Türk-İş’in 20. olağan genel kurulu, 6-9 Aralık tarihleri arasında Milli Eğitim Bakanlığı Şura Salonunda gerçekleştirildi. Dört gün süren genel kurulun 1. günü açılışla ve konukların konuşmalarıyla, 2. ve 3. günü sendika başkanlarının konuşmaları ve kararların alınmasıyla, son günü de genel kurul seçimlerinin yapılmasıyla geçti.
368 delegenin katıldığı genel kurulda, Salih Kılıç ve Mustafa Kumlu’nun başkanlığında iki liste yarıştı. Yapılan seçimleri AKP’ye yakınlığı ile bilinen Tes-İş başkanı ve aynı zamanda Türk-İş genel sekreteri olan Mustafa Kumlu’nun listesi kazandı. Kılıç 147 oy alırken Kumlu 214 oyla başkanlığa seçildi. Kumlu’nun listesinden yeniden aday olan, başbakan ve bakanlara yakınlığı ile tanınan, aynı zamanda Demiryol-İş başkanı olan Ergün Atalay ise 243 oyla Türk-İş mali sekreterliğine seçildi. Tek Gıda-İş başkanı Mustafa Türkel genel sekreterliğe, Belediye-İş başkanı Nihat Yurdakul genel eğitim sekreterliğine, Türk-Metal başkan yardımcısı Pevrul Kavlak ise genel teşkilatlandırma sekreterliğine seçildi. Türk-İş genel kurulunda iki listenin yarışması, sendika bürokrasisinin tepe noktasında dönen dolapların da kısmen sergilenmesini sağladı. Aslında genel kurul, seçim sonuçlarıyla değil, atmosferi, seyri, yapılan konuşmalar ve tartışmalarıyla ibretlikti.
Türk-İş genel kurulu bir kez daha Türk-İş yönetiminin ve sendika genel merkez yöneticilerinin çoğunluğunun sınıf uzlaşmacı, işbirlikçi ve teslimiyetçi bir sendikal anlayışa sahip olduklarını gözler önüne sermiştir. Türk-İş’e bu özellikleri nedeniyle devletin ne kadar önem verdiği de bir kez daha ortaya çıkmıştır. Meclis başkanının, bakanların, milletvekillerinin, parti başkanlarının, başbakanların ziyaretine alışkın olan Türk-İş genel kuruluna bu kez Cumhurbaşkanı düzeyinde de katılımın olması dikkat çekicidir.
Burjuvazi içi kapışmanın genel kuruldaki yansımaları
Genel kurulda yaşanan liste yarışı, aslında, burjuvazi içinde yürüyen kavganın Türk-İş yönetimine de sirayet ettiğini gösterir nitelikteydi. Türk-İş’in Salih Kılıç dönemindeki politikası, asker-sivil bürokrasinin politikalarını destekleyecek şekilde yürütülmekte idi. Salih Kılıç’ın genel kurul sonunda gelen eleştirilere verdiği yanıtlarda, ayrışma konusunun bu temelde olduğu açıkça ifade ediliyordu. Kılıç’ın yönetim içindeki ayrışmanın nedenini açıklarken Cumhuriyet Mitinglerine dair bir tartışmayı örnek vermesi bunun bir ifadesiydi. Kılıç’ın aktardığına göre, Cumhuriyet Mitinglerinin yapıldığı dönemde Kumlu kendisine geliyor ve “yapılan Cumhuriyet mitinglerine alternatif olarak biz de bir şeyler yapalım” diyerek talepte bulunuyor. Kılıç ise “sendikaların burada taraf olamayacağını” söylüyor. Kumlu buna bozuluyor ve Kılıç Kumlu’nun gönlünü almak için “madem ısrar ediyorsunuz, arayın birkaç sivil toplum örgütünü bakalım” diyor. Arıyorlar ve hiçbir yerden olumlu cevap alamadıkları için bu tartışma kapanıyor!
Yine bu tartışmaların alevlendiği günlerde bir de bildiri krizi yaşanıyor. Kılıç, Türk-İş yönetimi olarak görüş alışverişinde bulunup ortak bir metin hazırladıklarından, genel merkezlere bu metnin fakslandığından, ama bildiride geçen laiklik ve cumhuriyet kelimelerinden rahatsız olan Kumlu’nun bir saat sonra yazıyı durdurduğundan bahsetti. Kumlu ise bu eleştirilere herhangi bir cevap vermemekle birlikte kapanış konuşmasında “laik ve demokratik cumhuriyetin bekçisi olacaklarını” özellikle vurguladı. Öyle anlaşılıyor ki, Türk-İş yönetimi içinde yürüyen bu tartışmaların devamında ayrışma netleşti ve Kılıç yanlıları, AKP Türk-İş’i teslim alacak vaveylalarıyla ve sol soslu bir AKP eleştirisiyle, sosyal demokrat olarak bilinen sendikacıları peşlerine takmayı başardılar. Oysa bu sosyal demokratlar, yıllardır burjuvazinin zaten teslim almış olduğu Türk-İş yönetiminden rahatsızlık duyup herhangi bir mücadeleye girişmemişlerdi.
Kılıç, Kumlu’yu, otel odalarında gizli gizli Başbakanla görüşmekle, onlarla birlikte uçaklarla açılışlara gitmekle eleştirdi. Başbakanla yapılan gizli görüşmeye ise burjuvazinin temsilcilerinden Rıfat Hisarcıklıoğlu’nu şahit olarak gösterdi. Ne gülünçtür ki, zaten her dakika yapılan bu ihanetler, ancak koltuk tehlikeye girince eleştiri konusu oluvermiş ve ortalığa saçılıvermişti. Eski yönetimde yer alan ve aynı zamanda Tek Gıda-İş’in genel başkanı olan Mustafa Türkel’in Hava-İş sendikasının toplu sözleşme görüşmelerine gitmemesi, neden olarak da Atilay Ayçin’in kendisini ziyarete gelmemesini göstermesi de eleştiri konusu yapılan şeyler arasındaydı.
Sözümona anlaşamayarak ayrışan Türk-İş yöneticileri, nedense mücadeleye dair bir anlayış farkından hiç bahsetmediler. Örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, sosyal güvenliğe yönelik saldırıların durdurulması, asgari ücretin insanca yaşanacak bir seviyeye çekilmesi gibi pek çok sorunla ilgili hiçbir görüş ayrılığından söz etmediler. Çünkü bu konularda hiçbir görüş ayrılıkları bulunmuyordu. Aslında, Salih Kılıç, “4 yıl boyunca 294 kez yönetim kurulu toplantısı yaptık ve kararları oybirliğiyle aldık” diyerek bunu yeterince net bir biçimde ifade etti.
Onların gündeminde işçi sınıfı yoktu, bağımsız sınıf siyaseti hiç yoktu. İşçi sınıfının içinden çıkan, yönetime seçilince kendi sınıflarından uzaklaşan, yabancılaşan ve ihaneti kılavuz belleyen sendika bürokratları, hizmette kusur etmedikleri burjuva sınıfın iç kapışmasında taraf olmak için yarıştılar. Aslında AKP hükümeti 4 yıl boyunca Salih Kılıç ile de sorunsuz bir çalışma yürütmüştü. O zaman da Türk-İş hükümetin arka bahçesiydi. Ama önümüzdeki dönemde işçi sınıfının ekonomik ve demokratik haklarına daha ciddi saldırılar planlayan AKP hükümeti için, yeni yönetim dikensiz gül bahçesi olarak görülmektedir.
“Babam işçi temsilcisiydi, ben Cumhurbaşkanı oldum, sınıf ayrımı yoktur”!
Türkiye’nin her daim en büyük işçi sendikası olan Türk-İş’in üst yönetimi, kuruluşundan bu yana sermaye sınıfının kapıkulluğunu yapmaktan öteye gitmemiştir. Bütün hükümetlerle kol kola yürüyen Türk-İş yöneticileri, yıllar içinde daha da yetkinleşerek düzenin sadık temsilcileri haline gelmişlerdir. İşçi sınıfının içindeki bu burjuva ajanları, bu genel kurulda da işçi sınıfı ile uzaktan yakından bir bağları olmadığını gösterdiler. Türk-İş’in bu misyonu genel kurulda devletin temsilcileri tarafından takdirle karşılandı ve devamı talep edildi.
Başbakan konuşmasında AKP’nin bugüne kadar yaptığı tüm saldırı yasalarını oldukça rahat bir şekilde savundu. İşçi ile işverenler arasında artık çatışma değil uzlaşma ve diyalog gibi kavramların öne çıktığını ve bunun doğru olduğunu savunan Erdoğan, klasik burjuva yalanını tekrarlamaktan da geri durmadı: “Hepimiz aynı gemideyiz!” Geçmişte başbakanların, siyasilerin, işçilerin kongrelerine gelemediklerini söyleyen Erdoğan, “Çok şükür o devirler geride kaldı. Ankara’da işçi dostu hükümet, işçilerin arasından gelen bakanlar ve başbakan var” diyerek, “sosyal diyalogu kurumsal hale getireceklerini” söyledi. Bir önceki genel kurulda “oturacağınıza gidin örgütlenin” diyerek sendikalara rest çekmiş olan Erdoğan, bu kez konuşmasında sınıf uzlaşmacı sendikal anlayışın gerekliliğinden dem vuruyordu. Başbakan “aynı gemideyiz” derken elbette sendika bürokratlarından bahsediyordu. Onlar aynı gemideler. Kadro alamadığı için konuşması esnasında Erdoğan’ı protesto eden bir işçiye sendika başkanlarının ve başbakanın korumalarının tavrı aynıydı. İşçi tartaklandı ve salondan atıldı!
Genel kurula ikinci gün gelen Abdullah Gül de aynı teraneleri okudu. Yoğun alkış alan Cumhurbaşkanı konuşmasında Türk-İş’i ve işbirlikçi sendikacılığı göklere çıkardı. Türk-İş’in hak ararken yapıcı olduğunu belirten Gül, genel kurula çalışanlarla dayanışma amacıyla katıldığını söyledi. “Bugün güzel bir an yaşıyoruz, benim babam da Harb-İş sendikasında temsilciydi, şimdi çalışıyor ve işçi çalıştırıyor, onlarla arkadaş gibidir ve ben şimdi cumhurbaşkanıyım” diyen Gül, bu örneklerden hareketle artık sınıf ayrımının olmadığını, Türkiye’nin demokratikleştiğini söyledi. Şeffaflığa örnek olarak ise Köşkünü vatandaşın ziyaretine açık tutmasını gösterdi. Çalışanların elbette hak arayacağını söyleyen Gül, “hak ararken Türkiye’nin yüceltilmesi şarttır” dedi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen delegelere ve sendika yöneticilerine devletin en yetkili ağızları işte böyle sesleniyordu. İşçi sınıfının sözde temsilcileri ise dinlediler ve alkışladılar.
“Centilmenlik” muhalefeti!
Her sendika genel kurulunda olduğu gibi Türk-İş genel kurulunda da yine, suya sabuna dokunmayan eleştiriler, nutuk düzeyinde kalan konuşmalar ve son anda çıkan listeler vardı. Tek dikkat çekici konuşma Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin’in iki liste arasındaki kayıkçı dövüşüne açıktan eleştiri getiren konuşmasıydı. İktidarın şakşakçılığını yapan bir genel kurulun işçi sınıfına hiçbir kazanım getirmeyeceğini söyleyen Ayçin, bağımsız bir duruş ve bağımsız bir liste anlayışına yanaşmayan sendika başkanlarını da eleştirdi.
Sendikalar adına yapılan konuşmaların ezici çoğunluğuna, Kürt sorununun inkârı, “vatanın bölünmez bütünlüğü”, “terör” saldırılarının lanetlenmesi ve savaş çığırtkanlığı hâkimdi. Konuşmaların kalan kısımlarında ise işçilerin yaşadıkları sorunlara dair gayri samimi nutuklar yer aldı. Bu nutukları atanların büyük çoğunluğuysa, söz konusu sorunların çözülmesi için parmaklarını kıpırdatmayan genel başkanlardı.
Koltuğunu kaybedeceğini anlayan Kılıç, genel kurulda hayatının konuşmasını yaptı. Hükümete verdi veriştirdi. Fakat bu ateşli konuşmaları da Kılıç’a 15 yıllık Türk-İş yöneticiliği koltuğunu yeniden kazandırmaya yetmedi. Bir sendika ağası daha 34 yıl sonra koltuğunu zorla bıraktı. Bu genel kurulda Salih Kılıç, Türk-İş’in içinde “muhalif” ve “sol eğilimli” olarak bilinen sendikaların desteğiyle liste çıkardı. Listesinde ayrıca son dönemde Telekom grevinde popülerleşen ve MHP’li olarak bilinen Haber-İş genel başkanı Ali Akcan da yer aldı. Akcan, Kumlu’nun listesindeki tek “sosyal demokrat” aday olan Belediye-İş genel başkanı Nihat Yurdakul’un karşısında eğitim sekreterliğine adaydı.
Kılıç’ın listesinde en popüler aday ise Petrol-İş genel başkanı Mustafa Öztaşkın idi. En çok alkış alan konuşmacılardan biri olan Öztaşkın, liberal önerileriyle, yeni döneme en iyi ayak uyduran adaylardan biri olarak öne çıktı. Kulislerde seçileceğine kesin gözüyle bakılan Öztaşkın, 172 oyla Kılıç’ın listesinde en çok oy alan aday oldu. BASİSEN Ankara şube ve İç Anadolu bölge başkanı Yaşar Seyman ise tek kadın adaydı.
Türk-İş içinde muhalif olarak bilinen ve solcu geçinen sendika başkanları ve delegeleri, bu genel kurulda da işçi sınıfının tarafında yer almayıp, burjuva kapışmada taraf oldular. AKP karşıtlığı adına, Salih Kılıç gibi işçi sınıfına ihaneti tartışma götürmez bir sendika ağasının yanında saf tuttular. AKP’yi eleştirip MHP’li Akcan ve Kılıç’ın listesini destekleyen bir muhalefet anlayışı burjuva siyasetinin kuyruğuna takılmaktan başka bir şey değildir. Muhalefet işçi sınıfının bağımsız siyaseti temelinde yapılırsa gerçek ve anlamlı olabilir. Türk-İş genel kurulunda işçi sınıfının bağımsız siyaseti temelinde bir duruş sergilenmemiştir. “Biz farklıyız” diyenlerin ezici bir çoğunluğu burjuva yelpazenin farklı renklerindendir, o kadar.
20. olağan genel kurulun tablosu, Türk-İş’in sendikal anlayış olarak işçi sınıfından ne kadar kopuk olduğunu ve nasıl bir ihanet içinde olunduğunu bir kez daha göstermiştir. Yönetimin değişmiş olması işçi sınıfı açısından hiçbir değişiklik getirmemektedir.
Öncü işçiler işyerlerinden ve sendika şubelerinden başlayan sabırlı bir çalışma ile uzlaşmacılığa karşı mücadeleci, militan sınıf sendikacılığı şiarını yükseltmek zorundadırlar. Hiçbir mücadele yürütmeksizin, her dört yılda bir Genel Kurullarda bir kıvılcım çakmasını ya da iyi bir lider çıkmasını beklemek, patronların her geçen gün sendikaları daha da teslim almasına onay vermek demektir. Sendikalarda köklü bir hesaplaşmaya girişilmeden, ciddi bir sınıf kavgası verilmeden ve tabanda mevziler kazanılmadan, burjuvazinin has temsilcilerinin sendikalardan ve Türk-İş’ten defedilmesi mümkün değildir.
link: Türk-İş Genel Kurul delegesi bir işçi, Burjuvazinin Hâkimiyetinde Bir Türk-İş Genel Kurulu, 10 Aralık 2007, https://marksist.net/node/1685
Burjuvazinin Sözcülerini İyi Tanıyalım
Avrupa’da Sendikal Mücadele Hareketleniyor