2007 yılının son ayları Avrupa genelinde yaygın grevlere sahne oldu. Burjuvazinin işçi sınıfının bazı sosyal kazanımlarını hâlâ tam olarak elinden alamadığı ve bu nedenle de ısrarla her fırsatta reform adı altında saldırı paketlerini gündeme getirdiği Kıta Avrupa’sındaki pek çok ülkede, çalışma koşullarındaki sorunlar ve düşük ücretler gibi sebeplerle gerçekleştirilen grevlere milyonlarca işçi katıldı. Fransa, Almanya ve Yunanistan başta olmak üzere Macaristan, İtalya, Portekiz, Finlandiya gibi çeşitli ülkelerde, sendikalar öncülüğüyle gerçekleştirilen grevlerle, işçi sınıfının muazzam gücünün bir katresinin bile nelere kadir olduğu, proletaryaya elveda diyenlere inat, bir kez daha gözler önüne serildi. İşçilerin bir kısmı bile çalışmayınca üretim ya önemli ölçüde aksadı ya da sürdürülemedi. Bu ülkelerde hayat, kısa süreli de olsa durdu.
Avrupa’daki işçi sınıfının dünyanın geri kalan ülkelerindeki işçilere nazaran görece daha örgütlü sendikal gücü sayesinde burjuvazinin doğrudan saldırılarına karşı tepki verebildiğini gösteren bu grevler, Fransa, Almanya gibi ülkelerde daha etkili oldu. Grevler, önümüzdeki süreçlerde de etkisini sürdürecek gibi görünüyor. Burjuvazi ise hem kapitalizmin derinleşen krizinin kendisini zorlamasıyla hem de devrimci bir sınıf mücadelesinin olmayışının kendisine sağladığı avantajlar sayesinde saldırılarına devam etmek arzusunda. Bu yüzden önümüzdeki dönemde hem devamını hem de benzerlerini göreceğimiz bu grevlerde nelerin olup bittiğine bakmakta fayda var.
Fransa’daki grevler
Fransa’da 18 Ekimde 24 saatlik bir genel grev yaparak hükümeti uyaran işçiler, 13 Kasımdan itibaren yeniden greve gittiler. Toplu taşıma sektöründe başlayan, elektrik ve gaz işletmelerindeki işçilerin desteğiyle büyüyen grev, ulaşımı felç etti ve özellikle Paris’te oldukça etkili oldu. Metro, otobüs, tramvay ve banliyö trenlerindeki grevler nedeniyle ülke genelinde yüzlerce kilometrelik trafik tıkanıklıkları yaşandı. Ulaşımın aksamasının ardından, uyarı niteliğinde elektrik kesintileri ile elektrik işçileri de greve katılınca grev daha etkili bir hal almaya başladı.
Greve giden işçiler, özel bir statü ve emeklilik sistemine sahip olan Devlet Demiryolları İşletmesi (SNCF), Paris ve Çevresi Kent İçi Toplu Ulaşım Kurumu (RATP), Ulusal Elektrik İşletmesi (EDF) ve Ulusal Gaz İşletmesi (GDF) çalışanlarıydı. Burjuva hükümet bir süredir gündemde tuttuğu bir “reform” paketiyle demiryolları, toplu taşıma, ulusal elektrik ve ulusal gaz işletmelerinde çalışan işçilerin 60 seneden beri kullandıkları bir hakkı gasp etmek derdindeydi. Fransa’nın genelinde emeklilik yaşı 60 ve emeklilik hakkı elde edebilmek için 40 sene çalışmış olmak gerekiyorken, yaklaşık 500 bin emekçinin çalıştığı bu işletmelerde işçiler, kötü ve zor çalışma koşullarından dolayı, 37,5 senelik çalışmadan sonra, 55 hatta bazı durumlarda 50 yaşında emekli olabiliyordu.
İşçi sınıfı mücadelesinin güçlü olduğu bir dönemde, ikinci emperyalist paylaşım savaşının hemen ertesinde Fransız işçi sınıfı tarafından elde edilen bu haklar, özellikle 90’lı yılların başından itibaren burjuvazinin ısrarlı saldırılarıyla tırpanlanmak istenmiş, ancak işçilerin kararlı mücadeleleri ile bu saldırılar boşa çıkarılmıştı. Bunun en başarılı ve yakın örneklerinden biri 1995 greviydi. Yine demiryolcuların öncülük ettiği işçi sınıfı, 1995’de hükümetin bugünküne benzer saldırı programını geriletmişti. SNCF, RATP, EDF ve GDF işletmelerinin çalışanları, on yıllardan beri Fransa’da sendikal hareket içerisinde öncü bir rol oynayan ve kendi haklarını da koruyup arttıran işçilerdi. Bu yüzden Sarkozy, onları bertaraf etmenin işçi sınıfının bütününe dair planlarını hayata geçirmede kendilerinin önünü açacağı hesabıyla, yoğun bir karalama kampanyası eşliğinde gündemdeki saldırıları başlatmıştı.
Nitekim bu karalama kampanyaları nispeten etkili olmuş ve ülke genelinde yapılan (doğruluğu elbette büyük ölçüde tartışmalı) anketlerde halkın yüzde 56’sının greve karşı olduğu ortaya çıkmıştı. Bu anketlerle ve burjuva medyanın manipülasyonlarıyla beslenen işçilere dönük psikolojik baskı sonuç vermeye başlamış ve greve katılım ikinci gün azalmıştı. Zaten tabandaki işçilerin baskısıyla zoraki olarak greve giden sendika bürokratları da oluşan ortam sayesinde kontrollerini derhal kuvvetlendirmeye başlamışlardı. Grevdeki işçileri demoralize edecek tutumlara girerek grevi sonlandırma yönünde adımlar atmaya yeltendiler. Örneğin, ülkenin en büyük sendika federasyonu CGT’nin yönetimi, ikinci günün başında yaptığı açıklamada, “biz greve devam edilsin ya da edilmesin demiyoruz, kararı demiryolu çalışanları versin” diyerek sorumluluk üstlenmekten kaçıyor ve mücadeleye başlamış üyelerini yalnız bırakıyordu. CGT genel sekreterinin grev başlamadan birkaç saat önce hükümetle görüşme talep etmesi, konuyla ilgili tüm işletmeler adına ortak görüşme yerine hükümetin dayattığı ayrı ayrı görüşme prensibini kabul ettiğini açıklaması, sendika bürokrasisinin greve gitme konusundaki isteksizliğinin açık işaretlerinden birisiydi zaten.
1995 grevlerinde kendisine bağlı demiryolu işçilerinin ezici bir bölümünü kaybeden, yöneticileri o zamanki yürüyüşlerden tekme tokat kovulan ve işçi tabanı ikna edemediği için greve kerhen “evet” diyen CFDT federasyonu ise, hemen birinci günün akşamı, grevin durdurulması çağrısı yapmıştı. Oysa grevin başlamasına yol açan koşullarda değişen hiçbir şey yoktu ve “eğer hükümetten olumlu bir sinyal alınamazsa grev süresiz devam edecektir” kararının altında kendilerinin de imzası vardı.
Neyse ki, sendikal mücadele alanında militan bir ruha sahip işçi tabanı kararlılığını yitirmedi. Paris’in üç büyük demiryolu deposunda ve Marsilya, Toulouse, Lyon, Nantes, Metz gibi önemli şehirler başta olmak üzere yüzde 100’e yakın bir çoğunlukla greve devam kararı çıktı. Nitekim işçilerin bu kararlılıkları, işçi sınıfının diğer unsurlarını da harekete geçirmeyi başardı ve ulaştırma sektöründeki grevin yedinci gününde devlet memurları, öğretmenler, öğrenciler, hatta polisler bile greve gitti ve ülke kilitlendi. Greve, yeni üniversite reformunu protesto eden ve işgal hareketi başlatan binlerce üniversite öğrencisi de destek verdi. Grev sağlamlaştıkça, işgal edilen üniversitelerin sayısı da arttı ve umutsuzluk yerini kararlı tutumlara bırakmaya başladı. 85 üniversitenin en az 40’ında işgaller ve protesto gösterileri gerçekleşti.
Grevlere paralel olarak Fransa genelinde on binlerce kişi sokaklara çıkarak hükümeti protesto etti. Paris’te binlerce kişiyle birlikte polisler de protesto yürüyüşlerine katıldı! En büyük eylemlerden biri Marsilya’da gerçekleşti. Sendikalara göre 60 bin, resmi açıklamalara göre ise 12 bin kişi Marsilya’da yürüdü. Rennes ve Bordeaux’da 25’er bin kişi sokaklara döküldü. Nantes ve Caen kentlerinde 20 bin kişi toplanarak hükümet ve Sarkozy karşıtı sloganlarla yürüdü. Lyon ve Havre kentlerinde 15’er bin kişi alım gücünün korunması ve özel emekliliğe karşı yürüdü. Rouen kenti 18 bin, Saint-Nazaire ve Strasbourg sokakları ise 5 bin kişinin eylemi ile karşılaştı. En az 15 bin kişinin sokaklara çıktığı Grenoble kentinde ise polisle göstericiler arasında çatışma çıktı. 8 araç gençler tarafından tahrip edildi, polis onlarca kişiyi gözaltına aldı. Tüm bu eylemlere üniversitelerin özelleştirilmesini protesto eden öğrenciler de yoğun katılım sağladı. Gösterilerde tüm Fransa’da polise göre 350 bin, sendikalara göre 700 bin kişi sokağa çıktı. Bu olaylar Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin seçilmesinden bu yana gerçekleşen en büyük boyutlu eylemlerdi. Hükümet, ulaşım sektöründeki grevin günlük maliyetinin 300 ilâ 400 milyon avro olduğunu açıkladı. Sarkozy “emeklilik reformundan geri adım atmayacağız” dese de hükümet ve şirketler görüşme masasına oturmayı teklif etmek durumunda kaldı. 10 günü aşkın bir süre grev yapan ulaşım sendikaları, hükümet, SNCF kurumu ve sendikalar arasında görüşmelerin başlamasıyla grevi askıya aldılar.
Ancak başlayan üçlü görüşmelerdeki ilerlemelerden sendikalar bugün itibariyle memnun değiller. CGT sendikası şu ana kadarki görüşmelerde bazı ilerlemeler kaydedildiğini ancak bunların yetersiz olduğunu söylüyor. CGT-RATP sendikası, “Biz sorumluluk aldık ve görüşmelere katıldık. Ama işçiler devlet ile kurum idaresinin cevap düzeyinden memnun değiller” diyerek grevin devam edebileceğine yönelik açıklamalarda bulunuyor. CGT’den sonra bu kurumdaki ikinci büyük sendika olan UNSA ise, reformun uygulanma takviminden duyduğu memnuniyetsizlikten dolayı görüşmelerden ayrıldı. Ancak memurların çıkarları gerçekten gözetilirse görüşme masasına geri dönebileceklerini açıkladı.
Bu gelişmelerle birlikte Fransa’da bundan sonra da suların durulmayacağının işaretleri gelmeye başlıyor. Toplam sekiz eğitim sendikasından altısı 19 Aralıkta yaptıkları toplantıda 24 Ocak 2008’de greve gitme kararı almış bulunuyor. FSU Eğitim Sendikası, 2008 bütçesini protesto edeceklerini belirtti. Bu arada 20 Kasımdaki greve katılmayan Snalc-CSEN eğitim sendikası ise 24 Ocaktaki greve katılacaklarını bildirdi.
Demiryolları işçilerinin grevi Almanya’yı sarstı
Fransa’nın, başını demiryolu işçilerinin çektiği grevlerle sarsıldığı günlerde, Alman demiryolu işçileri de kendi burjuvazisini sarsmakla meşguldü. Demiryolu sektöründeki diğer iki sendikanın imzalamış olduğu toplu sözleşmeye imza atmayarak ayrı bir toplu sözleşme imzalanmasını talep eden, çalışmakta olan 20 bin makinistin dörtte üçünün üye olduğu GDL sendikası, tüm yasal engellere rağmen 62 saat süren ve oldukça etkili olan bir grev gerçekleştirdi. Alman demiryolları tarihindeki en büyük grev, ülkedeki yaşamı felç eden ve ekonomiyi sarsan bir boyuta ulaştı.
Mal ve ürünlerin yüzde 20’ye yakınının demiryollarıyla nakledildiği ve her gün 5 milyondan fazla kişinin trenle seyahat ettiği Almanya’da, yük trenlerinde iş bırakılmasıyla başlanan grev, yolcu treni seferlerinin de buna eklenmesiyle etkisini arttırdı. Yetkililer Alman Demiryolları (Deutsche Bahn) bünyesindeki 19 bin trenden en az yarısının seferlerini iptal ettiğini, özellikle de banliyö trenlerinde trafiğin neredeyse durduğunu açıkladılar. GDL üyesi makinistler her türlü baskıya rağmen talepleri doğrultusunda militan bir mücadele örneği sergilediler. Bu grev Almanya’nın uzun zamandan bu yana yaşanan en etkili grevi olarak nitelendirildi.
Grev ekonomik olarak da Almanya’yı önemli ölçüde etkileyecek bir kapasiteye sahipti. Özellikle Hamburg ve Bremen gibi, Asya’dan Avrupa’ya mal dağılımının gerçekleştiği uluslararası limanlarda yük trenlerinin hareketsiz kaldığı, her günün Alman ekonomisine zararının 25 milyon avroyu bulduğu belirtildi. Büyük kentlere ulaşımda yoğun zorluklar, otoban ve caddelerde de uzun vasıta kuyrukları yaşanırken, GDL, çalışanları için toplu sözleşme hazırlanmasını ve ücretlerin yüzde 31’e varan oranlarda artırılmasını talep etti. Deutsche Bahn ise sendikaya en fazla yüzde 10 civarında bir zam ve bir defaya ait olmak üzere 2000 avro prim vermeyi öneriyordu. Diğer iki sendika ise daha önce yüzde 4,5’luk teklifi imzalamışlardı.
Grev, şirketin masaya oturmayı talep etmesiyle 17 Kasımda askıya alındı ve görüşmeler başladı. Ancak şirket teklifini yüzde 13’e yükseltmesine rağmen, sendika kendi taleplerinde geri adım atmadı ve sürücülerin statüsü ve ücretler konusunda anlaşmaya varılamayınca masadan kalktı. GDL ardından, 7 Ocaktan itibaren yeniden yolcu ulaşımı ve yük trenlerinde greve gideceğini açıkladı: “Almanya demiryolları kamu şirketi Deutsche Bahn ile makul bir anlaşmaya varıldığına kanaat getirdiğimizde eyleme son vereceğiz. Ve bu kez, görüşme için eylemi askıya almayacağız.” Deutsche Bahn yetkilileri ise sendikaya sundukları tüm önerileri geri çekmek zorunda kaldıklarını belirterek, sendikanın “sosyal çatışmalarda alışıldık oyun kurallarını bozduğunu”, sendikanın yaklaşımının kendileri için “çok çok sürpriz” olduğunu söylediler.
Yunanistan’da da genel grev yaşamı felç etti
Burjuvazinin tüm dünyada işçi sınıfının kazanılmış haklarına dönük saldırılarının başlıca konusu olan sosyal güvenlik hakkına saldırılar, Yunanistan’da da işçileri sokağa döktü. Hükümet, çeşitli meslek kuruluşlarının oluşturduğu 155 emeklilik fonunu, yeni bir yasal düzenlemeyle 5 fonun çatısı altında toplamayı hedefleyen bir sosyal güvenlik “reformu” yapmak istiyor. 12 Aralıkta, hükümetin bu “reform” girişimine ve düşük emekli aylıklarına karşı tüm kamu ve özel sektör çalışanlarının başlattığı 24 saatlik genel grev ülkede yaşamı felç etti.
Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) ile Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonunun (ADEDY) çağrısıyla yapılan ve son 60 yılın en büyük grevi olarak nitelendirilen greve, şehir içi ve şehirlerarası otobüs, tren, metro, troleybüs, tramvay şoförlerinin katılması nedeniyle, özellikle büyük kentlerde ulaşım zaman zaman durma noktasına geldi. Sivil hava yolu taşımacılığı ile deniz yolu ulaşımı çalışanlarının greve katılmalarıyla iç ve dış hat uçuşlarında tüm seferler iptal edilirken, ana kara ile adalar arasındaki bağlantı da koptu.
Avukat ve yargı mensuplarının da katıldığı grev süresince duruşmalar ertelendi, mahkemeler kapalı kalırken üniversiteler ve okullar da kapılarını kapattılar. Kamu bankaları, elektrik ve su işleri daireleri ile PTT çalışanlarının da eyleme katılmasıyla hizmetlerde büyük aksamalar yaşandı. Öte yandan basın yayın çalışanlarının greve katılımı sonucu tüm Yunanistan’da basın toplantıları ve benzeri etkinlikler iptal edilirken, kamu ve özel televizyon kanallarıyla radyo istasyonları haber yayınlarını tamamen durdurdu. Haber ajanslarının da katıldığı grev süresince, pek çok haber ağırlıklı internet sitesi, sayfalarını yenileme işlemine son verdi. Yazılı basın çalışanlarının işbaşı yapmamaları nedeniyle ülke genelinde hiçbir gazete basılmadı ve ertesi gün gazete bayilerinin rafları boş kaldı. Grev süresince, Yunanistan genelinde devlet hastanelerinde yalnızca güvenlik ve acil yardım birimleri görev yaptı. Eczanelerin de kepenk indirdiği grevde, doktorlar özel muayenehanelerini de açmadılar.
Avrupa ülkelerindeki diğer eylemler
12 Aralıkta, İtalya’da, bu kez ulaşım sektörünün bir başka alanındaki işçiler, tır ve kamyon şoförleri grev yaptılar. Yakıt fiyatlarının indirilmesini ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyen tır ve kamyon şoförleri, hükümetin grevi erteleme kararına karşın, otobanları bloke ederek karayolu ulaşımını felce uğrattılar. Grev, nakliye işleminin yüzde 80’inin tırlar aracılığıyla yapıldığı İtalya’da oldukça etkili oldu. Örneğin, fabrikalar malzeme eksikliği nedeniyle üretimi durdurmak zorunda kaldı. Sadece FIAT’a bağlı fabrikalarda, üretimin durması nedeniyle 22 bin işçinin zorunlu olarak işi bırakmak zorunda kaldıkları açıklandı.
İngiltere’de ise 6-7 Aralık tarihlerinde gerçekleşen greve 70 bin hizmet çalışanı katıldı. Kamu ve İşletme Servisleri Sendikasının ilk günün sonunda yaptığı açıklamaya göre, greve katılım oranı yüzde 85 oldu. 48 saatlik greve çıkan hizmet işçileri, ücretlerinin enflasyon oranı dikkate alınarak arttırılmasını talep ediyordu.
Macaristan’da da genel grev vardı. 166 sendikaya bağlı çalışanların katıldığı genel grev 21 Kasımda gerçekleştirildi. Demiryolları, sağlık, eğitim ve toplu ulaşım ile daha birçok alanda çalışanlar greve gitti. Çiftçiler de ülke genelinde çok sayıda karayolunda ulaşımı engelledi. Macaristan’da hükümetin her alanda ekonomik tedbirler alması ve işçilerin kazanılmış haklarını tırpanlamak için “reformlar” yapmak istemesi nedeniyle sendikalar, 7 Kasımda da iki saatlik grev yapmıştı. 21 Kasımda başlatılan ve “ikinci uyarı grevi” olarak adlandırılan grev ise yarım gün sürdü. Hükümetin bu grevi de dikkate almaması halinde grev süresini uzatacaklarını açıklayan Macaristan Sendikalar Konfederasyonu yetkilileri, dünyada çalışanların maaşlarından en fazla vergi kesilen (yüzde 43,1) ülkelerin başında Macaristan’ın geldiğini, hükümetin bu uygulamanın yanı sıra daha onlarca “reformu” geri çekmesinin zamanının geldiğini belirtiyordu. Grevler nedeniyle yüz binlerce kişi işlerine gidemezken, hastanelerde doktor ve hemşireler de iş bıraktılar. Öğretmenlerin de greve gitmeleri nedeniyle çok sayıda okulda öğrenime bir gün ara verildi.
İşçi sınıfı örgütlü mücadele olmadan kazanımlarını koruyamaz!
Dünya kapitalizminin krizinin derinleştiği ve emperyalist paylaşım savaşının yaygınlaştığı bir dönemden geçerken, sınıf mücadelelerinin yükselmemesi ve keskinleşmemesi düşünülemez. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki mücadelenin yumuşadığı geçmiş dönem, Avrupa’daki gelişmiş kapitalist ülkeler için de giderek geride kalmaktadır. Burjuvazi krizin faturasını işçi sınıfına keserken, işçi sınıfı da buna karşı refleks göstermek durumundadır. Avrupa’da son dönemde yaygınlaşan işçi mücadeleleri bu nesnellikten kaynaklanmaktadır.
Ancak işçi sınıfının gündelik mücadelesi ne denli ileri örnekler verirse versin; işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarlarını savunan siyasal önderliği olmaksızın, işçiler, son tahlilde, bırakın yeni haklar elde etmeyi, kazanımlarını dahi uzun süreli koruyamayacaklardır. Zaten, burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanları olan sendika bürokratları elinde güdükleşen sendikaların nefesi de bu halleriyle bu mücadelelere yetmemektedir. Ancak henüz cılız bile olsa, sendika tabanlarından militan bir ruha sahip mücadeleci işçilerin sesleri duyulmaya başlamıştır. Fransa’da, Almanya’da ve diğer ülkelerdeki grevlerde sendika bürokratlarına rağmen yapılabilenler, bu dinamik sayesindedir. Ne var ki tabandaki bu militan işçilerin eylemliliği devrimci siyasal bir örgütlülük düzeyine yükseltilmedikçe, işçi hareketinde nitelikli ve kalıcı bir ilerlemenin sağlanamayacağı da muhakkaktır.
link: Nazım Yıldırım, Avrupa’da Sendikal Mücadele Hareketleniyor, 22 Aralık 2007, https://marksist.net/node/1686
Burjuvazinin Hâkimiyetinde Bir Türk-İş Genel Kurulu
Devrimci Propaganda ve Ajitasyon