faaliyeti içinde bu faaliyetin çeşitli işlevlerinin kolektif olarak nasıl organize edileceğidir. Bu konuda getirdiği teorik çözümlemeler ve yarattığı örgütsel deneyimle, Lenin, devrimci işçi mücadelesine unutulmaz biçimde yol aldırmıştır. Onun, çeşitli siyasal işlevlerin kolektif sentezi bağlamında merkezi yayın organına verdiği rol çarpıcıdır. Dün olduğu kadar günümüzde de geçerli olan Bolşevik anlayışa göre merkezi yayın organı kolektif örgütçü, propagandacı ve ajitatördür ve öyle de olabilmelidir. Lenin’in değerlendirmesi, ajitasyon-propaganda ve örgütlenme faaliyetinin birbirlerinden yersiz biçimde Çin setleriyle ayrılmak istenmesinin önüne geçer. Ve yaratılan kolektif sentez içinde, bir propagandacının neden aynı zamanda bir örgütçü işlevi yerine getirdiğini de aydınlatır.
Devrimci örgütlenmenin kendi iç yasaları vardır ve işçi sınıfının siyasal örgütlülüğünün sağlanabilmesi için öncü işçilerin devrimci fikirler temelinde örgütlenmesi bir zorunluluktur. İşte burada siyasi yayın organının merkezi rolü devreye girmekte ve yazılı propaganda malzemesini üretenler, öncü işçilerin örgütlenmesine doğrudan hizmet etmiş olmaktadırlar. Merkezi yayın organında yer alan çok yönlü teşhirler ve pek çok bölge ve işkolundan gelen işçi mektupları da, yeni işçi halkalarında devrimci mücadeleye karşı ilgi uyandırmaya kolektif biçimde hizmet etmektedir. Devrimci mücadelede pratik eylemin işlevlerinden olan propaganda ve ajitasyon örgütlenmeye yol aldırırken, aynı zamanda işçilere şu ya da bu düzeyde eylem çağrılarını da iletmiş olmaktadır.
Devrimci faaliyette propaganda ve ajitasyonun oluşturacağı bütünsellik dışında, “yığınları belirli ve somut bir eyleme çağırmak” biçiminde ifade edilebilecek ayrı bir işlev türü yoktur. Dolayısıyla, propaganda faaliyeti yalnızca bilgilendirir ve ajitasyon faaliyeti ise eylem çağrısı yapar biçiminde mekanik ayrımlara gitmek yanlıştır. Farklı kapsam ve düzeylerdeki eylem çağrıları, bazen teorik incelemeye dayanan bir propaganda broşürünün veya bir makalenin tamamlayıcısı olabilir; bazen de ajite edici bir söylevin ya da siyasal bir bildirinin doğal uzantısını teşkil edebilir.
Enerjik bir siyasal ajitasyon yapılır yapılmaz ve canlı, çarpıcı teşhirler etkin olur olmaz, yığınların zaten eyleme çağrılmakta olduklarını hatırlatır Lenin. Bu nedenle de siyasal teşhirleri ve siyasal ajitasyonu derinleştirmek, genişletmek ve yetkinleştirmek başlıca devrimci görevler arasında yer alır. Komünistler işçi sınıfının en ivedi iktisadi talepleri için yürütecekleri ajitasyonu, kapitalist düzen karşıtı siyasal ajitasyona bağlamakla yükümlüdürler. İşçi sınıfını yalnızca sendikal mücadele çerçevesinde örgütlenmeye çağıran ekonomizm, işçi hareketini ebediyen kapitalist düzen sınırları içinde kalmaya mahkûm kılan bir niteliğe sahiptir. İşçileri salt sendikal sorunlar çerçevesinde dönüp duran lapa tarzı yavan fabrika bildirileriyle beslemeye kalkışanlar devrimci bir işçi çalışması yürütmemektedirler. Olsa olsa kendi kuyrukçu ve uvriyerist eğilimlerini teşhir etmektedirler; çünkü Bolşevik tarzda işçi çalışması kendisini asla sınıfın iktisadi sorunlarının teşhiri ile sınırlandıramaz. İşçilerin siyasal gerçekleri bilmeye ihtiyacı vardır ve çok yönlü siyasal gerçeklerin teşhiri devrimci siyasal ajitasyonun başlıca biçimidir. Ayrıca, nasıl ki ekonomik alanda işçilerin yaşamını etkileyen tüm sorunlar ekonomik ajitasyon amacı için kullanılabiliyorsa, aynı şekilde politik alanda da akla ve gündeme gelebilecek tüm sorunlar politik ajitasyonun konusu edilebilmelidir.
Buradan hareketle ifade edecek olursak, propaganda ve ajitasyon, işçilerin toplumsal yaşamda yüz yüze geldikleri sorunları anlamalarına yardımcı olacak, işçilerin dikkatlerini en önemli sınıfsal ve toplumsal istismarlara çekecek bir yol izleyecektir. İşçiler arasında dayanışma bilincini yalnız ulusal değil uluslararası ölçekte geliştirmeye özen gösterilecektir. Üzerinde büyük bir dikkatle durulması gereken bir başka husus daha vardır. Propaganda ve ajitasyon konularının yalnızca işçi sorunlarıyla sınırlanması işçi sınıfının eğitimini kısır hale getirir. Komünistler, kapitalist sisteme karşı çıkan çeşitli devrimci hareketleri yok saymaz ve bütün ezilen ulusları, zulme uğrayan dinleri, baskı altında tutulan toplumsal kesimleri eşit haklar için verdikleri mücadelede desteklerler. Fakat sorunun bir başka yönünü göz ardı etmek de doğru olmaz. Propaganda ve ajitasyonun işçi sorunlarıyla sınırlandırılmamış geniş bir içeriğe sahip olması gereğiyle, “hedef kitle”nin belirlenmesi sorunu birbirine karıştırılmamalıdır.
Mücadelenin yasaları gereğince devrimci çalışma birincil ve esas olarak fabrika ve kent işçilerine yönelmek durumundadır. Anlamlı ve planlı biçimde yol kat edebilmek için, güçleri dağıtmamaya ve devrimci fikirleri öncelikle bunları kabule en hazır ve siyasal bakımdan en gelişmiş işçi kesimlerine taşımaya ağırlık verilmelidir. Fakat fabrika ve kent işçileri arasında kalıcı bir devrimci örgütün yaratılmasının birincil ve en acil görev olarak kabulü, işçi sınıfının öteki katmanlarını ya da diğer ezilen kesimleri, kent yoksullarını, tarım emekçilerini görmezlikten gelmek şeklinde de anlaşılamaz. Komünistler, emekçi halkın tüm kesimleri arasında propaganda ve ajitasyon çalışması yürütülmesi gereğini savunurlar. Ancak bu noktada da ana halkayı, bilinçlenen ve devrimcileşen işçilerin örgütlü etkisinin diğer yoksul halk kesimlerine ulaşacağı gerçeği oluşturur.
Lenin örgütlenme sorunlarını ele alan Nereden Başlamalı adlı ünlü makalesinde, nüfusun azıcık olsun siyasal bilince erişmiş olan her kesiminde siyasal teşhir için bir tutku yaratmalıyız der. Ulus çapında teşhirler için gerekli kürsüyü devrimci hareketin merkezi siyasal yayını kuracaktır. İşçilerin fabrika koşullarını dile getiren iktisadi teşhirler nasıl ki fabrika sahiplerine karşı savaş ilânı anlamına geliyorsa, siyasal teşhirler de kapitalist düzene karşı savaş ilanı anlamına gelecektir. Elbette bu ilanın içeriği, içinde bulunulan somut koşullara paralel olarak, devrimci eğitim amacı gütmekten doğrudan eyleme çağırmak gibi değişen bir nitelik taşır. Ne var ki buradan hareketle yanlış bir noktaya savrulmak ve olağan dönemlerde siyasal teşhir ve propaganda faaliyetini işçi devriminin propagandasına bağlamaktan kaçınmak, düpedüz ekonomizm ve reformizme yol açar. Sınıfın devrimci eğitimi ve devrimci örgütün inşası devrimci durumlar patlak verdiğinde bir çırpıda gerçekleştirilebilecek bir iş değildir. Devrimci durumlara hazırlıklı olabilmek için, en zor dönemleri de kapsamak üzere planlı inşa taktiklerinin uygulanması esastır.
Bolşevik tarzın önemi
Devrimci propaganda faaliyeti, örgütlenme ve devrimci bilincin geliştirilmesi sorunlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Devrimci bilinç sorunu ise, devrimci teorinin üretimi ve bu teorinin canlı ifadeleri olan programatik açılımların ve çeşitli devrimci fikirlerin sınıfa taşınması gibi yönler içerir. Lenin’in açıklığa kavuşturduğu üzere, devrimci teori sendikal mücadele içindeki işçilerin kendiliğinden çabasının ürünü olamaz. Sosyalist siyasal bilinç ancak derin bilimsel bilgi temelinde üretilebilir. Bu bilinç işçilere siyasal bir örgütlülük sayesinde ve sendikal mücadele çerçevesi dışından taşınabilir. Devrimci propaganda, devrimci teorinin ürünleri olan siyasal açılım ve fikirlerin sınıfın öncüsüne ve sınıfın kitlesine taşınmasının yöntem ve araçlarını kapsar. Bu arada eşyanın doğası gereği aşikâr olmalıdır ki, bir siyasal çevrenin kimliğini oluşturacak teorik temeller atılmadan veya bu temellere sahip olunmadan sağlıklı bir devrimci propaganda faaliyeti yürütülemez. Bu nokta aslında büyük bir önem taşır ve devrimci mücadelede amatörlükle kelimenin olumlu anlamında profesyonelliğin ayırt edilmesini de mümkün kılar. Amatörce yaklaşımlar, devrimci sınıf mücadelesinin çeşitli nedenlerle güçsüz düştüğü ve gerilediği dönemlerde yaygınlaşan bir hastalıktır. Bunun en önde gelen belirtilerinden biri de teorinin küçümsenmesi ve dar pratikçiliğe tapınılmasıdır.
Bolşevik tarz, teorik çalışmaya verilen önem ile pratik devrimci çalışmanın dengeli bileşimi üzerinde yükselir. Vaktiyle Bolşeviklerin örgütlenme çabası içinde hemen her fırsatta teorinin önemine vurgu yapan Lenin, bunun pratik çalışmanın önem ve gereğinin ikincil plana düşürülmesi şeklinde anlaşılmaması için de zorunlu uyarıları yapmıştır. Lenin’in dediği gibi, teorik çalışma olmaksızın ideolojik lider olunamaz. Fakat bu çalışmayı devrimci mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamaya yöneltmeden, devrimci teorinin sonuçlarını işçiler arasında yaymaya ve onların devrimci fikirler ekseninde örgütlenmesine yardımcı olmadan da ideolojik lider olunamaz. Aydın çevrelere egemen olan ve mücadelenin pratik boyutundan kopuk, daha ziyade birbirleriyle rekabete, kendi aralarında paslaşmaya ve üstünlük taslamaya odaklanmış bir “teoricilik” merakı ile devrimci mücadele için zorunlu olan devrimci teori üretimi birbirinden tamamen farklıdır.
Mekanik aşamalara bölmemek koşuluyla dikkat çekmek gerekirse, devrimci örgütlülüğü inşaya girişebilmek için devrimci teorik temellerin atıldığı bir başlangıç dönemine ihtiyaç vardır. Bu dönem asgari ölçüde geride bırakıldıktan sonra, propaganda-ajitasyon ve örgütlenme biçimindeki pratik devrimci çalışma kaçınılmaz olarak ön plana geçer. Lenin’in titizlikle üzerinde durduğu bu husus Bolşevik tarzın da temel bir özelliğidir. Zaten devrimci pratiğin örgütlenmesine önem verilmediği takdirde, en doğru görünen fikirler bile etkisizleşecek ve son tahlilde bir işe yaramayacaktır. Marx ve Engels’in Kutsal Aile’de değindikleri gibi, fikirler kendi başlarına hiçbir şeyi uygulayamazlar. Fikirleri uygulamak için, belirli bir pratik güce sahip insanlar gerekir.
Propaganda ve ajitasyon faaliyetine aydınca veya küçük-burjuvaca yaklaşımlarla Bolşevik tarzda propaganda ve ajitasyon arasında dağlar kadar fark vardır. Lenin’in dediği gibi, şaşaalı sözlerle gösteriş yapmak, sınıfını yitirmiş küçük-burjuva entelektüellerin karakteristiğidir. Böyle bir “huy”a sahip unsurlar örgütlü işçilerin ancak alaylarını hak edebilirler. Komünist propagandacı ve ajitatörler, en basit görünen gerçeklerden en karmaşığına dek işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin yaşamını ilgilendiren tüm sorunları onlara sade biçimde ve anlaşılır tarzda açıklayabilmelidirler. Çeyrek aydınların ya da bilgiçliğe özenen küçük-burjuva okumuşların pek de meraklısı oldukları tarzda “lügat parçalama” tutkusu anlaşılmaz bir dil yaratır. Oysa hüner, bildiğini kitlelere berrak biçimde aktarabilmektedir.
Marx ve Engels’ten Lenin’e uzanan devrimci damar, propaganda ve örgütlenme konusunda küçük-burjuva anlayışlara vuran pek çok örnekle bezeli bulunuyor. Engels, henüz proletaryanın son derece küçük azınlıklarını kapsayan farklı sosyalist çevreler arasında birbirlerini tüketmeye dayalı bir çekişmenin ve böyle bir “siyasal” faaliyetin sınıfa bir şey kazandırmayacağına dikkat çekmiştir. Onun ifadesiyle, komünistlerin propaganda alanında izleyecekleri doğru taktik, “karşıtımızdan orada burada tek tek kişileri ve üyeleri ayartma taktiği değil, henüz ilgisiz bulunan büyük yığın üzerinde etkili olma” taktiğidir. Yanlış siyasal yaklaşımlarla kafası karıştırılmamış olanlardan kazanılacak tek bir yeni güç, sözde devrimci siyasallaşma adına kafası çorba edilmiş ya da yamultulmuş olanların onlarcasından daha değerlidir.
Örgütlenme, propaganda ve ajitasyon konusunda doğru tutum takınabilmenin başlıca koşullarından biri de, devrimci tarihsel geleneğin yıllar içinde ortaya koymuş olduğu kurallara bağlılıktır. Bu kurallar bağlamında öncelikle hatırlanması gereken örneği ise, Lenin önderliğindeki Komünist Enternasyonale katılma koşulları oluşturur. Bir numaralı katılma koşulunda şu hususlara dikkat çekilmektedir: “1. Bütün propaganda ve ajitasyon, gerçekten komünist nitelik taşımalı ve Komünist Enternasyonal programı ile kararlarına uygun düşmelidir. Partinin bütün basın organları, proletarya davasına bağlılıklarını kanıtlamış, güvenilir komünistler tarafından yönetilmelidir.”
Sınıf mücadelesinin yakıcı ihtiyaçlarına yanıt verebilecek bir çalışma tarzının ve devrimci disiplinin yerleştirilmesi, devrimci proleter mücadelenin her alanında başarının kilit unsurlarını teşkil eder. Adına lâyık bir devrimci örgüt, sınıf mücadelesinin devrimci deneyiminden süzülmüş kurallara gönül rızası ve gönül ferahlığıyla uymayı başaran militan bir kadro birikimi üzerinde yükselebilir. Bu niteliğe ulaşmış kadrolarla, söz konusu kuralları sıkıcı veya gereksiz bulan ve mücadelenin teorik, eğitimsel ve yazınsal yönlerini daha ziyade aydınca bir faaliyet olarak algılayan unsurlar arasında her zaman kapanmaz bir uçurum olacaktır. Tüm tarihsel deneyim de bunu doğrulayan örneklerle doludur.
Çeşitli ülkelerde ve tarihin çeşitli kesitlerinde devrimci parti ve örgütsel çevrelerin yaşamından, burjuva düzen kriterleri bakımından son derece parlak addedilen “yıldız”lar kayıp geçmiştir. Fakat mücadelede kalıcı ve anlamlı sonuçlar hep ve her zaman, daha gösterişsiz olsalar dahi son derece azimli, çalışkan, disiplinli ve yürekli unsurlar tarafından nice ter dökülerek elde edilebilmiştir. Aynı tarihsel deneyim bize, mücadeleye adanmış devrimci propagandacı ve ajitatörlerin de son tahlilde işte böyleleri arasından çıktığını gösteriyor. Lenin’in 1905 Rus devrim deneyimiyle ilgili olarak, “çalışan sınıfın en sağlam öğeleri, kararsızları yönlendirerek, uykudakileri uyandırarak, güçsüzleri yüreklendirerek kavganın en önünde yürüdü” demesi boşuna değildir.
Doğru yöntem ve yaklaşımlar
Devrimci propaganda ve ajitasyonda başarı elde edebilmek, uygulanacak yöntem ve yaklaşımlar konusunda ustalaşmayı da gerektiriyor. Bu konular yaşamla ve deneyimle öylesine iç içedir ki, bunlara dair yazılmış hazır reçeteler bulmak hiçbir zaman mümkün olmamıştır ve olmayacaktır da. İnsanları devrimci propaganda ve ajitasyon temelinde dönüşüme uğratabilmek ve devrimci eyleme katabilmek için her şeyden önce hedef kişiler ya da kitle ile canlı bağlar kurmaya ve onları dinleyip anlamaya ihtiyaç vardır. Devrimci mücadele söz konusu olduğunda, propaganda ve ajitasyon, yalnızca bu faaliyeti yürütenler açısından değil muhataplar açısından da aktif katılımı içeren çok canlı ve değişik boyutlara sahiptir.
Devrimci ajitasyon, uygun yöntemlerin yerleştirilmesini ve uygun eylem çağrılarının seçimi üzerinde titizlikle durulmasını talep eder. Bu bağlamda da ancak karşılıklı etkileşime açık yaklaşımlar başarı sağlayabilir. Seslenilen işçilerin beklentilerini ve düzeylerini bilmek ve eylem çağrılarını işçi kitlelerini gerçekten harekete geçirecek biçimde yapabilme hünerini sergilemek şarttır. Ajitasyon, işçilerde yalnızca kapitalist düzenin olumsuzluğunun teşhiri temelinde bir duyarlılığın sağlanması noktasında bırakıldığında bu aksak bir yaklaşım olacaktır. Kitlelere, yıkacakları şey kadar yapacakları şey konusunda da fikir vermek gerekir. Sömürü ve baskı koşullarının işçi kitlelerine teşhiri, bu bataklıktan devrimci bir çıkış yolunun mevcut olduğunu anlatan ajitasyonla birleştiğinde onlarda yeni heyecan ve umutlar doğurabilir. Tek yönlü teşhirler ise, onlara zaten bu düzen tarafından aşılanmakta olan karamsarlık ve çıkışsızlık duygusunu büyütür.
O halde sınıf mücadelesinin her alanında işçilerde olumlu bir değişim yaratabilmek için, varolan durumu sergileyen negatif ajitasyonun yanı sıra onlara devrimin ruhunu taşıyacak olan pozitif ajitasyon da gereklidir. Somut eylem çağrıları, hedef işçi kitlesinin örgütlenme düzeyini hesaba katan ve onu ilerletmeyi esas alan akılcı yaklaşımlarla üretilmelidir. Kitlenin devrimci bilincini geliştirmeyi amaçlayan propaganda amaçlı sloganlarla doğrudan eyleme çağıran sloganlar özenle ayırt edilmelidir ki, somut eylem çağrıları net biçimde kavranabilsin. Her eylem çağrısının o eylemi gerçekleştirecek işçi kitlesinin örgütlülüğüne dayandırılması ve eyleme katılacak işçilere pratik eylem hattı konusunda açık bir fikir verilmesi, kitle içinde çalışma yürüten örgütçülerin ve ajitatörlerin gözlerini dört açacakları hususlardır. Bolşevik tarz, örgütçüsünden ajitatörüne tüm kadroların işçi sınıfının devrimci inisiyatifini geliştirecek tarzda davranış özelliklerine sahip olmasını şart koşar.
Devrimci propaganda konusunda da özenli yaklaşımları ifade eden bazı temel kurallar mevcuttur. En başta belirtmek gerekirse, devrimci propaganda faaliyeti okul sıralarında uygulanan motomot ders verme yöntemleriyle asla bağdaşmaz. Propaganda faaliyetini, bir eğitim metnini kuru ve didaktik biçimde karşıdakine aktarma biçiminde algılayıp uygulayan kişiler asla başarılı bir propagandacı olamazlar. Doğru fikirler ancak başarılı bir propagandacının elinde canlı, yaşayan, ilgi uyandıran ve hedef kitleyi devrimci tarzda esinlendirip onların görüş ufkunu açan bir araca dönüşebilir. Başarısız bir propagandacının “marifetiyle” ise pekâlâ bir ölü fikirler kalıbına, ruhsuz cümlelere ve sıkıcı bir vaaza dönüştürülebilir.
Yaşamın gerçek görünümlerine dikkat edilecek olursa, aralarında çalışma yürütülen sınıf unsurlarının sempatisini kazanabilen örgütçülerin empati yapmayı becerebilen unsurlar olduğu görülecektir. Kısacası her şey karşıtıyla vardır ve karşıtıyla birlikte düşünülmelidir. Hayatın her alanında olduğu gibi, devrimci örgütlenme, propaganda ve ajitasyon çalışmalarına da diyalektik tarzda yaklaşmak zorunludur. Hedef kitlenin durumunu, düzeyini ve burjuva düzence uğratıldığı çarpılmaları göz ardı edip yalnızca tek tipte kurgulanmış birtakım gerçekleri açıklamaya odaklanmak asla iyi bir propaganda yürütüldüğü anlamına gelmeyecektir.
İnsan kazanmada birebir ilişki, sözlü iletişim belirleyici yere sahiptir ve bu nedenle de elde edilecek sonuçta propagandacının sahip olduğu özellikler ve izlediği yöntem doğrudan rol oynar. Merkezi düzeyde en doğru ve çarpıcı biçimde ifade edilmiş bir propaganda malzemesi bile, kötü bir propagandacının elinde bir işe yaramayabilir. Propagandacı karşısındakini dinleyip anlamaya özen sarf etmeden, propaganda malzemesini motomot biçimde karşısındakine aktarmaya odaklanırsa sonuç hüsran olur. Çarpıtılmış bilinçleri doğrultabilmek için, öncelikle insanların zihninin içindeki yanlışları bilmek ve öğrenmek elzemdir.
İlişkiye geçilen insanları konuşturup yanlışlarını onlarla birlikte su yüzeyine çıkarmak ve çürütmek propagandada büyük önem taşır. Bu faaliyet alanlarında başarı elde edenler, dışa dönük olmak ve karşısındaki kişilerin özelliklerini yakından bilip anlamaya özen sarf etmek gibi meziyetlere sahiptirler. Dünyanın merkezine kendisini koyan ve daima kendisiyle meşgul kişilik özelliklerine sahip olan insanlar iyi örgütçü ve propagandacı olamazlar. Bunun yanı sıra, iyi bir propagandacı doğrular konusunda karşısındakileri ikna edebilecek bilgi donanımına, onların sempati ve güvenini kazanacak içten ve dürüst bir tutuma sahip olabilmelidir.
Bu özellikler bir ölçüde doğal biçimde edinilmiş bazı olumlu kişilik vasıflarıyla ilgilidir. Ama büyük ölçüde de sınıf tavrıyla ve iyi bir devrimci düzeyine yükselebilmek için gösterilecek kolektif ve kişisel çabayla alâkalıdır. Örneğin karşısındakini ikna gücü, doğru bir teorik temel ve sağlam bir bilgi donanımı üzerinde yükseldiğinde devrimci bir anlam ifade edebilir. Buna ulaşabilmek ise merkezi düzeyde atılan devrimci teorik temellerin iyice öğrenilmesine, propagandacı ve örgütçülerin planlı bir kolektif çalışma ve de kişisel çaba sayesinde bilgi donanımlarını artırıp pekiştirmelerine bağlıdır. Devrimci bilgi ve devrimci deneyim gibi özellikleri hiç kimse anasının karnından doğarken edinmiş değildir. Bu gibi özellikler, proleter mücadeleye yürekten inanan, tembellikten nefret eden ve kendini dönüştürmek için ter akıtmayı göze alan unsurlar tarafından edinilebilir ancak.
Devrimci propagandacı yaptığı işi ve karşısındaki insanı ciddiye alır. Her zaman yüz yüze bulunduğu hedef kitle ve kişilerin durumunu, buradan türeyen farklılıkları hesaba katar. İnsanı dönüştürebilmenin devrimci inanç ve bilgiden kaynaklanan bir enerji yayılımı gerektirdiğini unutmaksızın, her seferinde propaganda konusuna önceden titizlikle hazırlanır. Devrimci propagandacı ve örgütçünün, karşısındaki işçilerin bilgisizliğine güvenip sıradan açıklama ve sohbetlerle durumu idare etmeyi marifet bilen küçük-burjuva solcularla en ufak bir benzerliği olamaz ve olmamalıdır. Devrimci sıfatını alınlarının akı ve bileklerinin gücüyle hak eden kadrolar, propaganda yürütecekleri konularda gerekli bilgiyi tazeleme ve cepten yeme durumuna düşmeme konusunda titiz ve güvenilir insanlardır. İşin aslına bakılacak olursa, bu gibi özelliklere sahip kadrolar çeşitli düzeylerdeki işçi çevrelerini cezbedecek bir devrimci ışıltı yayarlar.
Bilinmesi gerekir ki, hemen her konuda son derece yüzeysel ve kulaktan dolma bilgi ile idare etmeyi yaşam düsturu edinmiş kişiler, yılların ilerlemesine rağmen devrimci bilgi, görgü ve deneyimlerini bir türlü geliştiremeyeceklerdir. Yaşam boşluk tanımaz ve böyleleri kendilerinde olmayan hasletler nedeniyle ortaya çıkan boşluğu, karşısındakine şirin görünme maskaralığı veya nabza göre şerbet verme uzlaşmacılığı ile doldurup günü idare etmeye çalışırlar. Bu tür unsurlar kısa vadede işler yolunda gidiyormuş izlenimi vermeyi başarsalar da, orta ve uzun vadede devrimci bir çevrenin bu gibi “kadrolar” nedeniyle büyük kayıplara uğrayacağı açıktır.
Münferit yaklaşımlar her ne olursa olsun, genelde işçiler işini ciddiye alıp konusuna iyi hazırlananları ayırt etmeyi başarır ve takdir ederler. Kendi tembellikleri ve yetersizlikleri nedeniyle işçileri sade suya tirit bilgi kırıntıları ile beslemeye kalkışanlar ise, hem kazanılması istenen kişileri geriletir hem de devrimci çevrenin merkezi birikim ve deneyim düzeyini lekelerler. Devrimci teoriye ve yeterli bilgi birikimine dayanmayan propaganda, içlerinde çalışma yürütülen işçi çevrelerinde devrimci mücadelenin tamamen yanlış algılanmasına ve buradan türeyen çarpılmalara neden olur. Devrimci teoriye önem vermeyen ve çeşitli tipte çalışmalarda enerjik ve güvenilir bir tutum sergilemeyenler, sözüm ona bir siyasallaşma adına işçileri de yozlaşma ve düzeysizliğe sürüklerler.
İşçi sınıfının devrimci örgütlenmesinde yakıcı biçimde rol oynayacak diğer bir faktör ise, boşa geçirilmeyen zamana dayanan ve sistemli çalışmalarla örülen sabır faktörüdür. Bolşevik propaganda ve örgütlenme tarzı, planlı ilişki, kararlı iletişim ve sabırlı yaklaşım gibi öğeleri içerir. Olumlu tarihsel örnekler incelendiğinde görülecektir ki, Bolşevik propagandacılar farklı çevrelerden işçileri, onların düzeylerini ayırt etme, psikolojilerini bilme ve neyi, ne zaman, ne kadar anlatacaklarını önceden hesaplayarak ilerleme temelinde kazanmışlardır. Devrimci örgütlülüğün inşası yolunda sarf edilecek planlı çabalar ve işçilere sabırla yaklaşım kuşkusuz zaman alacak ve özenli bir emek sarfını gerektirecektir. Ama hedefe başarıyla ilerlemenin de başka bir yolu yoktur ve bu uğurda sarf edilen zaman ve emek asla boşa gitmeyecektir. Çünkü devrimci bir program temelinde örülecek komünist birlik, çok bildiğini sanan bir avuç aydının birliği değildir; sabır ve özenle zahmetli biçimde devrimci dönüşüme uğratılan işçilerin birliğidir.
Planlanmış bir faaliyet temelinde insanların dönüşümü için onlara zaman tanımak ve bu konuda sabırlı davranmak devrimci propagandanın gerçekten de önde gelen özellikleri arasında yer alır. En doğrusu, en haklısı ve en çarpıcısı bile olsa, sabırlı ve uzun soluklu bir örgütsel anlayışla birleşmediği sürece hiçbir fikir kendi başına mucizeler yaratamaz. Devrimci mücadeleye kazanılmak istenen işçiler, örgütlenme ve propaganda çalışması yürüten kadroların her ağzından çıkanı bir çırpıda kabullenecek ya da kavrayacak değillerdir. Daha işin başında ve en ufak bir direnç ya da karşı koyuşla karşılaştıklarında hedef kitleye sırtını dönen kadrolar asla iyi propagandacı ve örgütçü olamayacaklardır. Ancak, karşısındakine zaman tanıyacak sabra sahip olan ve iletişim içinde olduğu insana güven vererek onu devrimci fikirlere yaklaştırmayı beceren propagandacılar örgütlü yapıya ciddi katkılarda bulunabilirler.
İnsanlar düzensiz ilişkiler temelinde de hiçbir yere kazanılamazlar. Bu konuda ancak sistematik yaklaşım tarzı verim sağlayabilir. Uzun veya düzensiz aralıklarla yürütülen ilişkilerde eksikliği bombardıman usulü propagandayla kapatamazsınız. Böyle bir tarz yarardan çok zarar getirir. O nedenle, yeni işçi bağlarının kurulması kadar kurulan işçi bağlarının takibi ve geliştirilmesi de Bolşevik tarzın ayırt edici unsurları arasındadır. Gelişigüzel ilişkiler kuran veya kurulan ilişkilerin pekiştirilmesi konusunda gereken enerji ve disiplini göstermeyen ya da çevreye kazanılan işçileri dönüştürmek adına ilişkilere bir çırpıda aşırı yüklenip gereksiz kopmalara neden olan tarz “öğrenci tarzı”dır. Bolşevik prensipleri savunan bir örgütsel yapılanmada bu tarza yer olamaz, olmamalıdır.
Propaganda konusunda kişilerin sahip olması gereken kimi temel özelliklerin yanı sıra, yöntemsel olarak uyulması gereken bazı genel hususlar da bulunuyor. Örneğin, işçilerin zihnine burjuva düzen tarafından yerleştirilmiş yanlışların yıkılması ve yerine doğruların yerleştirilebilmesi, uygun eğitim tekniklerinin kullanımını gerektiriyor. Doğruların bir kez aktarılmasıyla insanların bunu içselleştirebileceğini ummak saflık olur. Yeni bir konunun öğrenilmesinde tekrar her zaman başrole sahiptir. Bu nedenle, merkezi düzeyde üretilmiş olan devrimci fikir ve belgelerin tekrarı asla ihmal edilemez. Daha önce üretilmiş teorik malzemelerin önemli yönlerini uygun biçim ve dilde tekrar etmeyi başaramayan bir yayın politikası devrimci propaganda amacına doğru biçimde hizmet edemez.
Nihayet toparlayarak vurgulayalım ki, tüm propaganda, ajitasyon ve örgütlenme çalışmasını güdüleyen esas prensip, işçi sınıfının kurtuluşunun ancak kendi eseri olabileceğine duyulan inanç ve güven olmalı. Devrimci ajitasyon, propaganda ve örgütlenmede işçi kitlesine güven telkin etmek kadar, onlara kendi eylemleri temelinde kendilerine güven kazandırılabilmeli. İşçilerin pasiflikten sıyrılması ve kurtuluşu başkalarından beklemeksizin aktif ve örgütlü biçimde harekete geçmeleri sağlanabilmeli. Devrimci mücadele sınıf içinde bu anlayışla çalışacak öncülerden yalnızca boş zamanlarını değil, bu soylu amaca adanmış bütünsel bir yaşamı ve mücadeleyle uyumlu bir yaşam tarzını talep ediyor.
link: Elif Çağlı, Devrimci Propaganda ve Ajitasyon, 27 Aralık 2007, https://marksist.net/node/1687